Sokakların çocukları

Neyi düğü belirsiz bir zaman diliminde debeleniyor ve zamanla kaybettiğimiz, her yanımızı saran biz olmak duygusunu ararken,  farkında bile olmadan yelkenlerimizi çoktan suya düşürmüşüz.

Kulaklarımızı  bizden başka yaşayan yokmuş gibi pek çok uyarıya tıkamışız…

Dünyanın ayak sesleri karıncaların ki kadar sessizken,  Soluklarımız  karmaşadan zamanın  tik tak seslerine karışmış. 

Yetimliklerine aldırmadan görmediğimiz, görmek istemediğimiz  sokak çocukları duruyor tam da yanı başımızda.

Yalnız ve sahipsiz kalmış,  bizim gibi yaşayamamışlar diye duymuyor ve saymıyoruz onları.

Neyi düğü belirsiz bu zaman diliminde çok şeyi kaybetmişiz..

Size, bize aslında insanım diyen kimseye  yaklaşmayan kayboluşlar içinde unutmuşuz aradığımız insancıl erdemleri...

Yağmalanmış sokakların biçare veletleri dediklerimiz, bizden olmadıkça umarsızlıkla geçip gittiğimiz, okumaktan korktuğumuz hikayelerimiz değiller mi aslında sokakların karanlığına terk edip görmezden geldiklerimiz?

Dünyaya,  nefret tohumları saçılmışken, gözleriyle şefkatin sıcaklığını bekleyenlerin utançtan ördüğü duvarlarına inançla ve inatla farklı kaygılar içinde gülüp geçiyoruz.

Özgürlüğün bir nevi tutsaklığa gebe olduğuna inanıyordu sokakların çocukları..

Kim gelirse yüreğine takmak için taşıyorlardı kelepçelerini…

Oysa sadece kapılar değil, kalplerde de kapalıydı sokakların doğurmadığı ama sahiplendiği çocuklara hem de biz merhamet ve bağlılıklarımızla övünürken…

Türkiye’yi öfke yönetiyor, kutuplaşma yönetiyor. Herkes kendi gettosuna çekilmiş durumda. Herkes karşısındakini önce süzüyor: Bizden mi, yoksa değil mi? diye 

Sokağı, sokaklarda yaşamak zorunda bırakılan çocukları düşünmek, umursamak büyük lüks…

Hoşgörü, merhamet ve saygı toplumun tutkalıydı..

Türk, Kürt, Laz, Müslüman, Hıristiyan, Ermeni, Rum, Musevi hepimiz bir aradaydık.

En zenginle en yoksul aynı sokağı paylaşırdı, evler açıktı, çocuklar hep birlikte oynardı... Müthiş bir mozaik...

Ya şimdi?

Cehaletin örttüğü her güzel duyguyu ve sevgisizliği yansıttık sokaklarımıza,  sokaklarda yaşattıklarımıza…

Bir yanda güvenlikli siteler, özel okullar, servisler, özel araçlar..

Öte yanda bizim memleket durumu.. Siirtliler, Vanlılar, Karadenizliler... Mümkünse aynı semtte, tabii aynı kahvehanede…

Ayrıştıkça, koptukça, bölündükçe unuttuk…

Karadeniz’in sert rüzgarına, Ege’nin zeytin kokusuna, Anadolu’nun ayazına, doğunun sıcağına ve kendi kadersizliğine  rağmen yaşama direnen çocuklar sokakta.

Adlarının hiçbir önemi yok aslında sokaklara mahkum ettiğimiz çocuklarımızın...

Anlayacağınız “Bir zamanlar sokaklar çocuklarındı. Şimdiyse çocuklar sokakların”…

Biz ki,  onların ayaklarına prangalar takan çoğunluk olan yalnızları değil miyiz aslında?..

Hadi hep beraber övünelim sevgisiz, saygısız, hoşgörüsüz eserimizle.

İnsan olmanın ve güzellikleri paylaşmanın  erdemini anlatabilir miyiz sanıyorsunuz. Hırsızın, tecavüzcünün, yalancının ve hainlerin yaşadığı sokaklarda,  topu yok diye kadro dışı kalan. Beş dakika binmek için Kimseden bisikletini istemeyen çocuklara…

Sevginin çok ışıklı şehirlerin, yüksek sesli gecelerinden keskin bir bıçak gibi geçmeye ne kadar muktedir olduğunu…

Hem de utanmadan.  Ne dersiniz?

Vesselam

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Remzi Tanış Arşivi