Rahsa Pınar Çetinkaya

Rahsa Pınar Çetinkaya

Susmanın adıdır Narin!

“Haksızlığı hak bilen zalimlere müracaat etmek, o zalimlerin benliğini okşamak ve hakka bir saygısızlık ve hürmetsizlik olur.” Söz bu kadar keskin, bu kadar net. Haksızlık karşısında susmak, yanlışa boyun eğmek, zalimin omzuna el atıp ondan medet ummak. İşte bu, belki de insanlık onuruna yapılabilecek en büyük ihanettir. Oysa ki adalet, erdemli olmanın bir gereğidir. Onurlu bir insan, haksızlıkla karşılaştığında sessiz kalamaz, kalmamalıdır da.

Narin’in yaşadığı acı, sadece bireysel bir dram değil, toplumsal bir sessizliğin sonucuydu. Eğer toplum, bireylerinin sesini duymaz, onları haksızlığa terk ederse, bu yalnızca bir bireyin değil, tüm toplumun çöküşünü getirir.

Dünyanın en büyük şairleri, yazarları ve düşünürleri hep bu dertle dertlenmişlerdir. Adaletin yok sayıldığı bir toplumda, bireylerin vicdanlarına başvurmaları gerektiğini dile getirmişlerdir. Nitekim Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:

“Zulmü alkışlayamam,

zalimi asla sevemem

gelenin keyfi için

geçmişe kalkıp sövemem.”

Bu dizeler, zulme boyun eğmenin ve haksızlığa ortak olmanın ne denli yanlış olduğunu bize hatırlatır. Eğer bir insan haksızlık karşısında susuyor, boyun eğiyor ve hatta zalimin tarafını tutuyorsa, o kişi de en az zulmü işleyen kadar sorumludur.

Zulmün ve haksızlığın gölgesinde susmak, korkmaktan öte doğrulara yapılan gasptır, günahtır...

Kötülük, bir toplumda sadece kötüler sayesinde değil, iyilerin sessizliği sayesinde de büyür. Martin Luther King'in bu konuda söylediği bir söz vardır:

"Dünyanın en büyük trajedisi, kötü insanların yaptığı şeyler değil, iyi insanların sessizliğidir."

Haksızlık karşısında durmamak, onu onaylamak gibidir. İnsan, doğru bildiği yolda yürümek zorundadır. Yanlışları görüp susmak; kötülüğe göz yummak, belki de en büyük kötülüktür.

Bu yüzden haksızlıklara karşı her zaman hakkı savunmalı, kötülüğe başkaldırmalı ve adaleti haykırmalıyız. İnsanın adalet mücadelesi, sadece bir hak arayışı değil, aynı zamanda insanlığın onurunu koruma çabasıdır.

Nazım Hikmet, zulüm ve haksızlıkla mücadeleyi bir yaşam felsefesi haline getirmiş bir başka şairdir. O, zulme karşı dimdik durmanın bir insanlık borcu olduğunu şu dizelerle dile getirir:

"Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim! … Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine, Bu hasret bizim!"

Nazım, sadece birey olarak değil, toplumsal bir uyanışa da işaret eder. Haksızlığa karşı durmak, hem kişisel hem de toplumsal bir vazifedir. Kendi onurumuzu koruduğumuz gibi, başkalarının onurunu da savunmalıyız.

Bugün dünya; haksızlıklarla, yanlışlarla ve kötülüklerle dolu. Fakat unutulmamalıdır ki, kötülüğe ve haksızlığa boyun eğen her insan, adaletsizliğin bir parçası olur. Gözlerimizi kapayıp, kulaklarımızı tıkayarak vicdanımızı susturamayız. Vicdanımızın sesini her zaman dinlemeli, nerede bir haksızlık görürsek orada adaletin sesi olmalıyız.

Çünkü Yunus Emre’nin de dediği gibi:

“Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

Dünya kimseye kalmaz.”

Dünyanın kimseye kalmayacağını bilsek de, bizler bu dünyada adaletin, hakkın ve iyiliğin savunucuları olarak kalmalıyız. Haksızlığa boyun eğmeden, doğruluğun izinde, vicdanın rehberliğinde adaleti aramalıyız. Efendilik, beyefendilik, hanımefendilik yapacağım diye kötülüklere susan kişilerin adaletlerine güven duyulmaz. Yüreğin adaleti susmaz, susturulur...

Kötülük, sadece kötüler sayesinde değil, iyilerin sessizliğiyle de büyür. Haksızlık karşısında durmamak, onu kabul etmek anlamına gelir. İşte bu yüzden, Narin’in hikayesi, adalet mücadelesinin bir simgesi haline geldi.

Narin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Rahsa Pınar Çetinkaya Arşivi