Olacak iş değil!

Olacak iş değil!
Yolun sonu görünüyor olmasa da, birileri çeşitli telkinlerle, aklımız, bilgimiz, his-iman ve kutsallarımız etrafında inşa ettikleri görünmez zindanlarla ile bizleri diledikleri gibi yönlendirebiliyorlar. Yönlendiriliyoruz ve adeta kontrol altındayız.

Yolun sonu görünüyor olmasa da, birileri çeşitli telkinlerle, aklımız, bilgimiz, his-iman ve kutsallarımız etrafında inşa ettikleri görünmez zindanlarla ile bizleri diledikleri gibi yönlendirebiliyorlar. Yönlendiriliyoruz ve adeta kontrol altındayız.
Evet yönlendiriliyoruz. Kişisel hırs ve saplantılarımızı toplumsal bir kılıf ile gündeme getirmeyi "dik durmak" olarak halkın beynine sokuyoruz. Sonra da masallardaki gibi, büyülü bir hava yaratılarak ve güçlü bir kurtarıcıya ihtiyacımızın olduğu vurgusu ile istedikleri yörüngeye yerleştiriliyoruz. Ve her şey Ey! diye başlayınca, tüylerimiz diken diken oluyor, duygularımız kabarıyor ve artık herkes bizim düşmanımız,  bütün küçük dağları biz yarattık kibriyle başkalarına hava atıyoruz.
Hele son günlerde, gündemi dinamitlercesine verilen fetvalar. Yapılan yorumlar, beğenmeler ve reddiyeler. Olacak iş değil! Benzeri çirkin ve kadınları aşağılayan tarzda, din adamı rolüne girmiş kişilerin açıklamaları. ..Yapmayın Allah aşkına, yapmayın!
Kocaman prof. bilim adına konuştuğunu söyleyip, bilimi kirletmeyi hüner sayıyor. Neymiş efendim “Nuh Peygamber akıllı telefon kullanıyormuş." İnsansız hava aracından bahsediyor, beyinleri çöplüğe çevirme telaşına geri durmuyor. Türkiye gündemi bu. Oysa, etrafımızda hangi dolapların döndüğünü, ülkenin gelişmişlik düzeyini, enflasyonu, hukuku konuşmak yerine, Rüyalarını anlatmayı bilimsellik sayıyor. Ve biz de onu dinleyerek, uyuşturuyoruz kendimizi. Bakan Soylu'nun bahsettiği "Bacaklarını kırın, suçu bana atın." dediği kişiler bu tip uyuşturucu yayan kişiler galiba?
Dostumuz kaldı mı acaba, şu kocaman dünyada? O kadar yalnızlaştırıldık ve üstümüze ayrılık gömleği giydirildi ki; toplumsal faylar göbek atarak ayrılıyor birbirinden. Dünyadan koptuk, kopuyoruz. Ülke içinde durum aynı. Ne yana dönsek, batan bir diken gibi oldu süreç. Söylemler yaratılan karanlıklarda kayboluyor. Yeni yıla zamlarla girdik. Enflasyon yüksek. İşsizlik tırmalıyor yürekleri. Gelecek kaygısı giderek psikolojik travma yaratıyor. Bize gösterilen tablo da her şey yerli yerinde. Bir tek söylem, bir tek fısıltı gündemi değiştirebiliyor. Bakalım gündemi değiştirecek hangi tür söylemler yankılanacak kulaklarımızda...
Son bir kaç gündür, Suriye'de olup-bitenler gündemin yoğunluğunda silikleşti. Artık gündemimizde yok gibi. Şimdi gözler İran'da. Yeni bir hikaye olmamasına rağmen, kırık nerde, çıkık nerde ve sesin nerede çıkıyor olması önemli. Kolu hem kırılan , hem de çıkan vatandaş, çıkıkçıya gidiyor. Çıkıkçı adamın koluyla uğraşırken, vatandaş sesli olarak yelleniyor. Çıkıkçı " hele bakın, kırık nerde, çıkık nerde, ses nereden geliyor?" diye söyleniyor. Neredeyse ülkemizde ve komşu ülkelerdeki olan biteni ve çıkan sesleri unutacaktık. Sorun İran’da, sesler başka yerlerden geliyor...
Elimizi uzattığımız yerler uzaklaşıyor bizden. Kendimize, yaşadığımız yere ve değerlerimize uzaklaşıyoruz, uzaklaştırılıyoruz. Sorunlarımız çoğalıyor, dostlarımız azalıyor. Vardır bir     hikmeti!

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.