Turgay Eminoğlu

Turgay Eminoğlu

Kendi gerçekliğinden kaçanlar ülkesi

Kendi gerçekliğinden kaçma;  bir anlamıyla yüzleşme korkusu dediğimiz şey. Bir bakıma var olan bir gerçeğin  ertelenmesidir. İç dünyanın   bir yerlerinde  duran bu olgu ile  yüzleşmek,  bundan sonuç çıkarmak, çıkardığı  sonuçları kabullenmek ve bununla birlikte yaşamaya çalışmak, hatta ders almak,hem toplumsal kültürümüzde yoktur, hem de tek tek bireylerin yaşantılarında pek görmeye alışık olduğumuz bir yaşama tutumu değildir.

Aileden başlayarak, içinde büyüyüp geliştiği  toplumsal dokunun hiçbir katmanında öğrenmesine  de fırsat tanınmaz. Bu nedenle, kendi gerçeğini  kabullenme  yerine,  yalanlar, bahaneler, yapay  sebepler inşa ederler. Ortaya çıkacak daha fazla saklanamayan  doğrular ve artık kabul edilmesi gereken gerçekler karşısında hüsrana uğrayacağını  bilen “ego”,  sıraladığı bahaneler manzumelerinden, kendini koruyacak bir “çelikten bir zırh” inşa eder,  bu zırhın sahte sağlamlığına yaslanarak bu sorunlu yanını  sürdürmeye çalışır.

Toplumca da  önemsetilen  “ego”yu her daim  dik tutacak, altı boş   cepheden görünüşünü  koruyacak bu zırh ; çevresinde ve  toplum katında  ortak kabul görecek  bir  görüntü  bir “imaj”dır. Yaşamında  irili ufaklı her  “depremde” ilk kurtarılmaya çalışılan da ne yazık ki budur.

Yüzleşme korkusunun  sosyolojik bir kimliğe dönüştüğü toplumların bireylerinde, çocukluktan başlayarak köklü bir inkâr yeteneği gelişir. Erişkin yaşlara gelindiğinde, kişiliğin adeta temel bir parçası haline gelen bu “yetenek”, kişinin hayatla olan bütün ilişkisini temel bir ikiyüzlülük, yok sayma, gözardı etme üzerine inşa etmesine ve algısında gerçeklik çarpıtmasına neden olur.

Bu kimlikler geçmişlerinde  her anlamada pekte makbul olmayan şeyleri yaptıklarından olsa gerek, iletişim kurdukları herkeste kendi iç dünyalarında olan olumsuz  bir şeyler ararlar.

Özeleştiri ya da başka bir yolla bunu dışa vuracaklarına, suçluluk psikozundan olsa gerek; tıpkı kendilerinin yaptığına benzer rezillikleri, sanki kendileri onlardan çok farklı bir şey yapmış  gibi,  yapanları da çok acımasızca eleştirip ifşa ve linç etmekten zevk alırlar. Hep en iyi savunma saldırmaktır refleksi ile hareket ederler. 

Bu gibi  arızalı kimliklerle  hemen hemen  herkesin yaşamının bir döneminde yolu kesişse de, bunun çokta  ehemmiyeti yoktur. En fazla iletişiminizi keserek  meseleyi halletmiş olursunuz. Ancak ülkeyi yukarıdan aşağıya her kademede yönetenlerin büyük ölçüde bu berbat sarmalın içinde olanlardan oluşması, ciddi bir sorunlar yaratıyor!

Bir ülke düşünün ki ; özellikle belli tarihten sonra  ordusunu, yargısını, emniyetini, istihbaratını, kısaca devlet denen bin yıllık gelenekten dem vururken; Karl Marx’ın değimi ile  özünde “Egemen sınıfların baskı aracı” olan,   yere göğe koyulamayan aygıta dair  en kilit yerleri CİA kontrolünde ve  başında dinci gevezelikten başka bir özelliği olmayan şarlatanın emrinde bu kadrolar yönetsin.

Bunların buraları ele geçirmesinde onlarla çıkarları gereği bilerek ve isteyerek iş tutan ar damarı çatlamışlar da toplumun gözünün içine baka baka ya inkar ederler ya da  “hele bir sor niye yaptık”  dercesine   aslında utanç duyulacak şeyleri arsızca  sıkılmadan söylemekten  imtina etmezler.

Bu gibilerin en belirgin özellikleri: Riyakardırlar, her türlü ilkesizlik ve  ahlaksızlık yaşam biçimleridir. En hararetli, hatta acımasızca eleştirdikleri ne varsa bilinsin ki  kendi  geçmişlerinde mevcuttur.Sıkıştıklarında söylemeyecekleri yalan yoktur, rahatlıkla ağlar ve duygu sömürüsü yaparlar. Paçayı kurtarmak için her türlü değeri çıkarları için rahatlıkla kullanırlar.

Bunları yaparken savunmaları daima”kendilerince” içi boş, hatta gülünç bir ulvi gerekçeye bağlarlar. Kimi zaman  Ezan, bayrak, kimi zaman ülkenin bekası mavalı okurlar.

Kendi geçmişlerinde ahlaka,  adaba, edebe tezat ne varsa yaptıkları için; buradan eleştirenleri de akla hayale gelmeyecek ithamlar da bulunurlar. Suçüstü olunca da sinekten yağ çıkarma  misali  karşıdakinin açığını ararlar. Bulamayınca da neredeyse gözünün üzerinde kaşın var diyecek kadar pervazssızlaşırlar.

Bu  gibi tiplere vaktiyle Osman Bölükbaşı;  Yaşama, insani ilişkilere ve siyasete dair  Kainat var olduğu sürece çok güzel özlü bir söz söylemiş. “Dün sövdüklerini bugün övenler, dün övdüklerine bugün sövenler, göstermiştir ki köpek her avcı ile ava çıkar” sözünün  pratiği ile karşı karşıyayız. Yaşadığımız atmosfer tam da bu ! Ancak  öyle çoklar ki…hem bireysel, hem de toplumsal yaşamımızda.  

.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turgay Eminoğlu Arşivi