Yüzleşmek...

Acı izlerle yüzleşilmeli

Devlet denilen aygıt, bireylerin kişisel iradeleri sonucu, bir takım hak ve yetkilerini delege ederek, sağlık, güvenlik ve özgürlük içinde yaşamaları için kurdukları bir kurumdur. Devlet böyle kuruluyor ama bir süre sonra bağlamından kopuyor, kendi başına bir amaç haline gelebiliyor, onu yaratan yurttaş ise araca dönüşüyor. Böyle olunca da işler çığırından çıkıyor, devlet o zaman sadece onu ele geçiren bir grubun ya da sınıfın amaçlarına hizmet eder hale geliyor. Bu durumda sıkıntılarla bezeli bir tarih oluşuyor.

Türkiye’de takvim yapraklarına bakın, her sayfasında bir başka acının izlerini görürüsünüz… Sürgünde ölüme mecbur edilmiş Nazım Hikmet gibi büyük şairlerden, ömrü mahkemelerde geçmiş Yaşar Kemal gibi dev yazarlara, darağacında ideallerini haykırarak son nefesini veren Deniz, Yusuf, Hüseyin gibi gençlik önderlerinden, sokak ortasında kurşunlanmış, Musa Anter gibi cesur kalemlere ve onların demokratik, özgür toplum düşünü sürdürdüğü, savunduğu için hedef haline getirilmiş gazetecilere, aydınlara, bilim insanlarına uzanan bir süreç var. Bu süreçle yüzleşmeden, bunları yok sayarak, sanki hiç olmamışlar gibi davranarak yeni bir dünya, yeni bir düzen, demokratik bir cumhuriyet yaratılabilir mi?.


Hamasetle düzelme olmaz

“Yaşatacağız” manşetleriyle, “unutmayacağız” sloganlarıyla, anmalarla, kabaran dosyalarla, hesap sormalarla dolu, belalı bir tarih… ve zulüm, yasak, sansür, silah, hapsetme, hedef gösterme, katil gizleme, yok etme dışında yol bilmeyen bir devletin, her devirde yeni kostümlerle yeniden ortaya çıkan baskısı, şiddeti…  Bütün bunları değiştirmek sadece lafla, hamasetle olmaz. Özgür birey, sorumlu toplum için demokratik devlet gerekir. Bunun için de yüzleşmek gerek.

Birbirini anca mahkeme kapılarında, cezaevlerinde, hastanelerde, mezarlıklarda gören, hep aynı isimler, aynı kesimler. Şimdi yeni Türkiye deniyor, sormak ve yüzleşmek gerekmez mi “Yeni” bunun neresinde?"


Ilımlı otokrasi

Uluslararası itibarı düşmüş, ekonomisi çökmüş, siyaseti çürümüş, kurumları zayıflamış, kimlikler üzerinden toplumsal kutuplaşma ve zihinsel bölünme gerçekleşmiş ürkütücü bir tablo ile karşı karşıyayız.21.yüzyılın 21.yılına girerken, Türkiye “Dönüşüm Endeksine göre Demokrasi Statüsü sıralamasında 10 üzerinden 4,9 puanla 77. Sırada geliyor. Bu puan ile Türkiye orta kategori olan “ılımlı otokrasiler” grubunda sınıflandırılıyor. Buna basın özgürlüğünün kısıtlanması, insan haklarının ihlal edilmesi ve güçler ayrılığı ilkesinden saf dışı bırakılması gerekçe gösterildi.

Sağlık yerine silaha yatırım yapıldı

Son yıllarda sağlık yerine silaha yatırım yapan bir ülke haline geldi Türkiye. S 400’lere- F 35’lre ve daha başka birçok silaha büyük oranda milyar dolarlar yatırıldı. Fakat silah sektörüne milyar dolarlar yatıran ülke kendi vatandaşına maske ve aşı temininde bile güçlük çekti. Günde üç yüz kişinin Covit 19’dan öldüğü bir ülke halin geldik. Bilime ve özellikle sağlık sektörüne yeterli önemi tanımadığımız için yeterli aşı olmadığı gibi hala Türkiye’de bir aşının bulunamamış olması da manidar değil mi? 


Dünyanın Korona salgını ile mücadele ettiği bir dönemde, gençlerimizi, kadınlarımız, toplumsal enerjimizi salgınlara, savaşlara feda etmenin üzüntüsünü ve utancını yaşamaya devam mı edeceğiz? Korona salgını sonrası yeni dönemde, aynı durumu yaşamamak için başta siyasal iktidarın, siyasetçilerin, bütün siyasi partilerin ve güvenlik kurumlarının bugüne kadar sürdürülen politikalarının sonuçlarıyla yüzleşmesi tarihi bir sorumluluk değil mi?


Yaşadığımız süreçten bir örnek

Yaşanan pandemide vaka sayısında dünyadaki en kötü ülkeler arasında yedinci, ölümlerde beşinci sıraya yükseldiğimiz söyleniyor. Söyleniyor diyorum, çünkü mega istatistik tekeli devletlerin elinde. Buna rağmen Türkiye kendini başarılı addediyor. Üstelik Dünya Sağlık Örgütü Türkiye’nin açıkladığı ölüm ve vaka sayılarını güvenilir bulmuyor hatta gizlediğini ileri sürüyor.

Öte yandan dünyadaki diğer bazı ülkelerin rakamları asıl başarının ne olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’den çok önce bu salgınla tanışan Japonya’yla, Güney Kore ile karşılaştırılınca çok kötü görünen Türkiye salgının kötü vurduğu İtalya, İngiltere, İspanya ve Brezilya gibi ülkeleri örnek göstererek durumu kurtarabilir mi? Yaşanalar öyle kanıksanıp sıradanlaştırıldı ki günlük ölümler üç yüzlerden iki yüzlere düşünce sevinir olduk.


Vatandaşına yeterli aşı yapmayan ülke Libya’ya aşı gönderiyor.

Maske takma zorunluluğu getiren devlet maske teminine ilişkin büyük sıkıntı yaşadı. Aşının önemli bir önleyici olduğu bir dönemde hala nüfusun dörtte üçü aşılanamadı. Ülke nüfusunun yarısı yoksulluk sınırında, onların da yarısı açlık sınırında. Ekonomi batmak üzere, küçük esnaf kan ağlıyor; işsizlik tarihte görülmemiş oranlarda katlanmış, biz Amerika’ya, Libya’ya TV’ reklamları eşliğinde kargo uçaklarıyla maske ve aşı yardımları gönderiyoruz. Peki, bize kim yardım edecek? Tıpkı yıllarca kendi içindeki çatışmaları çözmeden gidip başka ülkelerde çatışma ve çözüm peşinde koşmak gibi.

Hükümet karşı karşıya bulunduğumuz sorunu çözmek yerine çözüyormuş gibi yaparak, bundan bir başarı hikâyesi üreterek kendi iktidarını daim etmek istedi ama başaramadı. Salgını kötü, çok kötü yönetti. Vaka sayalarının altmış binleri aştığı nadir ülkelerden biriyiz maalesef.


Çözülemeyen sorunların ülkeye maliyeti gün be gün artıyor

Ayrıca geleceğe taşınması durumunda ülke açısından büyük yük olacak malum sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunların başında Suriye meselesi ve Kürt Sorunu var. Epey bir zamandır sanki bu sorunlar yokmuş gibi davranılıyor. Oysa gerçekle yüzleşmek yerine onlara gözümüz kapatırsak dünyayı sadece kendimize gece yaparız. Şimdi bir Ukrayna krizi kapıda. Rusya uçuş engeli koydu, onu Türkiye için turizm kaynağı olan Almanya ve İran izledi.

Komşu ülkelerle sürdürülen gerginliğin dışında içerde devam eden kavgaların siyasal iktidar için 'iktidarda kalmak' dışında ülkemize ve toplumsal hayatımıza zarardan başka nasıl bir katkısı olabilir? Her kesimin, bu sorunların ülkeye maliyetini, sebep olduğu toplumsal ayrışmanın, kutuplaşmanın patlamaya hazır nefretin algı ile yönetilerek dinsel ve etnik milliyetçiliğe dönüşmesinin yaratacağı muhtemel tahribat ve yıkım ile yüzleşmesi gerekmez mi?


Düşünmek için pandemi dönemi iyi bir fırsat olabilir

Sadece bugünle değil, düze çıkmak için, bununla birlikte geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir Türkiye var. Maraş’a ve Sivas’a; Hrant’ın vurulduğu yerden, Roboski’ye uzanan ve daha nice katliamı içinde barındıran geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir Türkiye halkı var.

Türkiye devleti ve halkıyla geçmişiyle yüzleşmediği sürece, bellek ve demokrasi kültürü arasındaki organik bağı reddedip günahlarından arınmadığı sürece yeni özgür ve müreffeh bir toplum yaratması güçten de öte zordur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Özer Arşivi