Gerçeklerle yüzleşme zamanı

Siz ne kadar saklamaya, üzerini örtmeye çalışsanız da gerçekler mutlaka bir gün soğuk bir su gibi suratınıza çarpar.

Biliyorum bu konular hayli tartışmalı, polemiğe açık konular ama gerçeği aramak ve konuşmak, sonunda da yüzleşmek zorundayız.

Aksi halde herkes kendi gerçeğinin girdaplarında kayboluyor.

Son yaşanan deprem olaylarında bunu çok daha derinden hissettik.

Örneğin devlet kavramını konuşmalıyız.

Benim gözümde devlet, ait olunan topraklarda birlikte yaşayan halkların yaşamını düzenleyen, güvence altına alan kural ve kurumlardan oluşmuş bir organizasyondur.

Millet, yurt, vatan gibi kavramlardan yola çıkarak devlete bir kutsallık yüklemek, bizim zihin dünyamızda depremin yarattığı yıkımdan çok daha büyük yıkımlara neden olur.

Çünkü devlet dediğimiz aygıtın sınırları içerisinde yaşayanlardan; onun tüm nimetlerinden, olanaklarından hak etmediği ölçüde yararlanma şansını yakalamış olanların devlet algısıyla benimkisi elbette bir olamaz.

Ülke için tüm fedakarlıkları, acıları, yükümlülükleri benim sırtıma yükleyen iktidar mensupları, iş sorumluluğa gelince onu da bana fatura ederler.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse;

Hepimizi derinden sarsan, yüreğimizi dağlayan deprem felaketi yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.

İktidarın kimde olduğundan bağımsız olarak böyle bir felaket sonrasında bir durum tespiti yapılması gerekmez mi?

Şimdiye kadar yapılmayanlar, olaylar sırasında eksikler, ihmaller, varsa kasıtlar ve hatta liyakata uygun olmayan atamalar ve sorumluları konuşulmayacak mı?

Tüm bu görevleri sizin devlet diye kutsadığınız o kurumsal yapı içerisindeki yöneticiler yapacak elbet.

Siyasi görüşüne bakmadan hatası, kusuru, ihmali olanları yapılacak bir soruşturma sona erene kadar görevden almak sizin devlet yönetme anlayışınızda yok mu?

Her koşulda sahiplendiğiniz, kutsadığınız devlet organizasyonu içerisinde layık olmadığı görevlere gelenler ve onları atayanlarla ilgili gerçekleri gizlemekle gerçekler yok olmuyor.

Dedik ya! Gerçekler mutlaka kendini gösteriyor.

Ülkemizin bir deprem kuşağında olduğu ve son yaşanan depremlerin çok geniş bir coğrafyada ardı ardına iki kez ve çok şiddetli gerçekleştiği de bir gerçek.

Bu kadar büyük bir depremi hiçbirimiz beklemiyorduk.

Ancak depremin büyüklüğü; öncesinde alınması gerekli önlemler, hazırlıklar ve zaafiyetleri mazur gösterme gerekçesi olabilir mi?

Yaklaşık iki yıldır tüm bilim insanları ısrarla ve inatla olası bir depremin yaklaştığını ve hatta yerini bile açıklamışken, afetlerle ilgili en yetkili kurumlar olması gereken AFAD ve Kızılay’ın böyle bir felakete hazır olmadığını, yeterince organize olamadığını söylemeyelim mi?

Deprem için toplanan bağış ve vergilerin niye amacı dışında harcandığını, Kızılay’ın depolarının, itibar uğruna başka ülkelere yardım gönderme adına niye boşaltıldığını sormayalım mı?

Emasya protokolü iptal edilmeseydi, TSK ve bağlı kurumlar çok daha erken sahaya inerek arama kurtarma çalışmalarında daha başarılı olurduk, daha az can kaybı yaşardık, deyince vatan haini mi oluyoruz.

Türkiye gibi çağdaşlık hedefinde bir ülkede kamu otoritesinin tek bir kişiye bağlı olmasının karar alma ve uygulama süreçlerinde sorun yarattığını söyleyince siyaset mi yapmış oluyoruz?

İktidar yanlısı olmayan belediyeleri kamu yönetiminin rakibi gibi göstererek, etkisizleştirmeye çalışan uygulamalar, Cumhurbaşkanı ve iktidar sözcülerinin ötekileştirici, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, nefret dili siyaset olmuyor da bizlerin “depremin 15.nci gününde hala niye çadır eksik, konteynerler gelmedi?” diye sormamız siyaset olarak değerlendiriliyor?

Çadır kentlerde Kuran kursları açan zihniyete;” Asıl böyle zamanlarda eğitim önemli, niye üniversiteleri kapatıyorsunuz? Niye öğrencileri yurtlarından çıkarıyorsunuz?” dememiz mi siyaset oluyor?

15 Gündür kendi memleketi Osmaniye’ye bile gitmeye Bahçeli’ye sözümüz yok.

O bürokraside yandaşlarına alan açtığı, iktidarın nimetlerinden yararlandığı sürece kendini devletin sahibi sayar ama iş sorumluluğa geldiğinde kendini muhalefet gibi sunmayı alışkanlık haline getirmiş.

Din, dil, ırk ayrımı yapmadan, siyasi görüşlerine bakmadan halkımız her zaman olduğu gibi bu felaket günlerinde de dayanışmasını en üst düzeyde göstermiştir.

Ülkesine karşı sorumluluk duyan yurttaşlar, gerektiğinde en ağır bedelleri ödemesini de bilir, günü geldiğinde suçu olandan hesap sormasını da.

Birlik, beraberlik ve dayanışmaya en çok ihtiyacımız olan şu günlerde herkes gibi elimizden gelen her türlü desteği ve yardımı yapacağımız gibi, doğru bildiğimiz gerçekleri de söylemeyi, yazmayı sürdüreceğiz. Gün; amasız fakatsız gerçeklerle yüzleşme ve dayanışma zamanıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayhan Ongun Arşivi