Canan Murtezaoğlu

Canan Murtezaoğlu

31 Mart Vakası; şeriat özleminin sonu (3)

Dr. Necdet Aysal, “Örgütlenmeden Eyleme Geçiş: 31 Mart Olayı” başlıklı çalışmasında şöyle demektedir: “31 Mart Olayı, daha çok İttihatçılar aleyhinde bir seyir takip etmiş ve bununla beraber, ‘yeni olan her şey, şeriata aykırıdır’ diye tahrip edilme yoluna gidilmişti. Rivayetlere göre, kravatlar koparılmış, kahvelerdeki resimler indirilmiş, hürriyet şarkıları yasak edilmiş, plaklar kırılmış, açıklık iddiasıyla kadınlar tehdit edilmiş, kadın dernekleri basılmıştır. Bu hareketlerin adı da ‘çok şükür şeriatı kurtardık!’ olmuştur.”
İstanbul’daki isyanı Selanik’e bildiren, Jandarma Yüzbaşısı İsmail Canbulat Bey’dir. “Meşrutiyet mahvoluyor” ibareli telgrafı bomba etkisi yapar. Tüm Makedonya’da tepki büyüktür; Padişah ve Meclis-i Mebusan’a protesto telgrafları çekilir, Tevfik Paşa Hükümeti’nin değiştirilmesi istenir. İlk telgrafa cevap alınamayınca Padişah’a ikinci telgraf çekilir. Okuyalım: “Padişah, iftihar ediniz, yere batası bir gericilik hareketi ile Meşrutiyet yapıtı yıkılarak istibdat yönetimi tekrar kuruldu. Bütün bu milletin hakları korunacak yerde, bu gericilik hareketi büyük bir ustalıkla yürütüldü. İğrenç bir İstanbul halkının kötü isteklerine uyularak otuz milyonluk büyük bir milletin yok edici ellere geçirilmesi istendi. Fakat ne mümkün, o cehennemliklerin görecekleri, başarı değil mezar olacaktır.” (Dr. Necdet Aysal, “Örgütlenmeden Eyleme Geçiş: 31 Mart Olayı”)
Kolağası (önyüzbaşı) Mustafa Kemal, Selanik II. Redif Tümeni Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa ve III. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa ile görüşür ve “yapılacak tek şeyin İstanbul’a kuvvet sevki” olduğunu söyler. Ordu hazırlıklarını sürdürürken, gönüllüler de Resneli Niyazi Bey’in etrafında toplanarak harekette yer alırlar. Meydana gelen bu kuvvete Mustafa Kemal “Hareket Ordusu” diyecektir. Şöyle açıklamıştır: “İrticaî bastırmayı üzerine alacak askerî kuvvetimiz için bir isim düşünmüştüm. Öyle bir isim olmasını istedim ki, çarpışan tarafların duygularına dokunmasın... Herkes bu ismi benimseyebilsin... Fransızca ‘Mouvement’ manasına gelen hareket kelimesi aklıma geldi. Zaten yürüyüş halindeydik. Kuvvetlerimizin adı ‘Hareket Ordusu’ oldu.”
Böylece Hüseyin Hüsnü Paşa komutasındaki Hareket Ordusu Selanik’ten İstanbul’a hareket eder. Mustafa Kemal de bu ordunun kurmay başkanıdır. 19 Nisan’da İstanbul yakınlarındaki Hadımköy’e varılır. Ordu’nun halka bildirisi şöyledir: “… Millet yıllardan beri zulüm yapan istibdat kuvvetlerini parçalayarak meşrutiyet hükümetini kurdu. Bu kansız mutlu inkılâptan zarar gören aşağılık kimseler, kanunsuz bir şekilde çıkarlarının teminine hizmet eden eski durumun geri gelmesi için bin türlü hile ve alçaklığa başvurarak yasal meşrutiyet hükümetini yıkmak istedi ve bütün insanlık âleminin kınadığı İstanbul faciasının oluşmasına sebep vererek masum kanlar döktü.” Bu bildirgeyi Mustafa Kemal yazmış, Hüseyin Hüsnü Paşa da imzalamıştır. Hareket Ordusu’nun, Mustafa Kemal imzalı 1 sayılı emri de şöyledir: “Hareket Ordusu görevini yalnız askerî yönden yapacaktır. Politik konular ve bu konuda İstanbul ile görüşme yapmak şimdilik görev dışıdır.”
Hadımköy’e varıldığında Mahmut Şevket Paşa, komutayı devralacağını bildirecek ve Selanik’ten hareketle 22 Nisan’da Hadımköy’de olacaktır. Bu değişiklik neticesinde kurmay başkanlığa da Binbaşı Enver Bey getirilecektir. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmesini istemeyen Meclis Başkanı İsmail Kemal Bey ise; Almanya, Rusya ve İngiliz elçilikleriyle ilişkiye girecek ancak sonuç alamayacaktır.
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki ordu 23/24 Nisan gecesi İstanbul’a girer. Stratejik noktalar tutulur; işgal fiilen başlamıştır. Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim Kışlalarındaki kanlı çarpışmalar gün boyu sürer. İstanbul’daki isyan bastırılınca yöneliş Yıldız Sarayı’na olur. Saray’da çok fazla muhafız askeri olduğu düşünülmektedir, bu nedenle önce kuşatılır ve beklemeye başlanır. Oysa ki Saray’daki görevlilerden pek çoğu kaçmıştır. İki gün süren kuşatmanın ardından Saray’a girilir, kontrol ele geçirilir. II. Abdülhamit, daha önce kendisine Mahmut Şevket Paşa tarafından verilen güvence nedeniyle karşı koymaz; böylece bu politika ile Padişah etkisiz hale getirilmiş olur. Diğer yandan, İttihâd-ı Muhammedi Cemiyeti’nin Bursa’daki bağlıları, İstanbul’daki gerici ayaklanmayı destekleyecek ve isyanın  ön şartları Anadolu’da hazırlandığı için, Erzincan ve Erzurum’da da tepkiler görülecektir. İttihâd-ı Muhammedi ve Ahrâr gibi partilerin üyelerinin iki taraflı çalışmaları sürmektedir; milletvekillerinin amacı hem Padişah’tan hem de İttihat ve Terakki’den kurtulmaktır. Doktor Rıza Nur’un hatıralarındaki şu cümleler açıktır: “… Düşündüm, şehre girerlerse harp olacak... Halbuki bu olay ile İttihatçılardan kurtulunacaktı… Böyle fırsat bir daha ele geçer mi?.. Ya Abdülhamit?... Dedim ki aynı zamanda onu da halletmek mümkündür.” Rıza Nur, Harbiye Nazırı Nazım Paşa’ya gidecek, iş işten geçmeden askeri toplamasını ve Hareket Ordusu’nun işini bitirmesini isteyecek ancak Paşa’dan, “Ben bunu yapamam!” cevabını alacaktır.
İsyan bastırılmış, Hareket Ordusu, İstanbul’da duruma hâkim olmuştur. Ayasofya yakınındaki kendi binasına geri dönen Meclis-i Mebusan, Padişah’ın tahttan indirilmesi konusunu görüşmek üzere toplanır. II. Abdülhamit isyandan sorumludur; isyan boyunca Anayasa’yı korumak için bir adım atmamış, isyancılara para yardımı yaptığı da belgelenmiştir. Osmanlı Müslüman bir devlet olduğundan, Padişah’ın tahttan indirilmesi için de fetva gereklidir. Şeyhülislam ve Fetva Emini Meclis’e çağırılır. Bu arada Meclis’te, içlerinde Elmalılı Hamdi Hoca’nın da bulunduğu bir grup din hocası bu konuda bir fetva taslağı hazırlamaktadır. Fetva Emini ise Padişah’ın tahttan indirilmesini “uğursuzluk” sayacak, kendisinin tahtan vazgeçmesi gerektiğini söyleyecektir. Hurafe siyaseti her zamanki gibi iş başındadır. II. Abdülhamit ise şöyle diyecektir: “Ben saltanattan vazgeçmeyeceğim. Bu 31 Mart Olayı’nı bana isnât ediyorlar. Bunu hiçbir yönden kabul etmem ve sorumluluğunun ve lekesinin benim üstümde kalmasına razı olamam. Bir komisyon mu, yoksa bir yüksek divan mı kurulur. Her ne suretle olursa olsun tahkikat yapılsın. Bunu yapanlar meydana çıkarılsın, işte bu şartlarla ben saltanattan vazgeçerim.”
Sonuç olarak; 13 Nisan’daki ayaklanmayla kontrolü yeniden ele alabileceğini düşünen Sultan Abdühamit’in hilafet ve tahttan indirilmesi oy birliği ile kabul edilir. (27 Nisan 1909) Yerine yaşlı V. Mehmet (Reşat) padişah yapılır. Abdülhamit Selanik’e sürgüne gönderilir.
İsyanın sona ermesiyle sıkıyönetimin ilan edilir; tutuklamalar, sorgulamalar başlar. İsyancıların cezalandırılmaları için üç Divan-ı Harp, ilk sorgulamaları yapmak için Araştırma Komisyonları ve halkın, olaylarla ilgili bilgi aktarabilmesi için İnceleme Komisyonları kurulur. Suçlu görülenler idam, müebbet hapis, çeşitli hapis ve sürgün cezalarına çarptırılacak; isyanın baş sorumlularından Derviş Vahdeti önce kaçsa da sonra yakalanacak ve Ayasofya meydanında asılarak idam edilecektir. İsyan öncesi ve isyan sırasında basında yer alan yazıların tarzı, sergilenen fikirler ise isyan sonrasında, renk değiştirme özelliği ile bilinen bukalemun gibi olacaktır.
Türkiye “yüzüncü yılın seçimi” arifesinde. Anketlerde sıklıkla “dindar kesim” ifadesi yer alıyor ve deniyor ki, “Dindar kesim için iktidarın değişme ihtimali endişe ve korku yaratıyor çünkü dinî özgürlüklerin kötü olacağına dair kaygı var, başörtüsü başta olmak üzere birçok kazanım kaybedilebilir ve sosyal destekler kesilebilir.” Bunlar gerçek kaygılar mıdır yoksa bu kaygıların nedeni; 30 tarikat, onlara bağlı 400 kol, İstanbul’da açıktan faaliyet gösteren 445 tekke ve sayıları tespit edilemeyen “apartman medrese” ler ve Anadolu’ya yayılmış faal halde bulunan 800 medrese ile mi ilgilidir?
Kur’an bağlılarını tenzih ederek soralım: Dindar kesim kimdir?
Bu kadar adaletsizlik, yolsuzluk, adam kayırmacılık, yoksulluk, israf, iftira, yalan, çarpıtma ve sadece koltuk korumak için yapılan her türlü aldatma/hile-hurda ortadayken, meydanlarda Kur’an ve seccade kullanılarak riya gösterileri yapılırken ses çıkarmayanlar mıdır dindar kesim?
Kur’an ya da seccade sallayanlar, iftira ve aldatma siyaseti yapanlar, 31 Mart Vakası’nın kışkırtıcı zihniyetinin günümüzdeki uzantılarıdır. Bu zehirli damarı, bu çıkarcı zihniyeti, 14 Mayıs’ta el sallayarak göndermek de Türk milletinin boynunun borcudur.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Canan Murtezaoğlu Arşivi