Yerel Yönetimlerde Kültürel Çalışmaların Yeri ve Önemli (1)

Yerel demokrasi demokrasinin beşiği sayılır. Bu noktada yerel yönetimlere büyük görev düşüyor. Bu görevlerin içinde en önemli olanlardan biri de dil ve kültüre ilişkin olanlardır. Ancak katı merkeziyetçi, bürokratik ve otokratik rejimler çoğulculuk yerine demokrasi adı altında tekçiliği öne sürmekleler. Bu durum siyasetten ekonomiye her alanı etkiliyor. Devletlerin son yıllarda neo liberal politikalar sonucu ekonomiden el çekmesi sonucu sosyal ve demokratik anlayışları örseledi, yolsuzlukları ve yoksulluğu artırdı.

Fakat uyguladığı politikalar sonucu gelinen noktada neoliberal dalga da nihayet inandırıcılığını yitirmeye başladı. O yüzden küresel eşitsizlikleri, adaletsizlikleri gidermekten ziyade derinleştirmeye çalışıyor. Ancak neoliberalizm gerilerken, onun sadece bazı sonuçlarının sağdan eleştirisi anlamına gelen sağ popülizm Türkiye gibi orta gelir, demokrasi ve eğitim tuzağında debelenen ülkelerde güç kazanmaya başladı.

Sağ popülizm, yalnızca yandaşı olan "makbul yurttaşları" meşru gören kutuplaştırıcı tarzıyla maddi kaynakların adil dağıtılmamasını adeta doğallaştırdı, bu haliyle bir başka seçkincilik örneğini ortaya koydu.

Tarif ettiği sorunlara çözüm önerisi olarak gücün daha da merkezîleştirilmesini ve tek bir liderin elinde toplanması gibi çağdaş ülkelerin çoktan terk ettiği bir garabete sarıldı. Giderek dozu artan biçimde otoriterleşiyor. Ekonomiden dış politikaya hamaset ve baskı ile meşruiyet sağlamaya çalışıyor.

Baskı artıkça meşruiyeti azalıyor, meşruiyeti azaldıkça baskıyı artırıyor. Tam bir kısır döngü içinde. İktidar ve ortağı, dış düşman, iç düşman, beka söylemiyle yönetim krizini, ekonomi krizi ve demokrasi krizini perdelemeye çalışıyor. Ama artık mızrak çuvala sığmaz oldu.

Gücün merkezîleşmesinin, demokratik kazanımları geriletmekten ve ülkenin kaynaklarını küçük bir azınlığa peşkeş çekmekten öteye gidemediğini herkes görüyor. Bu durumunun yarattığı eşitsizlikler ve hukuksuzluklar siyasi baskı ve kültürel kutuplaştırmalarla perdelenmeyecek boyutlara ulaştı.

Bunu görmemekte ısrar edenler var ama gündüz gerçeğe gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar; gerçek ise orada durmaya devam eder.

Şimdi bu girişten sonra dilin ve kültürün önemi ve yerel yönetimlerin bu konudaki görevlerine bakalım.

Kültür, el ve dil

İnsan değerli bir varlıktır. İnsanın değeri özelliğinden kaynaklanır. İnsanın özelliği ise onu diğer canlılardan ayıran yanına dayanır. Bu yan akıl sahibi bir varlık olmasına dayanır. Ne var ki akıl salt kendi başına bir şey değildir. Çünkü kimse aklıyla duvara bir çivi bile çakamaz. Bunu yapabilmesi için organlara, araçlara ihtiyacı vardır. İşte burada insanı yapan, yaratan ve farklı kılan kültür devreye girer.

Kültür, insanın bütün yapıp ettiklerini, yarattıklarını kapsar. Bu anlamda kültürün maddi ve maddi olmayan unsurları vardır. Kültürün maddi unsurlarını yaratan eldir, kültürün maddi olmayan unsurlarını yaratan ise dildir.

İnsanoğlu son kertede kültür yaratan ve kütür tarafından inşa edilen bir varlıktır. Kültür ise insan tarafından yaratılan her şeydir. Zaten insanı pratik yaratımlar bakımından diğer canlılardan ayıran da kültürdür, diğer bir deyişle kültür yaratan bir varlık olmasıdır. Bu manada kültür aynı zamanda insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurdur.

koseye-gom.jpg

İnsanı belirleyen ihtiyaçlarıdır

Şimdi bir parantez açarak insan ve ihtiyaçlarına bakalım. Canlıların yaşamlarının idamesi için başvurdukları ihtiyaçlar vardır. Konuyu insanın ihtiyaçları bakımından ele aldığımızda insanlarla hayvanlar arasındaki fark daha da net bir biçimde ortaya çıkacaktır.

Bilindiği üzere genel olarak insanın üç çeşit ihtiyacı vardır. Bunlar,

1) Doğal ve zorunlu ihtiyaçlar,

2) Doğal ama zorunlu olmayan ihtiyaçlar,

3) Ne doğal ne de zorunlu olmayan ihtiyaçlar.

Şimdi bunlara kısaca yakından bakalım:

Doğal ve zorunlu ihtiyaçlar insanın yaşamını idame ettirmesi için hem doğal hem de zorunlu olan yeme içme, beslenme barınma gibi ihtiyaçları kapsar. İnsan bu ihtiyaçlarını karşılamadığı taktirde yaşamını sürdüremez.

İkinci önemli ihtiyaçlarından biri de doğal ama zorunlu olmayan ihtiyaçlardır. Bunlar doğaldır ama zorunlu değildirler. Yanı yapmadığımız taktirde ölmeyiz. Örneğin cinsellik bu türden bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç türü insanın ayrılmaz bir parçasıdır, doğasında vardır, doğaldır ama zorunlu değildir. Diğer bir deyişle cinselliği yaşamadığınız taktirde gene yaşamınızı idame edersiniz, ölmezsiniz.

Dikkat ederseniz bu iki ihtiyaç türü hayvanlarda da var. Buraya kadar insan ile hayvan arasında (ihtiyaçları bakımından) bir fark yok. Fark üçüncü ihtiyaç türünde ortaya çıkıyor o da ne doğal ne de zorunlu olmayan ihtiyaç türüdür.

İhtiyaçlar kuramında kültürün yeri

Ne doğal ne de zorunlu olamayan ihtiyaç türü kültür sanat gibi etkinlikleri kapsar. Bunları yapmadığı taktirde insan ölmez, ayrıca bunlar insanın ayrılmaz birer parçası de değiller, sadece bu alanlarda uğraş verenlerin yaratımları ile ortaya çıkarlar.

Ama ilk iki ihtiyaç türü öyle değil. Onlar bütün insanların doğasında vardırlar. Yaşamak ve çoğalmak için beslenmek, barınmak, bürünmek ve üremek zorundalar. Fakat üçüncü ihtiyaç türü için bunların hiçbiri geçerli değil. İnsanı farklı kalan ilk iki ihtiyaç türünü gerçekleştirmesi değildir (onları hayvanlar da gerçekleştiriyor), üçüncü olanıdır (yani bu çalışmanın konusunu oluşturan kültürdür).

Elin ve dilin mahareti

Bu noktada soru şudur: Peki insanın ayırıcı özelliği akıl ise ve akıl da salt başına duvara bile bir çivi bile çakamıyorsa o halde bunu nasıl yapacaktır ve kültürü nasıl yaratacaktır?

Aklın dışarıya iki uzantısı vardır, bu sayede kültürü gerçekleştirir. Bunlardan biri eldir, diğeri de dildir.

El maddi kültür öğelerini yaratır. Etrafınıza bir bakın, gördüğümüz bütün maddi kültür öğeleri muhakkak bir elin ürünüdür. Diyeceksiniz robotlar da var, robotlar da sonuçta bir el tarafından (şu ya da bu şekilde) üretilmiştir. O halde el eşittir insan demektir.

Tabi bir de maddi olmayan kültür öğeleri var. Onlar da dil tarafından üretilirler. Dile ve kültüre dair her şey bu kategoriye girer. İnsanoğlu dil sayesinde sesleri kalıplara dökerek kelime üretmiş, bu sayede aklını ve kültürü geliştirmiş, uygarlıklar yaratmış, yaratıklarını kuşaktan kuşağa aktarabilmiştir.

Diğer bir deyişle insanlık dil sayesinde gelişmiştir, uygarlıklar da, aktarımlar da… Sözgelimi tavuklar neden bir uygarlık yaratmamıştır? Çünkü tavuklar civcivlere hikayelerini anlatamazlar. İnsanoğlu ise hikayesini ve yaratımlarını çocuklarına anlatmış, aktarmış, onlar da kendi çocuklarına aktarmış, böylece insanlığın hikayesi devam edip gelmiştir.

Otuz bin sene önceki insanın durumunu düşünün, havyalarla ortak ve benzer yanları bugünkünden daha çoktu. Ama dili öğrenip konuşmaya başlayınca, bilgi sahibi oldu, bilgi ve birikimlerini aktarınca beyni gelişti, beyin geliştikçe yaratımları gelişip farklılaştı ve giderek hayvanlarla mesafeyi açtı. Bilgi ve deneyimlerin aktarımı zamanla aradaki farkı kat be kat arttırdı ve bugüne gelindi. Oysa herhangi bir hayvanın otuz bin yıl önceki dili ve konumu ne ise bugün de odur. Bir değişim ve gelişim olmadı. O günkü durumu ile bugünkü dili ve konumu arasında bir fark bir gelişme olmadı, aynı kaldı, çünkü aktarım olmadı, o yüzden o gün neyse bugün de aynıdır.

Demek ki insan için bütün bunlar el ve dile bağlı olarak gelişti. O halde insan son tahlilde el artı dildir dersek yanlış söylemiş olmayız. Çünkü kültürü yaratan el ve dildir. El ve dil sayesinde kültür sadece yaratılmakla kalmadı, aynı zamanda gelişti ve aktarıldı/aktarılıyor.

Dilin önemi

Dilin ayrı bir önemi var. Dil insan demektir. O yüzden dil meselesi insani bir durumdur. Ne ki ve ne yazık ki böyle bir çağda bile diller yasaklanabiliyor, Türkiye’de yıllarca yaşandığı gibi. Oysa bir insanın dilini yasaklamak insanlığını yasamak demektir. Onun için dil meselesi sadece siyasi bir mesele değil, dil meselesi insanı ve vicdani bir meseledir diyoruz.

Dil deyince de anadil akla gelir. Her insan bir anneden doğarak dünyaya gelir ve ilk adımını annesi ile atar, ilk sözcükleri annesinden öğrenir. O yüzden anadil insanın anasıyla eş değerdir ve insanın ak sütü gibi helaldir. Onu engellemek üstüne yasaklar koymak gayrı insanıdır.

İnsan kendini gerçekleştiren bir varlık olarak eğitim görür. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki pedagojik olarak insan potansiyellerini en iyi anadili ile geliştirebilir otaya çıkarabilir. Ana dilde eğitim öğretim, kültürel faaliyetleri geliştirmek için zorunludur. Bu bağlamda ana dil meselesi siyasi olmaktan ziyade insanı, vicdani bir durumdur ve aynı zamanda pedagojik gelişim için gerekli ve hatta zorunludur. Araştırmalar anadillerinden kopartılan, ya da ana dilleri yasaklanarak başka dillere zorlananların pedagojik gelişimlerinin sekteye uğradığını göstermiştir. Bu durum aynı zamanda insanın kendini geliştirmesine ket vuran insanın potansiyellerini gerçekleştirmesini engelleyen bir işleve sahiptir.

Anadil ve devlet

İnsanlar devletlerin içinde yaşaralar. Devletler yurttaşlarının ana dillerini kültürlerini özgürce kullanmaları geliştirmeleriyle mükelleftir. İnsanın ana dili, ismi üstünde insanın anasıdır. Eğer bir kişi anadilini bilmiyorsa öksüz demektir. İnsanın ana dili insanın gözü gibidir, eğer bir insan ana dilini bilmiyorsa kör bırakılmış demektir. İnsanın ana dili insanın kendisine şekil veren derisi gibidir, ana dili elinden alınmış kişi derisi yüzülmüş ucube bırakılmış demektir.

Bir insan ana dilini bilir, diğer dilleri de öğrenir. Ana dil doğumla birlikte başlar, hatta bu konuda araştırma yapanalar anne karnında bu etkileşimin başladığını söylerler. Doğduktan sonra ilk kelimeler hafızasına kazılar sonra kelime dağarcığı oluşmaya başlar, giderek içindeki yaratımları dışarıya çıkarır.

Dilin yasaklanması bu nedenle sadece bir dil yasağı değil insanlığın yasaklanmasıdır. Bir devlette dil yasağı varsa orada demokrasiden bahsedilmez. Bu çağda bu bir utanç kaynağıdır. Tabi dilin yasak olmaması yetmez. Demokratik bir devlet aynı zamanda o dilin geliştirilmesi, öğrenilmesi ve öğretilmesi (eğitimi) konusunda olanak sağlamalıdır. Çünkü demokratik bir devlet bu konuda gerekli altyapıyı sağlamakla mükelleftir. Çünkü tüm bunlar için vatandaşlar vergi ödüyor, o vergilerin kamu adına gene kamunun yararı için kullanılması elzemdir. Aksi taktirde eşitsizlikler doğar ve eşitsizliğin olduğu yerde toplumsal barış sağlanamaz ve toplumsal gönenç olmaz.

Bu nedenle bir ülkede birden çok resmi dil olabileceği gibi, tek bir resmi dilin olması durumunda bile diğer dillerin eğitimi sadece gerekli değil aynı zamanda zorunludur. Bir insan kendi ana dilini konuşur, geliştirir, bu durum diğer dilleri öğrenmesine konuşmasına engel değildir, bilakis bu bir zenginliktir. Ana dil nasıl ki insanın derisi ise diğer diller insanın giyip çıkardığı elbiseleri gibidir, ceketi, gömleği gibi.

Devletin rolü

İnsan dil ile bilim yapar, insan dil ile kültür yaratır, insan dil ile uygarlık yaratır. Peki o halde kim dili koruyup kollayacak, gelişmesine öncelik edecek. Elbette genel ve yerel otoriteler bu konuda görev sahibidirler.

Ne ki genel otoriteleri uhdelerinde bulunduran devletler sağ popülist politikalar uygulamakta ve bu düsturu çiğnemekteler. Tıpkı insan haklarına saygılı, onları koruması gereken devletin onları çiğnemesi gibi. Hukukun üstünlüğünü tesis etmekle mükellef olanların üstünlerin hukukunu uygulaması gibi.

Oysa dil olmazsa insan olmaz. İnsanların insanlık onuruna yakışır bir düzeyde yaşamalarını sağlamakla mükellef olan kamu otoriteleri bunu sağlamak yerine tam tersine bunu engellemekte her türlü hukuksuzluğa imza atmakta eşitsizlikleri körüklemektedir. Bu manada ne katılım adaleti ne bölüşüm adaleti ne de tanınma adaleti sağlanmaktadır. (Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Özer Arşivi