On binlerce kez öldük biz...

Öldük, on binlerce kez öldük.

Enkazların altında iki büklüm aç susuz kımıldayamadan, sesimizi kimselere duyuramadan, dondurucu soğukta gelemeyen yardımı bekleyerek öldük…

Kader miydi bu yaşadığımız…

Fay hatlarının geçtiği araziler yapılaşmaya açılırsa; patates, soğan tarlalarına binalar dikilirse; meralar, dere yatakları gökdelenlere tahsis edilirse, Oy uğruna veya hazineye para girsin diye kaçak yapılara, devlet arazilerine bir gecede kondurulan gecekondulara imar affı getirilirse, önüne gelene müteahhitlik belgesi verilirse, yapı denetim sistemi, projesinden inşaat tamamlanana kadar gerektiği gibi işletilmezse, malzemeden çalınmasına göz yumulursa, “al şunu eksikleri görmezden gel” diyenlere “eyvallah” deyip cepler cukkalanırsa binaların çökmesi kader değil katliamdır.

Deprem, Allah’ın yaratılış kanunlarından olsa da alın yazısı değil. Olamaz da…

Önce tedbir sona tevekküldür dinde aslolan…
Önce çalışma, sonra dua…

Çalıştınız mı? Tedbir aldınız mı?

-Hayır. Çalışmayı yanlış anlamışız biz.

Çalıp çırpanlara aldandık, inandık, katillerimize güvendik, oyalandık ve sonunda öldük...

Çok büyük bir afet, dayanılmaz bir acı, geçmeyecek, unutulamayacak bir travma bu yaşadığımız. Keşke bir rüya olsa ve uyansak bu kabustan ve analar babalar evlatsız, çocuklar anasız babasız, kardeşsiz kalmasa…

Ama değil öldük biz.

Hem de bir kez değil on binlerce kez acı çeke çeke molozların arasında kendilerine insanım diyenler tarafından kandırılarak, aldatılarak bir ömür boyu çalışıp ailemize ev sanıp aldığımız tabutların içinde üşüyerek öldürüldük….

Öyle bir coğrafyada yaşam sürmekteyiz ki, Neden hep biz? Sorusunu sormak bile saçma geliyor bana. Çünkü bu ülkenin insanları tüm bu değerleri yok ederek vahşi kapitalizmin pençesinde ahlak erozyonuna uğradı. “Bir ülkede ahlâk, vicdan ve bilim çökmüşse felaketlerin büyüklüğü önlenemez.” Esnaf, sanayici veya ticaretle uğraşanların içinde ahlaki çöküntü içerisinde ve enflasyonun etkisi ile empatiden yoksun, sadece kendini ve kasasını düşünen topluluğun arttığını görmek üzüntümüze üzüntü katmaktan başka bir şeye yaramıyor maalesef.

Oysa biz içimizdeki bu ahlak ve merhamet yoksunu parazitlerden sistemin adalet çarkıyla işlemesini sağlayarak çoktan kurtulmuş olmalıydık.

Bir depremden sonra şehir merkezinin fay hattından uzaklaştırılması gibi bir planlama kararına karşı çıkan bir şehrimizin belediyesi: ‘Biz belediye meclisi kararıyla fay hattını eski yerinden uzaklaştırdık’ gibi saçma sapan bir yalanı utanmadan ortaya atıyor olabilmesi bile aslında cehaletimizin aman bananeciliğimizin bir göstergesi değil midir?

Yolların çökmesi, köprülerin yıkılması, direklerin-ağaçların devrilmesi, bina yıkıntılarının altında ölümlerimiz bile bu sisteme ve sistemi yönetenlere bir şeyler öğretmeyecekse,

Bize tabutları ev diye satan, çürük binaları yaparken kazanacağı paraları canımızdan önemli gören müteahhitler, Bunları denetlerken her türlü rezilliğe göz yuman yapı denetim şirketleri, ruhsatlarını onaylayan resmi kurum yetkilileri, olmayacak yerlere katlarca imar izni veren katillerimiz yargılanmadıkça ve bu milletin devleti kaybettiğimiz canlarımızın hesabını sormadıkça kimse bize “başınız sağ olsun demesin” çünkü ne başımız sağ olur nede ruhumuz huzur bulur.

Hiçbir şey yapamıyorsanız bile günümüzden 4.000 yıl önce M.Ö. 1972 yılında Babil kralı Hammurabi’nin “Çürük yapılan bir ev yıkılırsa ve sahibi ölürse evi yapan usta öldürülsün” kanunu uygulayın.

On binlerce kez öldük biz. Bizi unutmayın unutturmayın….

VESSELAM

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Remzi Tanış Arşivi