Gazetecilik bu ülkede bedel ister

Omurgalı olan çıkıp ortaya “-Ben gazeteciyim” diye yüreğini açsın. Kimi emekli öğretmen, kimi mühendis, kimi emekli memur, kimi şarkıcı, kimi ise gay. Basın bu ülkede bitmiş, vay anam vay vay...
Metropol şehir İstanbul'da geçti çocukluğum, gençliğim ve meslek hayatım. Kolay değil; bir diğer adı dünya başkenti olan o şehirde yarım asırdan fazla ömür sürdüm.
Çocukluğumda sefaleti yaşayıp, gençliğimde de ideallerim uğruna bedeller ödediğim 
Selimiye, Davutpaşa, Hasdal ve Alemdağ kışlaları ile emniyetin Gayrettepe hücrelerinde salt gazeteci olmamdan ve yaptığım haberler yüzünden yaşadığım eziyetlerin ve işkencelerin adıdır şu saydıklarım.


SAHİ SİZ İŞKENCE 
NEDİR BİLİRMİSİNİZ?

‘Filistin askısı’ diyerek başlayayım bu paragrafta söze. Şimdi diyeceksiniz ki “O da ne ?” 
Önce sizi sandalyeye çıkarır, vücudunuzu esas duruşa getirir ve sizden kollarınızı iki yana açmanızı isterler. Kollarınıza iplerle bağlanan sopadan sonra yavaşça bedeninizi yukarı çekip altınızdaki sandalyeyi kaldırırlar.  
Sonrada bir kablo alınır, bir ucu serçe parmağınıza diğer ucu idrar döktüğünüz uvzunuza bağlanır. Ardından o kablo aküye bağlanır, çalıştırılır. Kulaklar çınlar sağır olurcasına.  Ama kimse seni duymaz.


DAHA FAZLASINI YAPARLAR
Seni masaya uzatırlar kollarını. “Ayaklarını aç!” derler. Çaresiz açarsın. Önce ellerini sonra ayaklarını bağlarlar. Vücudunu gerdirip ayaklarını açarlar. Sonrasındaysa masayı çekip alırlar. Tüm vücudun gerilmiş bir halde beklersin. Kum torbası düşer ciğerlerine.   Acı ile haykırırsın ama kimse duymaz sesini. Sen orada acı içinde feryat ederken, İstanbul gecelerinde birileri doruklarındadır yaşamanın ve eğlencenin. 


TEKERLEK DEDİĞİN SADECE 
OTOMOTİVDE KULLANILMIYOR

Bedeninizi yatırırlar betona. İki tekerlek getirirler ortaya. Oysa 4 tekerlek olması lazım malum patlar falan. Ön ya da arka fark etmez. Birini kollarınıza diğerini, bacaklarınıza geçirirler. Vücudunuz hareket etmez, ayaklarınızı bile kımıldatamazsınız. Darbeler iner ayaklarına. Feryat etsen de duyulmaz sesin. 
Ve sen bu haldeyken, sözüm ona dönemin yandaş gazetecileri vatan kurtarmak ya da hükümet kurmakla meşguldür rakı-balık masalarında


BUNCA EZİYETTEN SONRA 
‘NE MUTLU CEZAEVİNDEYİM’ 
DEDİĞİM ZAMANLAR OLDU:

Bedenim bitmiş, vucudum yaralı bir halde işkencelerden kurtulup cezaevine geldiğim için  dersinki artık işkence yok sorgu yok.  
Huzur içinde başımı yastığa koyduğum gecelerde tutsaklık gelmedi aklıma. O an gözlerini kapayıp daldım anılara. 
Elimde fotoğraf makinası ile hala haber peşinde koşup duruyordum. Kahvehane taranmış 4 ölü 9 yaralı, işçilerin grev nöbeti basılmış çocuğunun gözü önünde babası copve sopa darbeleriyle yerlerde. Üniversite çıkışında silahlı saldırı ölü ve yaralı var,  sonra işkence içinde feryatları duyuyorsun. Birden gözlerini açıyorsun, etrafın dört duvar. İşte o an senin mutluluğundur o anılar, tutsak olsan da burada.


GELELİM BUGÜNÜN
GAZETECİLERİNE 

Bu şehirde Bulgaristan, Tekirdağ ayağını kullanıp eşim dostum deyip, gizlice otel odalarına gönderip, içerikli (!) görüntüler çekip, sonrada bu görüntüleri servis yapacağım tehdit ve şantajıyla ceplerini dolduran, sonrada gazeteciyim diye ortalıkta dolaşanlar.


TEK TEKÇİ GAZETECİLER
Nasıl ki İstanbul gecelerinde boğaz muhabirleri vardır. Meslekte hep önde ve bir adım ileride giderler. Hilton'a, Dedeman’a, Swiss Otel’e girişlerinde ‘Kimsin?’ diye sorulmaz onlara. İstanbul’dakilerin benzeri bir gurup var burada da. Onlarda Tekirdağ’ın sosyetesi nerede ise onlarda onların peşindedir her daim.


SAPLA SAMAN 
BİR BİRİNE KARIŞTI

Tekirdağ Süleymanpaşa’da düzenli çıkan kaç günlük, haftalık ya da aylık gazete var ve  bunların hangisinde çalışanlara verilmiş tanıtım kartı var? 
Dikkat! Basın kartı demiyorum. Gazetenin tanıtım kartı diyorum (!) Soruyorum kaçında  var? 
Törenlerde, resepsiyonlarda, protokollerde ve tüm etkinliklerde en ön saflarda yer alıp bol bol resim çekip dururlar.


TETİKÇİ GAZETECİLER
Yine gazeteci kimliği ile ortalarda dolaşanların bazıları kimileri tarafından provokasyon aracı olarak kullanılıyor, yaptıkları iğrençliklerle bu şehirde onuruyla görev yapan gazetecileri zan altında bırakıyor. Ya da Facebook, Twitter, Instagram, Whatssap üzerinden asılsız yazılar yazarak kurumları ve şahısları şüphe altında bırakıyorlar. 


ŞİMDİ GELELİM 
ÖNSÖZDEN SONSÖZE

Gelelim yazımızda ifade buyuracağımız kıssadan hissemize:
Yazdıklarımı okudunuz. İçinizi karattığımı biliyorum. Bunlar benim bizzat yaşadığım gerçekler, diğerleri ise gözlemlerim ve müşahade ettiklerimdir. Her biri G’sinden K’sine Gerçek’tir. 
Yazdıklarım Tanzanya ya da Papua Yeni Gine’de yaşanmadı. Ben bunları doğduğum büyüdüğüm, yaşlandığım ülkede yani Türkiye’mde yaşadım. Başıma gelen olayların hemen hepsinin altında ülkemi ve halkımı çok sevmek vardı. 
Sevgimi anlamayanların da tezi benimkiyle aynıydı. Diyorlardı ki bana, “Seninkisi vatan ve halk sevgisi değil. Vatan ve halk sevgisi bizim içimizde hissettiğimizdir”
Şimdi anlıyorum ki, vatanı ve halkı sevmek elinde kalemi olanın değil, belinde silah, elinde copla yaşayanın hakkıymış. Vay anasını be! Kazayla bird aha dünyaya gelirsem vatan diye saksımdaki toprağı, halk diye de o saksıda yetiştirdiğim biberleri seveceğim.
Yeni bir konuda görüşmek umut ve dileği ile dostlar. Hepinize sağlık huzur ve mutluluk içinde güzel bugünler ve yarınlar diliyorum. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Demir Arşivi