Mehmet Ali Çatal

Mehmet Ali Çatal

Bedelli günlük: 1. Gün

Bedelli Günlük! Bugün bir şey öğrendim. Asker, vatan, millet, Sakarya, bu olaylar hikaye.
Komple yalan.
Burada herkes paraya çıkmış.
Aç kurtlar gibi dizilmişler, gelen zavallıyı çıplak soğana çeviriyorlar, popoya bir tekme, haydi.
Burası nere mi?
Tekirdağ, Saray.
41. Komando Tugayı'na daha teslim olmadım.
Bazıları "katılmak" diyor, "birliğe katılınır" diye düzeltiyor gıcık gıcık. Teslim olunmazmış. Ama ben karşıyım böyle bir revizeye.
Teslim olmak bu olayı en iyi karşılayan eylem.
Teslim olmaya 1 saatim var.
 Son 1 tanecik özgür saat.
Son mecburiyetlerimi yerine getiriyorum onda da. Bakın nasıl...
***
Berberle başlıyorum...
Berber 40 TL'ye saç - sakal kesiyor.
Bayram havasında adam, morali yerinde, şak şak, 40 TL.
Acıma yok.
Seri üretim kesiyor.
5 dakikada milleti çirkileştirip "s.ktir git" der gibi "sıhhatler olsun" çekiyor, gelsin     diğer enayi.
Ben de mecbur ağına düşüp kesim koltuğuna oturdum.
Çok zor uzayan saçlarıma ve ince ayarlı sakallarıma son kez baktım.
Birazdan minik minik havaya fırlayıp ağır ağır zemine süzülecekler.
Elveda canlarım.
Bana çok güzel kızlar ayarladınız.
Emekleriniz için teşekkürler, şimdi kısalın ve ileriye dönük olarak sağlamlaşın ha.
Sizi çıkışta kullanacağım.
Ama şu an kafam paraya takıldı. Dükkan toplam 4 metre kare. Çektiği fiyat ise Şükrü Dudu bandında.
"Askere indiriminiz yok mu? Yüzlerce kişi geliyor buraya" dedim, berber yanları TV     izleyerek keserken. 
Geçirme fiyatla saç kestiğinin farkında olduğunu açık eden telaşlı beden hareketleri yaptı.
Eminim içinden "Hayır, bindirmemiz var" demiş, dalgasını geçmiştir iç aleminde.
"Banane, bana mı askersin" demiştir iç aleminde.
Ama dış aleminden şöyle dedi:
"Buranın piyasası böyle abi, yapacak bir şey yok."
Bu cümleyi ezberlemiş, her çıkışana bunu diyor.
Keşke berberle iş bitse.
Herkes asker tokatlama sırasına geçmiş.
Devam edelim...
***
Sıra emanetçide.
Oraya da köküleceğiz.
Olabildiğince çirkinleşip berberden çıktım.
Artık kocaman bir alnım var.
Apaçık, tez yağlanıyor ve projektör gibi parlıyor.
Emanetçiye gittim.
Akıllı telefonu emanet bırakmak         100 liraymış!
Sadece 17 gün telefonumu tozlu çekmecesinde uyutacak.
100 lira dedi!
Sulama yok, yemek yedirme yok, yağ bakımı yok, altını değiştirmiyor aletin.
Bakın, buraya gerçek anlamda bir "ordu" asker geliyor.
Varın çıkarın hesap makinelerini!
Her gün bir vole vuruyor bu aç kurtlar! 
Benden para mara alamaz.
Sinirlendim çıktım. Kimseye vole asisti yapmam.
Doğru kazıkçı berbere, marş marş!
Ona zorla morla bıraktım telefonumu.
Asker dedim, birlik ve beraberlik dedim aldı.
Şaşırdım.
Bedava.
İçim biraz rahatladı.
Az önce fazladan verdiğim paranın karşılığını alma rahatlığı sardı ruhumu.
***
Oradan çıktım, bu kez fotokopiciye gitmem gerekiyormuş. 
Askeriye nüfus cüzdanı fotokopisi şart diyor.
Yoksa içeri sokmuyor.
Onların içeride fotokopi makineleri yok mu, elbet var.
Ama devlet sana fotokopi makinesini kullandırır mı hiç?
Sen kimsin?
Dışarı yolluyor. De haydi.
Karşıdaki fotokopici yılanı, bir dandik fotokopiyi 2 TL'ye çekiyor.
Normal hayatta 30 kuruşluk fotokopi, asker oldun diye sana 2 TL oldu şimdi.
Hesap makinelerini yeniden açın.
Günde yüzlerce insan geliyor diyorum     buraya!
Fotokopi de şart!
***
Haydi Abbas vakit tamam.
Bol bol kazıklanıp bir sürü karmaşık duyguyla girdim nizamiyeden. 
Elimde tarihin en pahalı fotokopisini dalgalandırarak 18 günden önce asla çıkamayacağım o kışlaya soktum kafamı.
Aman be, full berbat da hissetmiyorum.
Yeni şeyler görme heyecanı, gözlem fırsatı, öğrenme merakı da var damarlarımda.
Zaten bunlar olmasın, eyvah.
O zaman bileklerden kırılır ve geri geri gider ayaklar.
Bu da adamı mahveder.
En az bir motivasyon kaynağı şart, cepte durmalı.
Okunacak kitaplarım, aranacak numaralar listesi, düşüneceklerim, göreceklerim ve bu günlük işte.
Bedelli Günlük.
Bu günlükle oyalayacağım kendimi.
1 saat bile sevmediği bir işi yapamayan ben, dünyanın en darlanan adamı ben, 18 gün boyunca burada neler yapacak acaba?
Özgürlük diye diye fıstık gibi işini bırakmış, 3 kuruşa kitap yazan, evini barkını boşaltmış, şehir şehir bavul sürükleyen adamı bu daracık alanda nasıl tutacağım?
Şu an koğuştayım.
Dedelerimizden beri boyanıp boyanıp tekrar soyulmuş ranzamda, pis yatağımın kokan yastığının kokmayan küçük bir bölümüne yaslanmış bunları karalıyorum. 
Güzel oyalıyor. 
Koğuşa genel bir baktığımızda tuşlu telefon sesleri konser veriyor.
Tıkır tıkır her yer.
Ortam 2000'ler. Bayılırım.
Ortaokuldayken Allah gibi gördüğümüz telefonlar. Bir çağrı bin anlamdı... Bir mesajın cevabını beklemek cevap gelene kadar gülümsemek demekti. Cevap geldiğinde daha büyük gülümsemek.
Koğuşta kimse henüz birbirine tam 'şey yapamadığı' için pek konuşmaca yok.
Tuşlu telefonları delercesine mesaj yazıyor ahali, şu an kucağında olmak istediklerine.
Koğuş bol mikroplu demiş miydim?
Hastalığım garanti.
Geleceği görebiliyorum.
Bakalım ne zaman, ne çeşit hasta olacağım?
Yumruklarımı kaldırdım bekliyorum.
Düşmanla değil ama mikroplarla savaşacağız burada.
***
Gıcırdayan ranzalar ve onların üstündeki yüzleri bomboş, sakalsız insanlarla dolu etrafı izlerken hafif bir duygulanma yaşadım.
İçime sıcak bir su gibi yayıldı bu hislenme.
Hayatımı düşündüm.
Hiç sevmediğim, bana yetmeyen hayatımı.
Gözlerim çırpındı, titredi ama ağlamadım.
Ağlarsam son güne, çıkışa dek koğuşta bedava taşak konusu olurum.
M.'yi düşündüm biraz.
Yandaki Diyarbakırlıdan tuşlu telefonunu rica ettim.
(Ben tuşlu telefon getirmedim, akıllılık edip akıllıyı alacaklar sanmıştım.)
Diyarbakırlı iyi niyetli görünüyor, canıyla birlikte verdi telefonunu.
İstediğin zaman al, istersen sende kalsın, bana sormana gerek yok diyor. Lan tamam dur!
Doğu insanı böyle işte, içindeki paylaşım denizi çok büyük.
Ama şivesi o kadar tuhaf ki, yeni bir dil üretmiş sanki.
İstanbul'daki Diyarbakırlılar gibi değil, aşırı uzak.
Telefonu hemen M.'yi aramak için takırdattım.
Onun sesini duymayı bekledim, ranzanın üzerine kazınan "Şafak 125" , "Biter mi be?", "Asi çavuş" yazılarını okuyarak.
Ama "Bu numara kullanılmamaktadır" uyarısıyla karşılaştı kulaklarım!
Yıkıldım!
Tekrar yazdım, tekrar aradım M.'yi, yeniden aynı uyarı.
Numarasını mı değiştirdi yoksa?
Ne çabuk?
Ne ara?
Askere gelmemi mi bekliyordu yok olmak için?
M. ile konuşarak zamanı hızlandırmayı planlıyordum oysa.
Böyle bir ihanet yapmış olamaz. Alçaklık olur bu. Umarım numara sıkıntılıdır.
Yani umarım yanlış not etmişimdir, benim salaklığımdır.
Yarın öbür gün anlarız bunu.
Diyarbakırlıya telefonu kullanılmamış bir şekilde geri uzattım.
Yastığın kokmayan, yani daha az kokan bir yerine burnumu denk getirip yattım. Kendi evimde bile sıkılıp pıkılırken bu 30 kişilik koğuşta nasıl uyuyacağım?
"Özgürlük benim karakterimdir" sözü için Atatürk'le kapışacak biriyim.
30 insan. 60 ayak eder. Sabah (30 kişilik) uyumuş insan kokacak buralar.
Bugün sağa sola amma para saçtım. Düğün yapmışım gibi hissediyorum. Gelen vurdu giden vurdu. Kesin taksici de bedelli olduğumu çakıp fazla para çarptı.
Ona kaç verdiğimi bile saymadım bak. Karambole geldi. Para üstünü gözümün önüne getirmeye çalışayım. 50 bir verdi, bir tane 10 vardı gördüm, ya sonrası?
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Ali Çatal Arşivi