Turgay Eminoğlu

Turgay Eminoğlu

Reis Aristoteles’çi mi oldu? Yoksa Marksist mi?

Bilenler bilir. Cumhuriyet tarihi boyunca sağcıların ortak özelliğidir. İktidara gelinceye kadar cambaz misali her ipte oynarlar. İktidarlarının ilk yıllarında sonradan düşman ilan ettikleri, yerli veya yabancı hangi şer odağı varsa (mütekabiliyet esasına dayalı) onlarla iş tutup ülkeyi yalancı cennet diye pazarlarlar. Ama yaşamın ve bilimin gerçeği bir gün gelir kendini dayatır. Zira üretmeden hiçbir toplum bir arpa boyu yol alamamıştır.

Reis, şimdilerde her fırsatta azarladığı egemenlere ve askeri “vesayetçilere” şirin görünmek için yaşamı boyunca savunduğu Milli Görüş gömleğini bile çıkarmıştı. Ne sermayeye ne de onun en önemli aparatı olan faize karşı olmadığını 19 yıl boyunca cümle aleme gösterdi. Hatta kendisinin hükümet eylediği süre içinde yeni bir sermaye sınıfı bile yarattı. Özellikle 2018’den sonra sıcak paraya dayalı sahte cennet duvara toslayınca.

Reis faiz hususunda o bildik reflekse geri döndü. Allah’ın ipine sarılarak “Nas” dedi. Benim de aklıma sermaye ve faiz konusunda iki büyük filozof geldi. Biri Aristoteles diğeri ise Karl Marx. Bakalım onların düşünceleri ile Reis’in düşünceleri örtüşüyor mu?

Tarihte servet yaratma potansiyeline sahip olan faiz hususunda Yunan felsefeciler arsında da fikir ayrılıkları olduğunu görüyoruz. Aristoteles faiz sözcüğünden Yunanca'daki karşılığı olan “tokos” sözcüğünün aynı zamanda “çocuk” anlamına gelmesinden bahisle, servetin sınırsızlığının yarattığı tehlikenin altını çizmiştir.

Aristoteles’e göre para daha fazla para doğurmamalıydı. Zira büyümenin düşük olduğu, hem nüfusun hem de üretimin nesilden nesile nerdeyse olduğu gibi aktarıldığı bir dünyada “sınırsızlık” Aristoteles’e çok tehlikeli görünmüş olmalı. Sermaye sahiplerinin hiç çalışmadan, emek harcamadan milli gelirden hatırı sayılır pay alması tüm medeniyetler boyunca çoğu zaman öfkeli tepkilerin ve politik çözümlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunlar içinde en çok ilgi çeken hatta rağbet gören ise; faize dayalı kazancın yasaklanmasıdır. Bunu az ya da çok tüm dinlerde görmek mümkündür. Ancak en başta gelen dinler: İslam ve Hristiyan dinleridir.

19. yüzyılda bu yasaklama genel olarak politik ve dini otoriteler tarafından daha az mubah ya da muteber olarak addedilen belli yatırım türlerinin, ticari ya da finansal faaliyetlerin yasaklanması anlamına geliyordu. Ancak aynı otoriteler sermayeden getiri elde etmenin meşruyetini hiçbir zaman sorgulamamışlardır.

19. yüzyılda Karl Marx ve birçok sosyalist yazarın önerdiği ve 20. yüzyılda Sovyetler Birliği’nde uygulanan çözüm bundan çok daha radikal en azından tutarlıdır. Üretim araçlarındaki özel mülkiyetin, endüstriyel, finansal her nevi sermayenin, toprak ve binaların mülkiyetleri de dahil olmak üzere (küçük topraklar ve kooperatifler hariç) tamamen ortadan kaldırılması aynı zamanda özel sermayenin getirisinin de ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla faiz yasağı da genel bir niteliğe bürünmüş olmuştur.

Marx’a göre üretimin içinde kapitalistin el koyduğu payı getiren sömürü oranı ve onunla birlikte özel getiri oranı da nihayet sıfıra inmiştir. Bu sebeple sermayenin getirisi sıfıra inince, insanlık ve işçiler sonunda zincirlerini kırarak özgürleşmiş, servet eşitsizlikleri geçmişte kalmıştır. Dolaysı ile h akları iade ediliyordu. r>g eşitsizliği artık kötü bir anıdan ibaret kalıyordu. Üstüne üstlük sosyalizm büyümeyi ve teknolojik büyümeyi de seviyordu.

Totaliter deneyimleri yaşamış ülkeler ve hali hazırda bunu denemek isteyenler açısından problem ne yazık ki şudur: Özel mülkiyet ya da piyasa ekonomisinin işlevi, emeğinden başka satabileceği hiçbir şeye sahip olmayan kişiler üzerinde kapitalistlerin tahakkümünü tesis etmekten ibaret değildir. Bu kurumlar aynı zaman da milyonlarca insanın eylemlerini koordine ederek yararlı bir rolde oynuyorlardı ve onlardan tamamen vazgeçilmesi o kadar da kolay değildi. Merkezi planlamanın yol açtığı felaketler bu durumu yeterince açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Ülke de yaşanan sorunun özü faiz kazancını yasaklama girişimlerinin tutarlılıktan yoksun olması bir yana, bunu dillendirmek samimiyetten uzak olduğu gibi, savunuyor gibi görünenlerin kendi var oluş nedenselliği olan uluslararası finans kapitali, popülizm adına yok sayma riyakarlığıdır.

Bütün bu gerçekliğin ışığında Reis’in sermaye ve faize dair refleksi ne Aristoteles’e ne de Karl Marx’a benzemiyor. Kapitalizmi ve onun uzantısı uluslararası finans kapitali reddetmeyen, uçuk serveti, varsıllığı-yoksulluğu kader olarak görüp, bunu içselleştiren, Reis’in bu işlere dair düşüncesi tıpkı adını Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi koyduğu, dünya da eşi benzeri olmayan sistem gibidir. Buna kılıf bulmak içinde her zaman olduğu üzere sıkıştığında pragmatizmin ve popülizmin dibine vurarak dini referanslara sarılmıştır. Ama bunun da kurtaramayacağını kendisi de
biliyor! Zira yolun sonu görünüyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turgay Eminoğlu Arşivi