Sorumsuzluklar yüzünden beşer onar ölüyor tükeniyoruz...

Koronavirüs pandemisini yönetemeyen sorumsuzlar yüzünden hekimlerimiz, hemşirelerimiz sağlık çalışanlarımız yurttaşlarımız ölüyorlar. Sorumluların sorumsuzluğunun faturasını da yurttaşlarla sağlık çalışanı ödüyor. 14-15 Aralık günlerinde 11 sağlık çalışanı yaşamını yitirdi. Ardından daha sonra hergün 3'er 5'er ölmeye devam ettiler ediyorlar. Coronavirüs yüzünden Mart ayı başından bugüne Sağlık Bakanlığı 'nın sağlıklı olmadığı çokça iddia edilen verilerine göre toplam 17.610 yurttaşımız can verdi. 12-18 Aralık tarihleri arasında yeni 201.417 vaka belirlenirken 1633 yurttaşımız vefat etti. Yoğun bakımdaki ağır hasta sayısı ise 41.372'e yükseldi.
Önceliğimiz bu virüs mücadelesinde  elbette sağlık çalışanlarımızın sağlığı ne var ki bu mücadelede onlara daha bir  "Covid-19 meslek hastalığıdır" yasası çıkarılamadı. Lafa gelince herkes konuşuyor ama.. Ona da geleceğiz. Ancak şimdi benim sizin bizim ihmallerimiz yüzünden ölen bu sağlık çalışanlarına bir bakalım. Geçtiğimiz günlerde Ankara'da virüs savaşında yaklaşık bir ay önce hastaneye yatırılan hemşire 49 yaşında yaşamını kaybetti. O uzun uğraşlardan sonra evlat edinen bir anne idi. Yüreği sevgi dolu bir hemşire idi. Bu savaşa  canını verdi. Evlatlık alınan çocuğun da kuruma gönderileceği öğrenilirken iki dram birbirnin içine geçti. Ailesi tarafından terk edilen küçük çocuk yuvada büyürken vefat eden hemşirenin yanına devletçe verildi. Yedi yıl sonra çocuk 10 yaşında iken hemşire anne virüsten ölünce ona da tekrar  kimsesizliğin yolu göründü. Bu dramın diğee yanında da en verimli çağında 49 yaşında bir hemşire Coronavirüs belası ile savaşırken canını yitirdi. Bu canın bu acıların sorumlusu tekrar ediyorum "Sorumsuzluğumuzdur". Sorumluların da yaşam hakkımızı çeştili bahaneler öne sürerek tehlikeye atmasıdır..

 

Virüsü yayanlar sorumludur
Şimdi her şeyi devletten beklemek ne kadar doğru oana bakacağız. Sokaklarda maskesiz gezenler, sarmaş dolaş AVM lerde turlayanlar, "mesafe de neymiş bize bir şey olmaz" diyenler, hadi hijyeni yani temizliği geçelim temizlik imandandır diyen bir dinin mensuplarına bunu söylemeyelim. Ancak bunu yapanlar bilsinler ki yaşamşlarını bu virüs savaşında kaybeden 250'nin üzerinde sağlık çalışanın elleri yakanızdadır bunu iyi bilin. Yazıktır günahtır. Başkası için ceğil kendiniz için bu önlemleri almak bu kadar zor mu?. Çeşitli olanaksızlıkları hepimiz biliyoruz özellikle büyük kentlerdeki toplu ulaşımda yaşanan sıkıntıları. Bunları asgariye indirme çabaları HES kodu uygulaması devam ediyor. Yani birazda bireysel olarak özen göstermemiz bu kadar zor olmamalı sanırım. Kızgınlığım bundandır.Yani yok yere keyfi olarak virüsü kim yayor buna yol açıyor ise  Allah cezasını versin diyorum. Bu acıları yaşatmaya neden olanların yakasını bırakmamalıyız.

 

Avrupa birincisi Dünya 3.sü Türkiye
Covid-19 vakalarında dünya ilk beşine girdiğimiz, zaman zaman 3'üncülüğe kadar yükseldiğimiz. Avrupa da ilk sırayı bırakmadığımız  halde “vefat” sayılarında İtalya’nın, Fransa’nın, Almanya’nın, İngiltere’nin altındayız. Bizde hasta daha çok, onlarda ölüm daha çok. Genç nüfusla açıklanamayacak bir fark. Belki de Türkler genetik olarak daha dayanıklı diyeceğim ama bunun için yapılmış bir araştırma yok. Bırakın araştırmayı araştırma kırıntısı yok. Araştırma veya konuyla ilgili bir yayın olmamasının nedeni doktorlarımızın tembelliği değil elbette. Araştırma için hakiki, güvenilir veri gerekir. Bizde veri yok. Daha doğrusu veriler gizli. Bırakın vefat edenlerin genetik özelliklerini falan araştırmayı, yaşları, cinsiyetleri, sağlık durumları, altta yatan hastalıkları ve hatta sayıları bile saklanıyor. Vefat sayılarının düşük görünmesi sadece ve sadece “sistem”den. Yine ve bir kez daha kendimizi kandırıyoruz. Covid’e bağlı ölümleri doğal ölüm olarak kayda geçiriyoruz. Bu vebalin altından nasıl kalkacaklar merak ediyorum.” Anlayacağınız turkuaz listede “ağır hasta” diye gördükleriniz eğer hayatlarını kaybederse, uzun süren bir tedavi sürecinden ötürü testleri negatife döneceği için “doğal yoldan” ölmüş olacaklar. Bunu gizleyerek kim ne kazanıyor, kim tatmin oluyor çok merak ediyorum.

 

12 Aralık 2020 de tablo bu iken
Türkiye'de son 24 saat içinde 189.065 yeni test yapıldı, 29.136 yeni vaka tespit edildi.
222 kişi hayatını kaybetti, 20.191 kişi daha iyileşti.
 -Test: 20.898.517
Vaka: 1.809.809
 -Vefat: 16.199
 -Ağır Hasta: 5.961
 -Zatürre Oranı: %3.1
-Yatak Doluluk: %55.1
 -İyileşen: 1.581.56
18. Aralık gününde ise yükselerek  aşağıdaki rakamlara ulaştı
 -Test: 22.107.503
 -Vaka: 1.982.090
 -Vefat: 17.610
 -Ağır Hasta: 5.707
 -Zatürre Oranı: %2.9
-Yatak Doluluk: %55.8
 -İyileşen: 1.753.552
İstanbul’da ölümler iki katına çıktı
İngiltere merkezli haber ajansı Reuters, Sağlık Bakanlığı'nın güncellemesiyle dünya üzerindeki en çok vaka görülen ilk 10 ülkeden biri haline gelen Türkiye'de yaşananları analiz etti. Ajans, "Önceki yıllara oranla İstanbul'da ölümler iki katına çıktı" yorumunu yaptı. Son dönemde vaka ve ölüm sayısındaki artış ile birlikte toplam vaka sayısı sıralamasında dünyanın 7’nci ülkesi olan Türkiye’de günlük corona virüsü vakalarının küresel ölçekte yüksek olduğuna dikkat çeken Reuters, Ankara’nın tamamen kapanma çağrılarına yanıt vermediğini yazdı.
Ajans, “Sağlık kurum ve kuruluşlarından, muhalefet partilerinden ve İstanbul Belediye Başkanı’ndan gelen ve giderek artan kapanma çağrısı artıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümeti hafta sonları sokağa çıkma yasağı getirirken yeni yılda da 5 günlük sokağa çıkma yasağı açıkladı. Hükümet bu yasakların salgının yayılma hızını yavaşlattığını söylerken, günlük vakalar zirveyi gören 30.000’in birkaç bin altında seyrediyor” yorumunu yaptı.

 

Ölüm sayıs 400'ün üzerinde
İstanbul Mezarlıklar Daire Başkanı Ayhan Koç, “Planlamalar ölüm oranlarına göre değişiyor zira Kasım ayında günde 400’den fazla insan öldü bu sayı önceki yılların neredeyse iki katı” dedi. İBB Mezarlıklar Dairesi Başkanı Ayhan Koç, ölüm sayısının geçen yıllara göre neredeyse iki kat arttığını söyledi. Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise, “Birçok insan hükümete güvenmiyor ve bu güven kaybı dolayısıyla aşı olmak istemiyorlar. Aşı yeterli değil. Sokağa çıkma yasağı getirerek salgının hızını yavaşlatmamız gerek. Daha sonra aşı etkili olur. Hafta içi iş yerleri açıkken hafta sonu sokağa çıkma yasağı olması yeterli değil” ifadesini kullandı.

 

Uzmanlar "tam kapanma" diyor
Türkiye'de vaka sayısı ve ağır vaka sayısının hızla arttığına işaret eden uzmanlar, salgının geldiği noktada artan can kayıplarının önüne geçmek için tam kapanmayı içeren etkin önlemler şart diyor. Koronavirüs salgınında ikinci dalganın yaşandığı Avrupa'nın pek çok ülkesinde yeni kısıtlamalar ve yasaklar gündeme gelirken salgının ilk dalgasını henüz atlatamadan vaka sayılarının hızla yükselmeye başladığı Türkiye'de alınan önlemlerin yeterli olup olmadığı hâlâ tartışmalı.
Türkiye'de en son Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 30 Kasım'da açıkladığı mücadele programı kapsamında hafta içi saat 21.00 ile 05.00, hafta sonunda ise kesintisiz sokağa çıkma kısıtlaması kararı alındı. Ancak gece ve hafta sonları uygulanan sokağa çıkma kısıtlamasına rağmen vaka sayıları 30 bin civarında dalgalanmaya devam ediyor.

 

Vaka sayısı nasıl değişti?
Türkiye'de hafta sonu sokağa çıkma yasaklarıilk kez 5-6 Aralık'ta uygulandı. 12-13 Aralık'ta ikinci hafta sonu kısıtlaması gerçekleşti. Sağlık Bakanlığı, Temmuz ayından 10 Aralık'a kadar sadece semptom gösteren hasta sayısını açıklıyordu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 25 Kasım'da semptom gösteren ya da göstermeyen günlük vaka sayısının 28 bin 351 olduğunu açıklamıştı. 10 Aralık'ta açıklanan toplam vaka sayısı ise 1 milyon 748 bin 567 oldu. Günlük vaka sayısı ise 30.424 olarak kaydedildi.
İlk hafta sonu yasaklarından bir hafta sonra olan 13 Aralık'ta toplam vaka sayısı 1 milyon 836 bin 728'e çıkarken günlük vaka saysı 29 bin 919 oldu.Cuma akşamı itibariyle ise toplam vaka sayısı 1 milyon 982 bin 090, günlük vaka sayısı da 27 bin 515 olarak açıklandı. Son 8 günde toplam vaka sayısı 207 bin 113 arttı. Bilim insanları salgının bu evresinde ve hızında daha etkili önlemler alınmasının bir gereklilik olduğunu vurguluyor.
"Ölümler artıyor"
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Esin Şenol, Türkiye'nin salgın eğrisinde ölüm vakalarının arttığına işaret ediyor. Şenol'a göre bu artış, çok sayıda vaka yükünün birikmesinden ve toplam vakaya göre ağır vaka sayısının artmasından kaynaklanıyor. Ağır vakaların haftalar sonra ölüm rakamlarına yansıdığını söyleyen Şenol, "Aslında ölçebildiğimiz birim değişmiyor. Yani bin yatak kapasitemizi kullanıyoruz. Hasta sayısı 10 bin de olsa. Ancak bu bin yatak kapasitemizi kullanırken artışın ağır vaka sayılarında değil ölüm vakalarında olmasını bekliyoruz. Yani salgında, yükün bu aşamasında önümüzdeki en önemli sorun, artan ölüm oranları ve bu ölüm oranlarına yansıyacak etkin önlemlerin alınmamış olması" diyor.
Sağlık Bakanlığı'nın korona tablosuna göre Türkiye'de Cuma akşamı itibariyle 246 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam vefat sayısı 17 bin 610, ağır hasta sayısı ise 5 bin 707 oldu.
"Sosyal hareketlilik azaltılmalı"
Esin Şenol, ağır vaka sayıları ve ölüm oranları artarken ve aktif vaka sayısı hala çok yüksekken yapılması gerekenin, hiç mağduriyet yaratmamaya çalışarak ve mümkün olan en kısa sürede hayatın anahtar alanlarını açabilmeyi mümkün hale getirebilecek etkin ve kapsamlı bir önlem almak olduğu görüşünde.

 

Son kısıtlamalar salgının hızını kesti mi?
Etkin ve kapsamlı önlemini sosyal hareketliliğin, kalabalıklaşmaların yüzde 70'ten fazlasının önlenmesi anlamına geldiğini belirten Şenol, "Bunun en çok olduğu yerlerle ilgili gerekirse tam kapanmaya giden bir sürecin mümkün olan en kısa sürede harekete geçirilmesi gerekir ki daha sonraki süreçlerde sağlık sistemi rahatlayabilsin, güçlenebilsin ve artmakta olan ölüm sayılarımızı azaltabilmeyi mümkün hale getirsin" diye konuşuyor.

 

"Acil kapanma şart"
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise artan vakalar ve ölümlerin tam kapanmayı gerektirdiğini belirtiyor. Türk Tabipleri Birliği olarak kapanmanın temel ilkelerini belirlediklerini ifade eden Fincancı, "En az 14 gün tercihen 28 gün bir kapanmaya, acil bir kapanmaya ihtiyaç var. Zorunlu üretim dışında üretim durdurulmalı. Ve günübirlik güvencesiz çalışanlar da dahil olmak üzere insanların gelir kayıpları karşılanarak desteklenmeli. Bu süreç içinde kapanmanın mutlaka insanların fiziksel aktivitesini sınırlamadan ve bu koşullarda toplu bulunulan alanların kapatılması, toplu ulaşımın durdurulmasıyla gerçekleştirilmesi söz konusu olmalı" diyor.
Türkiye'de koronavirüse karşı alınan önlemler kapsamında sokağa çıkma kısıtlamalarının yanı sıra kıraathane, oyun salonu, çay bahçesi gibi bazı işletmelerin faaliyetlerine ara vermesi, kafe ve restoranların sadece paket servis hizmetine geçmesi, ana sınıfı ve benzeri eğitim kurumlarının faaliyetine ara vermesi, okulların uzaktan eğitime devam etmesi, nikah ve cenazelere katılımın 30 kişiyle sınırlandırılması, AVM'lere girişte HES kodu uygulaması, sigara içme yasağı gibi düzenlemeler getirildi.
Son olarak 31 Aralık Perşembe günü saat 21.00'den 4 Ocak saat 05.00'e kadar4 gün kesintisiz sokağa çıkma kısıtlaması uygulanması kararı alındı.

 

Aşı geliyor aşı
Aşı geliyor da nasıl geliyor, hangi aşı geliyor, ne kadar geliyor, geldiğinde salgının kontrolünde nasıl bir rol oynayabilir? Bu konulardaki kafa karışıklığı, konuyu en yakından izleyen gazeteciler arasında bile devam ediyorsa, vatandaşın kafasının karışık olması çok normal. Bizzat Sağlık Bakanının bilimsel gerçeklerle uyuşmayan ve birbirini yalanlayan açıklamalarla bu karışıklığı arttırması ise hazin bir durum.

 

Kitle bağışıklığı ama nasıl?
Covid salgınında, hastalığın tamamen ortadan kalkması sağlanamasa da pandemiye yol açan bulaşma hızının kontrol altına alınabilmesi için “kitle bağışıklığının” yüzde yetmişler düzeyine ulaşması gerektiği hesaplanıyor. Dünya nüfusunun yüzde yetmişi, beş buçuk milyar insan. Buna yakın bir tarihte ulaşmamız mümkün değil. Birçok ülke (herhalde çok iyimser bir şekilde sınırlarını açmayacaklarını, ya da sınırlı açacaklarını var sayarak) kendi vatandaşlarını aşılama telaşına düştü. Bunun akıllı bir yaklaşım olup olmadığı sorusunu bir yana bırakıp kendi ülkemize dönelim.
Türkiye’nin nüfusu 84 milyon, 5 milyon kadar kayıtlı, 1,5 milyon kadar da kayıtsız göçmenimiz var. Yani toplam 90 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Sınırlarımızın tamamen kapalı/kontrol altında olduğunu var sayalım. Bu nüfusun yüzde yetmişi 63 milyon kişi ediyor. Yani Türkiye’de 63 milyon insan aynı dönem içinde  yeni Korona virüse karşı bağışık olursa, kitle bağışıklığına ulaşmış, virüsün serbest dolaşımını önlemiş olacağız. Aşı lazım. Peki ne aşamadayız?
63 milyon kişiyi nasıl bağışık hale getirebiliriz? Şu anda, etkinlik sonuçlarını bilimsel dergilerde yayınlamış Pfizer-BioNTech ve Moderna aşıları yüzde 90 ve üzeri koruyuculuk bildiriyorlar. Oxford-AstraZeneca aşısı yüzde 70-90 arasında. Bakanlığın ısmarladığını söylediği Sinovac firması aşısının koruyuculuk derecesini bilmiyoruz, çünkü Faz III çalışması henüz devam ediyor. Hadi umut edelim, o da yüzde 90 koruyuculuk sağlayacak diyelim. Sinovac aşısının güvenlik verilerinin iyi çıkacağını, koruyuculuğunun da yüzde 90 olduğunu varsaydık. Bu durumda birkaç aylık bir sürenin içinde 70 milyon kişiyi aşılamamız gerekiyor ki kitle bağışıklığına ulaşalım. Etkinlik, güvenlik verilerini açıklamış her üç aşı gibi Sinovac aşısının da istenen etkinlik düzeyine ulaşmak için iki hafta aralıkla iki doz halinde uygulanması gerekiyor. Demek ki 70 milyon kişiyi bağışıklamak için 140 milyon doz aşı gerekiyor.
Bu miktarda aşı elimizde yok ve 2021 yılı içinde de olması olanaklı görünmüyor. Zira şu anda Faz III çalışmasından verileri ilan etmiş her üç aşı da 2021 yılı üretimlerini ön anlaşmalarla satmış durumdalar. Rusya’nın geliştirdiği Sputnik V aşısının da üretim kapasitesi çeşitli ülkelerce bağlanmış durumda. Gelişme aşamasında çok sayıda aşı var, ama bunların ipi göğüsleyip göğüsleyemeceklerini, göğüslerlerse de bunun ne zaman olacağını, dahası güvenli olduğu saptanan aşıların seri üretime geçip geçemeyeceklerini bilmiyoruz. Şu anda elde etmeye en yakın olduğumuz aşı Sinovac şirketinin aşısı. Ondan da elli milyon doz. Elli milyon doz, aşılama sürecindeki kaçınılması olanaksız fireleri saymasak bile ancak yirmi beş milyon kişiyi bağışıklamaya yetebilir. Yani 2021 yılı içinde, en iyimser ihtimalle sonbahara kadar, salgının önünü kesmemizi sağlayacak kitle bağışıklığına ulaşmamız söz konusu değil.

 

Aşı kimlere ulaşacak?
Dünyada birkaç zengin ülke (ABD, Kanada, Almanya dahil Avrupa Birliği, Avustralya, Şili, İsrail) nüfuslarından çok daha fazla, hatta birkaç kat aşıyı ön anlaşmalarla garantilemiş durumdalar. Ama onların dışındaki çoğu ülkenin durumu Türkiye’den farklı değil.
Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü, aşılama için öncelikli grupların belirlenip, uygulamaya bunlardan başlanılmasını öneriyor. Tavsiye ettiği sıralama da şöyle: Sağlık personeli, sosyal hizmetlerde ve yaşlı bakımında çalışanlar, yaşlılar, kronik hastalıkları olanlar vb. Çünkü bunlar hastalıktan olumsuz etkilenme riski en yüksek olan gruplar. Sağlık Bakanlığı, aşılamada öncelik sıralamasını Bilim Kurulu’nun yapacağını söyledi. Bilim Kurulu da büyük olasılıkla Dünya Sağlık Örgütü’nün kriterlerine uyarak öncelikli grupları, sağlık personeli, 65 yaş üzeri ve kronik hastalığı olanlar şeklinde tavsiye edecek. Sağlık personeli ve sosyal hizmet çalışanları yaklaşık üç milyon, 65 yaş üzeri yaklaşık 7,5 milyon, kronik hastaları olanlar da bir o kadar desek, 50 milyon doz bu öncelikli grupları aşılamaya yetecek. Ancak, bu noktada önemli bir sorun var. Bakanlığın almayı planladığı Sinovac aşısının Faz III çalışmaları 18-59 yaş arasında, sağlık sorunu olmayanları içeriyor. Diğer bir deyişle Sinovac’ın aşısının ileri yaşlarda, ve kronik hastalığı olanlarda etkili ve güvenli olduğu hakkında yakın zamanda bile elimizde veri olmayacak. Pandemi koşullarında bile, bu veriler olmadan bu grupların aşılanması kabul edilebilir değil. İpi göğüslemiş diğer üç aşının Pfizer-BioNTech, Moderna ve Oxford-AstraZeneca aşılarının ise Faz III çalışmalarına ileri yaş grupları ve kronik hastalıkları olanları dahil ettiğini, dolayısıyla kendi aşılarının bu gruplarda da etkin ve güvenli olduğunu gösterdiklerini biliyoruz.
Elimizdeki sınırlı doz aşının hiç olmazsa risk gruplarını koruyup ölüm oranlarını düşürmesini beklerdik, ama Sinovac aşısı söz konusu olduğunda bunun bu anlamda bile sınırlı miktarda işe yarayacağını görüyoruz. İş böyle olunca, Bakanlığın neden bütün yumurtaları aynı sepete koyup yalnızca Sinovac aşısına bel bağladığını, örneğin, neden Dünya Sağlık Örgütü’nün Covax kooperatifine katılıp hiç olmazsa Oxford-AstraZeneca aşısından bir miktar sağlamaya çalışmadığını anlamak mümkün değil.

 

Aşıya bel bağlamamamak
Birden ortaya atılan, bölük pörçük ve birbiriyle çelişen açıklamalarla iyice karışık bir hale getirilen aşı haberlerinden bir an kafamızı kaldırıp, içinde bulunduğumuz duruma bakmakta yarar var. Her gün bir jumbo jet uçağı düşüyor ve içindeki insanlar ölüyor. Her gün beşer, onar sağlık çalışanı kaybediyoruz. Yoğun bakımlar ağzına kadar dolu. Tedbirler güya sıkılaştırıldıktan sonra iki haftadan fazla zaman geçti, vaka sayılarında hiç bir düşüş yok. Aşı gelecek, birkaç hafta içinde maskelerimizi atıp birbirimize sarılacağız diye hayal kuranlarla karşılaşıyorum. Yine hayal kurun, ama bunun bir hayal olduğunu, gerçeklerle hiç bir alakası olmadığını bilin. Uzun kış hala önümüzde.
Artık tekrarlamaktan yoruldum, ama vazgeçmeyeceğim. Dört hafta süreyle işyerlerini tatil etmemiz, herkese evde hayatını sürdürmesine yetecek kadar maddi destek sağlamamız dışında bu korku tünelinden çıkmamızı sağlayacak bir mucize yok.
Bana inanmıyorsanız Almanya’ya bakın. Almanya nüfusunun iki katını aşılamaya yetecek kadar aşıyı sağladı (300 milyon). Nüfusu bizim kadar, vaka sayısı bizimkinden çok daha az. Noel tatili falan demeyip, bütün ülkeyi 25 gün boyunca kapattı.
10 Aralık 2020 hükümetin koronavirüs Covid-19 hastalığı gerçeklerini aylardır halktan sakladığının resmen itiraf ettiği gün oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca o gün Mart 2020’den itibaren hastalığın bulaştığı vatandaş sayısını 1 milyon 748 bin 576 olarak açıkladı. Bu ilk defa açıklanıyordu ve o güne dek hükümeti gerçek rakamları saklamakla suçlayan herkesi haklı çıkarıyordu. Daha bir gün önce, 9 Aralıkta hasta sayısı 558 bin 517 olarak duyurulmuştu. O güne dek kovit salgınından Türkiye’de 15 bin 751 kişi vefat etmişti. Tabii bu sayının da gerçeği yansıtmadığının yakında itiraf edilmesi ihtimali var artık, ama açıklanan buydu. Bakanın duyurduğuna göre, sadece o gün 220 vatandaş vefat etmişti. O güne dek açıklanan en yüksek ölüm sayısıydı. Bir sayıdan ibaret olmayan o 220 insandan biri de kayınpederim Yalçın Poyraz idi.

 

Ölenler sayı değil, insan
Hükümet Nisan ayında hafta sonları sokağa çıkma yasağı uygulayıp, AVM, okul, cami, lokanta gibi topluca bulunulan kapalı mekanları kısıtladığında kovit salgını kontrol altına alınır gibi olmuştu. O zaman Türkiye nispeten başarılı ülkeler arasında görünüyordu. Ama turizm, ticaret ve inşaat lobilerinin de etkisiyle haziran ayında okullar dışında her yer açıldı. Hükümet içinden önlemlerin hiç değilse bir hafta daha uzatılmasını isteyen sadece İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu, reddedildi. Adeta dünyayı kasıp kavuran kovit salgını Türkiye’de bitmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Koca, temmuz-ağustos aylarında günlük vefat sayılarının onlar düzeyine ineceği umudundaydı.
Öyle olmadı. Tam tersi oldu. Ağustos başından itibaren hastalık hızla artmaya başladı. O aşamada dahi Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin kovit ile mücadelede dünyada parmakla gösterildiğini söylüyordu. Ancak Ekim ayından itibaren bu övünme konuşma metinlerinden çıkarıldı. Hükümetin kovit gerçeklerini gizlediğini öne süren muhalefet partileri ve Türk Tabipler Birliği ise ihanetle, bozgunculukla suçlanmaya başlandı.

 

Kayıpların afet düzeyine ulaşırken
Bugüne geldik. 17 Ağustos 1999’daki Marmara Depreminde 18 bin 373 kişi öldü. Kovit nedeniyle can kayıpları (açıklanan rakam doğruysa) 18Aralık’ta 18 bine yaklaştı; bu gidişle maalesef birkaç güne Marmara depremini geçecek. 30 Ekim’deki İzmir depreminde (yaralılarla birlikte) iki günde 117 kişi öldü. O iki günde kovit nedeniyle ölenlerin sayısı 153 oldu.
1980 askeri darbesi öncesi insanlar ülkeyi iç savaşa doğru sürükleyen çatışmalar sonucu ölüm sayılarını kanıksamıştı. 1990’larda PKK ile mücadelede öldürülenlerin her gün açıklanan sayısı böyle sıradanlaşmıştı. Şimdi de kovit salgını nedeniyle her gün açıklanan rakamları kanıksıyoruz. Utanç verici. Ölenler insan, bizlerden birileri.
Peki neden hâlâ, bazı ülkelerde hem can kaybı hem ekonomi hasarını azalttığı görülen tam kapanmaya gidilmiyor? Bu soruya cevap veren yok. Halen önemli bir görevde bulunan bir AK Partili kaynağımla konuşuyorduk. Onun da bir aile büyüğü kovit nedeniyle vefat etmişti. “Sizce neden?” diye sordum. O da tam kapatma yanlısıydı, keza gerçek sayıların gizlenmesine de “anlam veremiyordu”.
Kurban Bayramı ve Ayasofya etkenleri
Kayıpların Ağustos başında hızla artmaya başladığını söylemiştik ya, bunun bir açıklaması 25 Kasım’da yani yeniden kesintili kapanmanın başladığı günlerde Sağlık Bakanından geldi. Bakan “Tatil nedeniyle dönüşlerin olduğu Kurban Bayramı sonrası Anadolu’da hızlı bir artış oldu” dedi.
Kurban Bayramı ne zamandı? 31 Temmuz-3 Ağustos. Bilim Danışma Kurulu üyelerinden Kurban Bayramı’nda da kısıtlama önerisi gelmiş. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan “O gün kurban kesilecek, ziyarete gidilecek” diye geri çevirmişti.
Kurban Bayramı’ndan bir hafta önce 24 Temmuz’da da Ayasofya, Cami olarak yeniden ibadete açılmıştı. Sanki açılışı o gün yapma mecburiyeti vardı, salgının hafiflemesi beklenemezdi. Erdoğan’ın ifadesiyle, Türkiye’nin her yerinden 350 bin kişi İstanbul’un bir noktasında toplandı, aynı gün Türkiye’nin her köşesine dağıldı. Bir hafta sonra da kendi camilerinde Bayram namazını kılıp ziyaretlerine başladılar. Sonra da Bakan, Kurban Bayramı sonrasında “hızlı bir artış oldu” dedi; Ankara “yüzde 100 artan” şehirler arasındaydı. Ama sağlığımızı ilgilendiren hatalı kararları konuşmanın dahi mesele olduğu günlerden geçiyoruz.

 

Şimdi de aşı ayrıcalığı
Ama sıra bizlere ne zaman gelecek? Sıra -sağlık, emniyet, belediye gibi ayakta kalmamızı sağlayanları ayrı tutuyorum- vatandaşa ne zaman gelecek. CHP Milletvekili Murat Emir, Koca’ya aşı uygulamasında ayrıcalık olup olmadığını, iktidarın önem verdiği kişilere farklı markaların aşıların öncelikli olarak sağlanıp sağlanmadığını sordu. Bakan net bir “hayır” demedi; aşı Çin’de eczanelerde bile satılıyordu, isteyen alıp yaptırabilirdi. Diğer yandan Bakan yeterli aşı sağlamakta geri kalındığını açıklıyordu? Kim geri kalmıştı acaba? Muhalefet mi, TTB mi, dış güçler mi? Hükümet bürokrasisi gerçek rakamları saklamakta, halka destek olmak isteyen belediyeleri engellemeye gösterdiği çabanın bir kısmını aşı sağlama çabasına aktarmış olsaydı keşke.
Keşke demek giden canları geri getirmiyor ne yazık ki.

 

Virüs ekonomiyi solladı
İpsos önemli bir araştırma yapmış. Sonuçları gönderdi. Araştırmanın ilk sonucuna göre Covid-19 salgını vatandaşlar tarafından Türkiye’nin en önemli sorunu olarak algılanmaya başlamış.Türk halkı geçen yıl Nisan ayında corona'yı yüzde 84 oranla ülkenin en önemli sorunu olarak görüyormuş.Bu oran zamanla düşmüş ve en önemli sorun ekonomideki gidişat olmuş.Ancak bu ay Covid-19 yeniden ekonomik sorunların önüne geçmiş ve yüzde 45 ile ülkenin yeniden en önemli sorunu olmuş.
Burada aslında hükümetin “gevşeyerek” ve sayıları saklayarak ne kadar büyük hata yaptığını da görüyoruz. Sayılar saklanınca sorun küçümsenmeye başlamış. Araştırmanın sonraki sonuçları ise iktidar ve özellikle de Sağlık Bakanı açısından daha vahim. Şu anda piyasaya çıkmaya en yakın 4 aşının adı verilmiş ve hangisine güveniyorsunuz ya da hangisine güvenmiyorsunuz diye sorulmuş. Türk halkının en az güvendiği aşı Türkiye’nin elindeki tek aşı olan Sinovac’ın geliştirdiği aşı olmuş. Türk halkının bu aşıya güveni sadece ve sadece yüzde 11. Güvenmeyenlerin oranı yüzde 50. Fikri olmayanların oranı ise yüzde 39. Rusya’nın geliştirdiği aşıya güven ise yüzde 15. Güvenmeme yüzde 38.Amerikan Moderna’nın geliştirdiği aşıya güven onun bir tık üzerinde yüzde 16. Güvenmeme yüzde 40. İngilizlerin Oxford ve Astra Zeneca tarafından geliştirilen aşısına güven yüzde 29. Güvenmeme yüzde 30. Ve Alman-Amerikan Pfizer/BioNTech aşısına güven ise yüzde 41 ile en yüksek oran. Bu aşıya güvenmeyenlerin oranı yüzde 23. Hakkında hiçbir şey bilinmeyen Rusya’nın adenovirüs aşısına ve kendi ülkesinde bile bazı açılardan tartışmalardan ötürü piyasa çıkması geciken bir başka adenovirüs aşısı olan Astra Zeneca aşısına bile güven daha fazla. Bu sonuçlar hükümet açısından da çok rahatsız edici olmalı. Çünkü bu aynı zamanda hükümete, geçen ilkbaharın en güvenilir hükümet mensubu olan Sağlık Bakanı'na artık güvenilmediğini de gösteriyor. Bu arada “Hiç aşı yaptırmayacağım” diyenlerin oranı da sürekli olarak yükseliyor ve burada da yükselişteki neden “Türkiye’nin aşı aldığı firmaya güvenmiyorum” düşüncesi. Sonuç olarak halkımızın yüzde 43’ü aşı yaptıracağını, yüzde 31’i henüz karar vermediğini ve emin olamadığını söylüyor. Yüzde 26 ise asla aşı yaptırmayacağını beyan etmiş. Zaten burada bir sorun yok. Gelen aşı miktarına bakınca zaten toplumun yüzde 30’una yetecek kadar aşı var.Bırakın istemeyenleri, isteyenler bile olamayacak!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi