Türkiye nereye koşuyor?

Türkiye, 1983 yılında Anavatan Partisi ile Turgut Özal ismini daha çok duymaya başlamış yaptığı reformlar ve yeni siyaset anlayışı ile ‘Yeni Türkiye’den bahsedilir olmasını sağlamıştı. Bu sebeple mi bilinmez ama Özal ailesiyle yakınlığı herkes tarafından bilinen ünlü gazeteci Emin Çölaşan ‘Turgut Nereden Koşuyor’ isimli bir kitap yazdı. Şimdi nerden çıktı bu kitap demiş olabilirisiniz. Amacım kitabın reklamını yapmak değil elbette. Günümüzdeki rezilliklerin ilk tohumlarının toprağa verildiği dönem olması hasebiyle kitabı gündeme taşıdım. Zira olay yaratan bu kitap o dönemin en çok satanları arasında Türkiye’yi sallamıştı. Ben ise kitabın adını ilk duyduğumda ‘Turgut nereden koşuyor’ değil de kitabı kişiselleştirmek yerine genele vurgu yaparak asıl ‘Türkiye nereye koşuyor’ diye bir kitap yazılmalı ve bu kitap üniversitelerde zorunlu ders olarak okutulmalı demiştim. O zamanlardan tehlike çanları siren şeklinde çalıyordu aslında. 
O yıllardan bugünlere dönecek olursak çocuk istismarları, kadın cinayetleri, soygunlar, darp vakaları, silahlanma, cinnet haberi, sokak çatışmaları gibi olaylar nasıl oldu da son sürat arttı. Bugünlere nasıl geldik? Bir başka anlatımla o yıllardan bu yıllara Türkiye nereye koştu?  
90’lı yıllarda Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar gibi ataerkil aile yapısını anlatan komşuluğu, dayanışmayı, dostluğu, dürüstlüğü aşılayan iyilerin kazandığı kötülerin yenildiğini ortaya koyan diziler girmişti hayatımıza. Sonra ne oldu? Yıllar yılları kovalarken aile dizileri de evrim değiştirdi. Artık karşımızda kimin eli kimin cebinde belli olmayan, karmaşanın, yalanların, tehditlerin, riyakarlıkların havada uçuştuğu, birbirine sürekli bağıran, bağırırken ne dedikleri anlaşılamayan, sinir krizi boyutunda, sanki her gün hepimizin evinde yapılıyormuşçasına bıçaklamayı normalleştiren, silahla tehdit edip vuran, aldatmayı hakmış gibi gösteren sözde aile formatlarından oluşan diziler olmaya başladı. Annem eskiden kız verilirken soy sop aranır derdi. O yıllardan bu yıllara bizler farkında olmadan örf, adet bilen, tevazuu sahibi, naif Anadolu insanları yerine her birimiz birer Televole insanına dönüştük, dönüştürüldük!
2000’li yılların başında ise Türkiye o dönemin en çok izlenen kanallarından birinde Türkiye politikasını konu alan bir diziyle tanıştı. Dizi kısa sürede kahvehanelerde bile toplu bir şekilde nefes almadan izlenir duruma geldi. Bu dizi sayesinde de sokak çatışmaları, adam öldürmek, mafyalaşmak, kabadayı tavırlar takınmak güç oldu, evla sayıldı. İşte bu noktada da bizler yine farkında olmadan o yıllardan bu yıllara naif Anadolu çocukları olmaktan çıktık ve birer Kurtlar Vadisi Çocukları olduk, oldurulduk!
Nerden Nereye…
Bizim bu dönüşümde hiç mi payımız yok tabi ki var dediğinizi duyar gibiyim. O zaman şapkayı önümüze koyup bir kez daha düşünelim. Düşünelim ki yetişecek yeni nesle bunu yapmalarına müsaade etmeyelim. Terör eylemi sadece ülkemiz sınırlarına, ekonomiye değil yayıncılık üzerinden hayat ve ülke değerlerimize de yapılmaktadır. Bize dayatılan bu ortamda yayıncılık terörünün de farkına varıp dur deme zamanı gelmedi mi? Ekmeklerine daha ne kadar yağ süreceğiz? Sürdüreceğiz?
Değerlerinizin farkında olduğunuz, sahip çıkmak adına uyanık olduğunuz yarınların umuduyla sağlıkla kalın… Bugünkü yazımıza aday adayı olan arkadaşlarımın sitemkar mesajları ile başlayayım.
Hemen hemen hergün yazdığım yazı ile kulislerde dolaşan bilgileri okurlarımla paylaşıyorum.
Elime net bilgi gelmeden hiç ama hiç kimseyle ilgili hüküm belirtmiyorum.
Doğrudur her ilçede onlarca var olan aday adayları arasında çok sevdiğim, değer verdiğim, dostluğu ile arkadaşlığı ile gurur duyduğum kişilerde var.
Ne yaparsınız ki herkesi aday yapmak mümkün olmayacağı gibi bizlerde yazılarımızda herkesten bahsedemiyoruz.
Kaldı ki ben haddimi bilerek etkin olduğum ve haber kaynaklarımdan emin olduğum yerlerle ilgili görüş belirtiyorum.
Kolay değil, meslekte çeyrek asırdan fazladır görev yaptığımız ve bize güvenenleri yanıltmadığımız için haliyle bilgi kaynaklarımız emin olmadıklarını benimle paylaşmazlar.
Zira yarın yüz yüze bakacağız.
Yazdığımız yazılara gazetemiz web sitelerinden anında ulaşmak mümkün.
Hemen hemen her yazımızı whatshap gruplarından paylaşıyoruz.
Yarın her şey kesinleştiğinde oradaki yazıların anlamı daha bir net olarak anlaşılacağı için benim içim rahat.
Neyse yazımızın sonunda; 'Aday yapma yetkisi bende olsa ne yapardım?' başlıklı bölümde bu konuya kısaca yine değiniriz diyor ve diğer konularımıza dönüyoruz....

İlker Gürbüz ve Recep Erol'u kim engelliyor?
Yerel seçim takvimine girdik gireli gazetemizin etkin olduğu ilçelerimizdeki belediye başkan aday adaylarını yazmaya başladık.
Silivri'den başladık, sırası ile, Büyükçekmece, Beylikdüzü, Çatalca, Avcılar, Esenyurt, Küçükçekmece, Bakırköy, Başakşehir ve Arnavutköy'ü yorumladık.
Büyükçekmece'de yaklaşık 30 yıldır aynı ekibin ve aynı zihniyetin iktidar olduğundan, altıncı döneminde aday olmaya hazırlanan Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün'ün daha önceki beş dönemde nasıl hedefine ulaştığından falan defalarca bahsettik.
İşte kritik cümle o aslında; 1994, 1999, 2004, 2009 ve 2014'de Akgün'ü başarıya ulaştıran etkenler.
Bağlı bulunduğu kendi partisi ile birlikte (Dün ANAP, bugün CHP) rakip siyasi parti yöneticileri ile de (Dün DYP ve CHP bugün AK Parti, MHP ve İyi Parti) iletişim halinde bulunması, diyaloklarını sürdürmesi ve aday belirleme noktasında gücünü göstermesi.
Bugün Büyükçekmece'de objektif bir anket yapılsa ve

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlke Duyan Arşivi