İnsan-ı kamil

Dünya gezegeninde madde alemini deneyimliyoruz. Bazılarına göre dünyaya geliş sebebimiz bu. Bazılarına göre bu sebep değil sonuç ya da hasbelkader…

Bazılarına göre göklerde bizi izleyen bir yaratıcı var, bazılarına göre yaratıcı var ama bizi izlemiyor, bazılarına göre yaratıcı yok her şey evrensel yasalar gereğince kendiliğinden süregelmekte, bazılarına göre yaratıcı denilen varlık doğanın kendisi, uzaylılar ya da kozmik bilinç… Yaratıcı kavramına inananların bazıları dinler ile bize verilen kitabi ödevleri yapmakla yükümlü olduğumuzu yoksa yanacağımızı söylüyor., Bazıları bunların sadece onu bulmak için bir yol olduğunu; bazıları da yaratıcı sadece iyi bir insan olmamızı istiyor, başka bir beklentisi yok düşüncesinde.

Görüldüğü üzere inanç dediğimiz olgu sadece ateist, deist, agnostik ve dindarlardan oluşmuyor. Ateist dendiğinde de kişiye göre farklılıklar gösteriyor; dindar dendiğinde de…

Daha bunun farklı dinleri, kitapları, o farklı dinler içinde de farklı mezhepleri, yolları, tarikatları, sınıfları var. Bu bize bir dine inansak da aynı dine inanan başka bir kişiyle aynı düşünceye sahip olamayacağımızı gösteriyor.

Evrende nasıl sonsuz olasılıklar için de yaşıyorsak inanç için de aynısı geçerli aslında. Uçan spagetti canavarına inanlar da var. Yani tam anlamıyla deneye tabi tutulamayacak bir bilinmezlik içindeyiz inanç konusunda. Fizik kimya gibi test ve deneylerle ispat edemiyoruz. İman burada devreye giriyor. İnancı olan bir insan elle tutulan bir sonuca gerek duymadan kendi tercihiyle kalben iman etmeye karar veriyor.

Bunu yapanlarında sebepleri farklı farklı. Aile ya da toplum baskısıyla olanlar, baskı olmasa bile başka bir seçenek bilmediği için bu yolu seçenler ve kendi seçimi olduğunu sananlar, okuyup araştırıp kendini buna yakın hissedenler, ilhamlar alarak iman edenler ve ya inançsız kendini boşlukta hissedip bir güç alabilmek için bir şeye tutunmayı seçenler…

Gördüğümüz üzere bu öyle uçsuz bucaksız bir konu ki isteyen istediği şekilde ele alabiliyor. Birde bunlardan herhangi birisine tabi olup diğer herkesin kendisiyle aynı düşünmesini isteyen nevi şahsına münhasır bir topluluk oluyor her kültürde. Ayrışma da tam bu noktada başlıyor işte. Buraya kadar kim neye inanırsa inansın modundaydık. Yeter ki iyi insan olsun, ülkesine, çevresine, dünyaya zarar vermesin; hele bir de üzerine fayda sağlıyorsa, doğayı koruyorsa, zulüm etmiyorsa, yaradandan ötürü yaratılanı seviyorsa, “diğerleri” olarak anlandırabileceğimiz tüm varlıklara saygılıysa işte insan-ı kamil bu değil midir?

İnsan-ı kamil olmanın çok okumayla, çok inançlı olmayla bir ilgisi olmadığını görüyorsunuz. Bazen öyle atalar çıkıyor ki okuma yazma bilmeyen, köylü diyeceğiniz türden… Ama iki kelamla dünya felsefesini açıklıyor. Çünkü kalbiyle konuşuyor, kitaplardan öğrendiği ilim irfanla değil ya da baskıyla ezberlemiş olduğu bir inanç sistemiyle değil. Kalpten gelen bir sevgi imanıyla ve teslimiyetle konuşuyor. Ne mutlu Anadolu’muzda hala var böyle atalarımız.

unnamed.jpeg

O halde “kamil insan” olmak için dersler, kurslar furyasına katılmadan önce ne demek bu kamil insan ve nasıl olunuru düşünsek sanırım daha kolay yol alırız. İçeriğini keşfettiğimizde belki içte bir şeyler yanar ve böylece yola koyulmuş oluruz. Yol uzun; yol meşakkatli. Ne demiş Aşık Veysel’imiz “Uzun, ince bir yoldayım; gidiyorum gündüz gece”. İşte öyle bu yolun gecesi de bol, gündüzü de. Önemli olan yola koyulmak; sonrası rastgele…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dilé Luna Arşivi