Ali İbrahim Önsoy

Ali İbrahim Önsoy

“Bir saray klasiği”

Geçenlerde Latin Amerika’nın toprakları büyük ülkelerinden birinde başkanlık sarayında yaşanan bir olay gündeme düşer. Aşağıda anlatacağımız olay kamuoyundan saklanmış ama nedense devlet başkanının koruma amirlerinden biri yaşadığı olayın vicdan azabıyla yaşayamayacağını ailesine ve yakın arkadaşlarına söyler. Bu koruma amiri kendi kullandığı makam aracıyla ilkin kaybolduğu, günler sonra ise aracı içinde intihar ettiği gündeme düşer. Ailesi bunun doğru olmadığını beyan etse bile saray, basının aileyle görüşme yapmasını yasaklar. Sıkıştırılan gaz nasıl en zayıf yerden çıkmaya çalışırsa baskı altındaki toplumlarda mutlak bir yerden özgürlükleri için çıkış yolu aramaya çalışır. Kadim bir dostumun bu bilgileri bana ulaştırması bile macera gibi olurken doğruluğunu o ülkede yaşayanların beyanlarından anlamamak kör olmaktır.
“Bu ülkenin spor ya da futbol kulüplerinin yöneticileri yerel veya ulusal hangisi olursa olsun genellikle ticaret ve müteahhit gibi işlerle ilgilenen işverenler olmakta. Bu kişiler devlet ve kamu kurumlarındaki kişisel işlerini hallederken spor kulübünün adını kullanmakta bir sakınca görmemekte. Hatta birçokları kara para veya kaçakçılık faaliyetlerini bu kulüpler üzerinden yapmakta. Onlardan biri adı bilinen meşhur kulübün başkanı müteahhitlik ve ticaret ilişkisini her zaman kulübün adını kullanmış. Yönetimde kaldığı 20 yıllık süre içinde kulübün transfer ettiği oyuncuların ülkelerini ve o ülkeler ile şirketlerinin ekonomik ve ticari ilişkilerine bakmak yeterlidir.
Ülkenin saygın(!) işverenlerinden özellikle ikisi aynı spor kulübünde yöneticilik yapar. Kulüp başkanı olan hem müteahhitlik hem de askeri malzeme ve silah ticareti yapar, hatta ABD ve onun askeri örgütlerinin yol ve havaalanı başta olmak üzere müteahhitliği ve silah tüccarlığı önemli yer tutar.  Diğeri ise ülkenin önemli ve büyük girişimcisi olarak dededen kalma variyetlerini hem ayakta tutmak hem de gelişen koşullara ayak uydurmaya çalışır. 
Bir de bu ülkenin devlet başkanı vardır ki “o” yoksul ve göçmen bir ailenin futbol ile ilgilenen bireyidir. Futbolu genetik bir hastalık nedeniyle devam ettiremez, çünkü bu hastalık olmadık yerde bayılma ve kasılma olarak belirdiğinden okula devam edemediği gibi askere de gidemez bu nedenle arkadaşları ve parti yöneticileri tarafından acınarak bakılır. Okula devam edemediği için partili yöneticiler tarafından liseyi dışarıdan bitirmesine yardımcı olur, hatta meslek yüksekokuluna kaydı yaptırılır, iş güç sahibi olsun diye birkaç esnafın defterleri tutturulur. Biraz mali olanakları artıp eli para tutmaya başladığında kendisine destek veren büyüklerine kumpas kurup arkalarından dolaplar çevirmeye başlar. Bu durumu gören büyükleri hırs ve kibir dolu kişiyi engellemeye çalışsalar da ABD güçleri ve onun yerli işbirlikçileri el vererek çeşitli manipülasyon ve dalaverelerle onu başkan yapar. Velhasıl yoksul bir ailenin hırslı ve bir o kadar kibirli oğlu devlet başkanı olur. Artık geldiği yeri beğenmez, tepeden bakar. Daha fazla ne varsa sahip olma hırsı ve çevresine topladığı yalakalar ile güçlü hafiye ve bir o kadar silahlı, yargı ve basın gücüyle siyasal gücüne güç katar, artık başkandır. Yargı, eğitim, basın, güvenlik yani silahlı kuvvetler salt kendisinden bahsetmekte, onun isteği emir telakki edilmekte. Tıpkı milattan öncesi ve sonrası gibi başkandan öncesi ve sonrası diye ayrılmakta. Tarih ve geçmiş onunla başlamakta hatta manevi değerler onun sayesinde kök salmış, ülkenin kurtuluşunu o yapmış, devletin adını o koymuş.
Yoksul göçmen bir işçinin oğlu olarak anılmak istemediği için ailesinin geçmişini kendinden başlatır. Devletin her bir yöneticisinin atamasını yaparken kendisine bağlılığını sınar, her bir satın almayı ve bayındırlığın ihalesini kendisi yapmakta. Her ihaleden büyük bir pay alınmadan verilmediğini sağır sultan bile     duymakta.
Ülkenin silahlı kuvvetlerinin araç, gereç ve silah alımı ihalesi yapılacağı açıklanır. Yerli ve yabancı şirketler bu ihaleye katılmak ister, bunlardan kulüp başkanı ile yöneticisinin firmaları yeterli belgeye sahip olarak katılmaya hak kazanırlar. Devlet başkanı ihaleye katılacak olan firmaların yöneticilerini sarayında toplantıya çağırır. Sarayda toplantı varsa mutlak komisyon oranı pazarlığı vardır. Sarayın geniş bir salonunda toplantı masası hazırlanır, korumalar ve diğer hizmetliler önceden seçilmiş, gelen konuklar kendilerine ayrılan yere oturur. Toplantıda ne savunma ve içişleri bakanı ne de silahlı kuvvetler ile emniyet müdürlüklerinden bir yetkili vardır. Bilindik danışman ve başkanın ailesinden birkaç kişi bulunur. Başkanın geldiği konuklara bildirilir selamlaşmadan sonra toplantıya geçilir. 
Başkan şirket yöneticilerine talep ettikleri ne olursa olsun, onların istediği fiyattan kabul edeceğini hiç indirim sorunu olmadığını beyan eder, tek bir şartı vardır alacağı komisyon oranı ne? Kim ne kadar komisyon verecek? Yani en fazla komisyonu kim veriyorsa ihale ona verilecektir. Pazarlık başlamıştır, her iki şirket temsilcileri önerilerini sunar ama başkan beğenmez, “daha çıkın” der. İhale yüksek meblağ tuttuğundan şirketler fiyat indirimini dile getirmeye çalışır. Başkan “beni anlamıyorsunuz, fiyat indirmeyin yüzde ne kadar alacağım onu söyleyin daha fazla vakit harcamayalım” der.
Dededen kalma şirketlerinde yöneticilik yapan kardeşler bu tür yüksek meblağlı işlerde her zaman fiyat indirmeyi talep eder ve başkana seçim işlerinde destek, araç ve bir miktar nakit ödeme sözü verirler. Başkan “kesenin ağzını açın kesemizi dolduralım, bu söyledikleriniz devede kulak, önemli olan nakit ne oranda size ödeme yapıldığında yüzdelik payımı alırım. İstediğim yüzdelik dilimi vermeyen çıkabilir. Son sözlerinizi söyleyin” der.
Kulüp başkanı ihalededir ama o bulanık suda balık avlamaya çalışan birisi olduğundan beklemeyi tercih eder. Bugün de öyle yapar. İki kardeş ve yöneticileri kendi aralarında durum değerlendirmesi yapmak için salonun bir kenarında toplanırlar. Aralarında “devlet başkanın isteklerinin ardı arkası kesilmediği, devleti soymaya kendilerinin aracılık edeceği, Afrika’daki kabile devlet başkanlarının tavrıyla aynı olduğu, devleti talan ettiklerini, kendileri üzerinden haraç istendiğini” konuşurlar. Bu esnada koridorda başkanın bildik kızgın sesi duyulur, “kim benim evimde bana talancı, haraççı der”. Sarayın her tarafında dinleme ve görüntü alma cihazları ile kim ne konuşur ve hareket yaparsa anında haberdar olur. Özellikle bu ihale gibi durumlarda daha özen gösterilir. Kendi aralarında konuşma yapan şirket yöneticilerini dinler ve kızgınlığı korumalarını da sarar. Korumalar kraldan çok kralcı olduklarından “kim kaptana laf etti” diyerek onların üzerine hışımla gider ve itiş kakış başlar. Bu durum sözlü hakaretlerden fiziki darbe biçimine bürünür. Korumalar kontrolsüz biçimde bellerindeki tabancalarını çıkarıp kabzalarıyla vurmaya namlunun uçunu kafalarına bastırmaya kadar varır. Ağız dalaşı tek taraflı vurdu kırdı ya dönüşürken yaralanıp düşenler, baygınlık geçirenler olur. Tüm bunlara rağmen ambulans çağırılmaz, sarayın revirine götürülürler, gerekli müdahale yapılmaya çalışılır. Korumaların orantısız saldırısı sonucu kardeşlerin büyüğü tüm müdahalelere rağmen durumu kötüleşir, en yakın devlet hastanesine korumalar eşliğinde götürülür. Hastanedeki sağlık ünitesi yetersizdir ve epey bir zaman sonra sabaha karşı yine korumaların eşliğinde kendi hastanelerine götürülür. Sağlık durumu düzelmeyip kurtarılamaz ve hayata gözlerini yumar. Kardeşi de bu şiddetten nasibini alır, kolu ciddi biçimde darbe aldığından alçıya alınır.  Abisinin vefatını kimseye açıklamazken kolunun alçısını kimseye söylememek için alçıyı cenaze günü çıkartır. Basına ve kamuoyuna abisinin durumunu spor yaparken kalbi sıkıştı denir.
Savunma ve silah alım ihalesi spor kulübü başkanına kalır. Devlet başkanının tüm isteklerine evet diyen kişi kulüp seçiminde başkanın desteğini alır. Seçimi kimin kazandığı değil ama bu arbedede bulunan bir koruma amirinin vicdan azabı önemlidir. Koruma amiri bu vicdan azabıyla yaşamak istemediğini yaşananları kamuoyuna açıklama yapacağını söylemesi korumaları ve sarayı telaşlandırır. Başkan ile yurt dışına gideceği söylenir, evinden ayrılır ve bir daha dönmez. Ailesi defalarca saraya gider sorar, yazılı dilekçe verir ama bir sonuç alamaz. Günler sonra başkentteki katlı otoparkta günlerce park eden araç şüpheli olarak bulunur polis güçleri tarafından incelenen aracın bagajında cesedi bulunur. Koruma amiri başına gelecekleri düşünerek tanıdığı bir avukata yazılı ifadesini verir başına bir iş gelirse bunu kamuoyuna duyurmasını ister. Başına gelen ve gelecek birçok şeyin sorumlusu “doymak bilmez bir hırsla, herkesi kölesi gibi gören sarayın mutlak hâkimi         başkandır” der. 
Bu Latin Amerika ülkesinde olay duyulduğu andan itibaren infial yaratır. Bir dönem başkanın bir dediğini iki etmeyen yargı, emniyet, silahlı kuvvetler ve mecliste elini kaldırarak asgari ücretin on katı tutarında maaş alan vekiller birden döner. Sarayın mutlak hâkimi kaçamaz ve türlü dalaverelerle yurt dışına kaçırdığı paralarını harcayacak vakti olmaz.” 
Bir seçim arifesinde daha sizleri yormamak için ülkemizden binlerce kilometre uzaktaki bir ülkede yaşanan bir saray klasiğini         paylaşmak istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali İbrahim Önsoy Arşivi