25 litre

25 litre
İçilebilir su kaynaklarının günden güne azalması ve hatta yok olmaya başlaması küresel bir sorun.

İçilebilir su kaynaklarının günden güne azalması ve hatta yok olmaya başlaması küresel bir sorun.
Gelecekte tüm dünyayı etkisi altına alacağı öngörülen su kıtlığı sorununa dikkat çekmek, suyun doğru kullanımı ile ilgili insanları bilinçlendirmek ve farkındalık yaratmak için dünyada ünlü yüzlerle çekilen, uluslararası kanallarda yayınlanan, benim de birkaçını izlediğim belgesellere bir tane de ülkemizden eklendi.
Belgeselin adı"25 Litre". Anlatıcılığını Gökhan Özoğuz(Athena)'un üstlendiği belgeselde, suyu korumanın önemine dikkat çekilirken, su tüketimi konusunda bireysel yaşam alışkanlıklarımızda yapacağımız değişikliklerle,bu duruma nasıl olumlu etki sağlanabilir vurgusu yapılıyor.
Gökhan bir deney yapıyor, 25 litre su ile bir gününü geçirmeye çalışıyor.
Belgeselde tarihçi yazar İlber Ortaylı gibi daha pek çok isim konuyu farklı açılardan ele alıp, çözüm önerileri konuşuluyor.
Süreçte Özge Özpirinçci'de Özoğuz'a katılıyor. Belgeselde su kaynaklarının neredeyse tükenme noktasına geldiği,su sorununun en çok hissedildiği, dünyada susuzluğunu ilan eden ilk şehir olan 4,5 milyon nüfuslu Güney Afrika kenti Cape Town'da içme suyunun karneye bağlandığından da bahsediliyor.
Kentte hergün birçok kişi ellerinde bidonlarla çeşmelerin yolunu tutuyor ve görevlilerin gözetiminde su alıyorlar.
Kişi başına düşen günlük su miktarı 50 litre ile sınırlandırılmış. Su simsarlarının yüklü miktarda su alıp, kentte vatandaşlara yüksek fiyatlara satmaya başlamalarıyla bu miktar 25 litreye düşürülmüş. Fazla tüketim yapan kişilere de para cezası kesiliyormuş. Yetkililer vatandaşlara duş sürelerini 2 dakika ile sınırlamaları ve tuvaletin sifonunu olabildiğince az çekmeleri gerektiği konusunda sıkça açıklamalarda bulunuyorlarmış. Belgeselde konuşan bir Cape Town vatandaşı, araba yıkamanın yasak olmadığını ama toplumda hoş görülmeyen birşey olmaya başladığını, temiz bir araba kullanana diğer insanların ters ters baktığını söylüyor.
Diş fırçalarken suyu açık bırakmamak, duşu en kısa sürede almak, kullandığın suları dökmeyip sifon suyu yapmak, el yıkamak yerine el dezenfektanı kullanmak, otellerde müşterilerin havlularının sürekli yıkanmaması gibi önlemler alıyorlarmış. Belgeselde bazı sahneler çok düşündürücü gerçekten.
Sokakta insanların birbirlerinin sularını çalması, komşundan az da olsa su istediğinde olumsuz cevabın alınması, yıkarken daha az su tüketmek için insanların kendi saçlarını kesmesi, susuzluk sebebiyle böbrek yetmezliği, dizanteri, tifo gibi hastalıkların yaygınlaşması, artık çiçeklerin bile susuzluktan yetiştirilemez olması...
Hayal etmesi bile korkunç değil mi?.. Uzmanların söylediklerine göre Türkiye'nin de 20-30 yılı varmış. İstanbul'da kişi başı su tüketimi günlük 190 litre (bu oran yazın 220 litrelere çıkabiliyor,kışın 175 litreye düşebiliyormuş). Suyun yokluğu korkutucu bir durum. Suyun muadili yok, yerine başka birşey koyma şansımız yok. Göçler ve nüfus artışı göz önüne alındığında tablo daha da kötüleşiyor. Çünkü kaynaklar sonsuz değil. Bu kaynakları korumazsak,var olan tüketimin yanı sıra yağışlar azalır, iklim göçleri artarsa neler olur? Yapılan araştırmalar çok değil önümüzdeki birkaç on yılda, 100 milyondan fazla insanın iklim mültecisi olacağını söylüyor. Gelecekte yaşanacak su savaşlarının da toplumsal yıkımlara yol açacağı tahminleri yapılıyor. Dünyanın susuz kalması gibi olaylar hep geleceğin problemi ya da senaryosu gibi görülürdü. Dünya alarm veriyor ve bundan da çok vakit kalmadığını anlıyoruz. Uzmanlar 2040'a kadar İstanbul'un hava sıcaklığının 3 derece artması, bahar yağmurlarının da %20 azalmasını bekliyor. 
Peki su problemiyle yüzleşen diğer ülkelerden ne öğrenebiliriz? Mesela 5,5 milyon nüfuslu,doğal göllere sahip olmayan Singapur.. Su geri dönüşümü, yağmur suyu hasadı ve deniz suyu arıtma sistemleri ile sadece 50 yıl içerisinde susuzluğun önüne geçmeyi başardılar. Acaba çok geç olmadan kendimize düşen dersi çıkartabilecek miyiz? 
Su ile ilgili tüketim şeklini ve rutinlerimizi değiştirmeliyiz. Çünkü aldığımız, yediğimiz,kullandığımız herşey su tüketiyor. Tüm eylemlerimizi gözden geçirmeliyiz.Diş fırçalamanın 6 litre, el-yüz yıkamanın 4 litre, sifon çekmenin 15 litre,bir makine dolusu bulaşığı elde yıkamanın 103 litre(makine de yıkamanın 9, sudan geçirilirse 57 litre)olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Bunun yanı sıra "sanal su" dediğimiz yani bir ürünün yetiştirilmesi, üretilmesi, paketlenmesi ve nakliyesi aşamasında kullanılan, dolaylı yoldan tükettiğimiz su miktarını da düşünerek, hep birlikte, kolektif bir eylemle su tasarrufuna gitmeliyiz. 
Dünya giderek ısınıyor, bir yerde buzullar eriyor, diğer tarafta suyumuz bitiyor. 20 yıl öncesine kadar Türkiye'de kişi başına düşen su miktarı yılda 4000 metreküp iken,şimdi bu oran 1430 metreküp civarına düşmüş durumda. Çözüm suyun mevcutken korunmas, su tasarrufu ve bu bilinci yaymak.    Herkes taşın altına elini koymalı. Belgeselin sonunda İlber Ortaylı'nın da söylediği gibi "Kuşkusuz felaketi önlemek için, her zamankinden daha sorumlu, daha mütevazı, daha ölçülü davranmak zorundayız. Çünkü başka bir dünya yok.."

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.