Arkamdaki dağ gitti

Arkamdaki dağ gitti
Babamın by pass ameliyatı olması gerektiğini ve dört damarının birden tıkalı olduğunu öğrendiğimde 15 yaşımdaydım. O güne kadar hastalık nedir nasıl bir şeydir hiç bilmeden yaşayan, dünyanın epey güzel bir yer olduğuna inanan bir çocuktum.

Babamın by pass ameliyatı olması gerektiğini ve dört damarının birden tıkalı olduğunu öğrendiğimde 15 yaşımdaydım. O güne kadar hastalık nedir nasıl bir şeydir hiç bilmeden yaşayan, dünyanın epey güzel bir yer olduğuna inanan bir çocuktum. O günden sonra dünyanın aslında pek de öyle iyi bir yer olmadığını, sevdiklerimizin hastalanabileceğini ve hatta ölebileceğini fark ettim! İlk defa annemi ağlarken görüyordum. "Babana bir şey olursa biz ne yapıyoruz?" diye soruyordu. Bu sorunun cevabını bilmiyordum, yanıtlayamıyordum. Sadece yutkunuyor ve görünmesini istemediğim gözyaşlarımı içime içime akıtabiliyordum... GATA'nın bahçesindeki ameliyat gününü anımsamıyorum sonra. Bütün ailemiz, babamın dostları, sevenleri o hastanenin koridorlarını doldurmuştuk. 6 saattten fazla sürmüştü hayat ve benim için 6 saat durmuştu dünya... Çocuktum ama kulağıma bazı fısıltılar geliyordu; "Riskli bir ameliyat masada kalabilir..." Bu ihtimali düşünürek uyumaktan hep imtina ettim; evet evet, 15 yaşımda...
15 yaşımdan bu yana hep babamı kaybetmekten korktum, o'na bir şey olmasından korktum. O gün ameliyattan başarıyla çıksa da babam; "ya gene aynı şeyler olursa" diye korkarak yaşadım senelerce... 
Hayat bu; gitgeller, sevmeler, küskünlükler, kızgınlıklar, mutluluklar, sevinçler nice hatırayı saklıyoruz heybemizde. Ben de babamla her duyguyu yaşadım. Çok sevdim, çok kaybetmekten korktum, bazen kızdım, bazen üzüldüm, bazen ağladım... Ama hep içime, içime...
Seneler sonra korktuğum başıma geldi. "Babanız kanser" dediler. Öyle yüzümüze; gayet sıradan, normal bir şeymiş gibi. "Kanser" kelimesinin ağırlığını omuzlarda hissetmek, onu taşımak, sevdiğinize kondurmak imkansız bir şey... Kabullenemedim. 
Hastaneden çıkıp hızlı adımlarla ve nereye gittiğimi bilmeden yürüdüğümde; Umut'u aramıştım. Umut; "Nasılsın, ne var ne yok?" dediğinde hiçbir şey diyemeden; hıçkırarak ağlamıştım... Kelimeler düğümlenmişti artık... 
15 yaşımda korktuğum seneler sonra başıma gelmişti. Ama babam bu; kolay kolay vazgeçecek, kendini bırakacak biri değildi. Tam 4 sene evet evet dört sene kanserle savaştı. İki kere yendi. Hiç pes etmedi; en çok ağrısı sızısı olduğu zaman bile endişelerimizden, korkularımızdan, sakınmamız için; "Ben çok iyiyim beni düşünmeyin" dedi...
4 yılın sonunda yoruldu artık. Taşıyamadı bedeni o yükü. Çok değil işte birkaç gece önce; kolunda takılı serum şişesine bakıp; "Çıkarın" dedi; "Artık her şey bitti" dedi. Tam da bu şu tümcedeki gözyaşlarımı silebilecek ne var? Hiçbir şey... 
Babam ilk kez dayanamıyordu acılarına; ilk kez bırakmıştı savaşı. Ve; "Her şey bitti artık tekim" demişti. Şuuru kapanmaya yakın bütün sevdiklerini başına topladı; "Hepinizi çok seviyorum" dedi ve öyle gitti babam...
Sağ iken kaç kere söyleyebildim, söyledim hatırlamıyorum ama ben de seni çok sevdim, seviyorum baba. Seninle Galatasaray maçlarını izlemeyi çok özleyeceğim, hakeme beraber kızacağımız günleri çok özleyeceğim, sabah kahvaltısında yaptığımız sohbetleri sonra ve senden kalan bütün çocukluk anılarımı. Birlikte basketbol oynadığımız o parkı, iki tekerlekli bisikletin üzerinde dengeyi sağlamaya çalışan küçük bir çocukken benim pedelladığım bisikletin ardından koşturmanı ve nice güzel zamanlarımızı.  Hep özleyecek, hep anımsayacağım. Sadece mutluluklarımızı değil kızgınlıklarını, öfkeni dahi özleyeceğim; "Ben hayatta olduğum sürece hiçbir şeyden korkma oğlum. Hiçbir şeyi dert etme, sıkıntı etme. Arkanda dağ gibi baban var" deyişini mesela... Arkamdaki dağ gitti ve ben sensiz daha bir eksiğim baba. Seni çok özleyeceğim. Yattığın yer nur olsun, mekanın cennet olsun...

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.