Unutulmayanlar

Hem edebiyat, hem de siyaset alanında önemli bir yere sahip olan Nazım Hikmet sadece Türk edebiyatına değil, 50’den fazla dile çevrilmiş şiirleri ve yazıları ile tüm dünyada iz bıraktı.

O insanlar ki, şiirleri, yaşamları, kitapları, müzikleri, sanatları ile ölüm yıl dönümlerinde sanki doğum günleri kutlanıyormuşçasına anılıyor. Hatırlanmaya, özlenmeye de devam edecekler. Üstelik görüşleri ve ideolojileri farklı olan çevreler tarafından bile...

***

Onlar, tarihe damga vurmuş, baskıya, mevcut sistem içindeki aksaklıklara, sömürüye karşı çıkarak, düzenin değişmesi için bu uğurda mücadele vermiş kişilerden sadece birkaç tanesi...

-Onlar, hapislerde yattı!

-Onlar, sürgüne gönderildi!

-Onlar, idam edildi!

***

Bunlardan biri; “Rüzgara karşı yürüyorum, yamalı caddelerinde bu şehrin / Düşümde gülüşü deniz mavisi çocuklar / Bir memleket var düşümde dostlar...”diyen mavi gözlü dev, Nazım Hikmet.

Hem edebiyat, hem de siyaset alanında önemli bir yere sahip olan Nazım Hikmet sadece Türk edebiyatına değil, 50’den fazla dile çevrilmiş şiirleri ve yazıları ile tüm dünyada iz bıraktı.

1902 yılında Selanik’te dünyaya gelip, 1963 yılında Moskova’da kalp krizi sonucu hayata veda eden komünist yazar / düşünür Nazım Hikmet, siyasi düşünceleri nedeni ile yaşamının büyük bir bölümünü hapiste ve sürgünlerde geçirdi. Yasaklı olduğu zamanlarda “Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman, Ercüment Er” mahlaslarıyla yazmaya devam etti.

***

Kurtuluş Savaşına katılmak üzere arkadaşı Vala Nureddin ile Anadolu’ya geçtiğinde 19 yaşındaydı. Bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptı. Fakat, Milli Mücadeleye karşı padişahın yanında yer alanların düşmanlığını kazanmıştı.

1922 yılında Moskovaya gittiğinde Ekim Devrimi sonrası başlamış olan Rus iç savaşının sonlarına gelinmek üzereydi. Türkiye Komünist Partisinin üyesi olarak burada felsefe, siyasal bilimler dallarında eğitim aldı. Türkiye’ye döndü.

***

1938 yılında, komünizm propogandası yaptığı gerekçesiyle 15 yıl ağır hapis cezası verildi. Bu cezanın üzerine, şiirlerinden dolayı bir 15 yıl daha ceza eklendi. Suçu “Donanmayı isyana teşvik”idi. Cezaevinde olduğu zamanlarda bile, gericiliğe, faşizme karşı en güçlü silah olarak kalemini kullanmaya devam ediyordu. O, ezilenlerin, sömürülenlerin yanında var olmuş, adil ve özgür bir ülke hayalini gerçekleştirmek için yılmadan, usanmadan ölene kadar mücadeleye devam etmişti.

***

İstanbul, Sultanahmet Cezaevi’nde “Kuvayı Milliye Destanı”nı yazmaya başladı. Ancak dışarda gelişen baskıcı, gerici faaliyetler karşısında çaresiz kalmak onu üzüyordu. Açlık grevine başladı. Sağlığı giderek bozulmaktaydı.

Nihayet, 1950 yılında Demokrat Partinin seçimi kazanması ve çıkarılan af yasası ile 13 yıl 5 ay süren mahkumiyeti sona ermiş ve özgürlüğüne kavuşmuştu.

1951 yılında çok sevdiği ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı.

***

1951 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldığında, “Beni Türklükten, halkımın evladı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuvvet çıkaramaz, ayıramazsınız.”diyecekti.

Tam 46 yıl geçtikten sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kendisine iade edildi.

***

Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim / Akarsuyun, meyve çağında ağacın / serpilen gelişen hayatın düşmanı / Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına / çürüyen diş, dökülen et.../ bir daha dönmemek üzere yıkılıp gidecekler / ve elbette sevgilim, elbet dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet...”

***

1936 yılından 1968 yılına kadar eserlerinin Türkiye’de basımı ve yayımı yasaklanmıştı.

Ustalık döneminin ilk kitabı, Mehmet Çelebi’ye karşı ayaklanma hazırladıkları gerekçesi ile asılan Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal' in destansı hikayesini anlatan “Simavne Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin”dir.

***

Takvim yaprakları 3 Haziran’ı gösterdiğinde Nazım Hikmet’in sözleri, şiirleri dökülür sayfalarca...

O, özleyenlerin, emekçilerin, güzel bir dünya düşleyenlerin, sevdalıların, vatan hasreti çeken suskun yüreklerin sesi gibidir adeta...

O yüzden denir ki; “Özledim denmez, Nazım okuyorum” denir.

Velhasıl, bu dünyadan bir Nazım geçti...

Selam olsun!

***

Şair ceketli çocuk...

Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın. Bunun için sana kimse puan yazmaz tabii; ama anlarlar. Orada birisi farklı yürüyordur.”

Bu sözlerin sahibi, 25 Haziran 2005 yılında henüz 33 yaşındayken kanser illetinden aramızdan ayrılan “şair ceketli çocuk” Kazım Koyuncu...

Beni radyasyon değil, bu ülkedeki sistem kanser etti” sözleri ile çernobil kazasından sonra yeterli önlemleri almayan hükümet yetkililerini eleştiriyordu.

Karadeniz müziğini rock müziği ile buluşturarak farklı bir tarz yaratmıştı. O sadece müzik adamı olmakla kalmamış aynı zamanda çeşitli çevre eylemlerinde de aktivistlik yapmıştı.

***

Hopa’da bakkallık yapan bir babanın oğluydu. Ancak anlatımından orasının sadece bir bakkal dükkanı değil, gazetelerin, dergilerin ve kitapların bulunduğu, gençlerin bunları okumak için ziyaret ettiği bir kütüphane olduğunu anlıyoruz. Kazım Koyuncu henüz 10 yaşında iken, 12 Eylül’de altı ay hapis yatmıştı babası Cavit Koyuncu...

Bu yüzden devrimci fikir ve hareketlerinin nedenini “Kitap okuyan bir babaya sahip olduğum için diğer çocuklardan farklıydım” diye açıklıyordu.

***

Kazım Koyuncu İstanbul Üniversitesinde Siyasal Bilgiler Fakültesini okuduğu sıralarda göz altına alındı. Eğitimini tamamlamadan okulu bıraktı ve müziğe yöneldi. Çağdaş Oyuncular'ın sahneye koyduğu "Faşizmin Korku ve Sefaleti" adlı oyunun müziklerini yaptı. Daha sonra da çeşitli televizyon dizilerinin müziklerini hazırladı. 

Onun şarkılarında, devrim vardı, doğa vardı, aşk vardı...

KUTU

Kazım Koyuncu'ya saygı

Kürdüm dedim, hadi lan bölücü dediler. Laz'ım dedim, hadi lan devşirme rum dediler. Çerkez'im dedim, hain Ethem'in torunları dediler. Aleviyim dedim, dinsiz kızılbaş dediler. Ezidiyim dedim, Yezidin pis soyu dediler. Arabım dedim, pis yobazlar dediler. Ben dedikçe onlar da bir şey dediler. İnsanım diyecektim ama insanlığa ait her şeyi yok ettiler.”

***

Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.

Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük.

Biz de öldük! Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."

diyerek aramızdan ayrıldı.

Toplum gerçekte ne istiyor? Unutulmazlar listesinde yerlerini alanlar kimler?

Özgürlükleri savunan, işçinin-emekçinin yanında saf tutan, adalet isteyip haktan yana olan, sömürülenlerin ve ezilenlerin yanında mücadele vererek yaşamını geçirmiş / geçiren insanlar her daim anılmaya ve eserleri ile yaşatılmaya devam ediyorlar.

Selam olsun...

***

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi