Ali İbrahim Önsoy

Ali İbrahim Önsoy

Sizi affetmeyeceğim

Tarihin herhangi bir döneminde herhangi bir kişinin bireysel veya toplumsal sorumlulukları mutlak vardır. Bu kişinin yaptığı toprağı kazmakta olur, su ya da çay dağıtmada olabilir, kapıyı açıp kapayan, cephede düşman mevzilerini gözetleyen, örsün üzerinde kızgın demire balyoz ile vuran, haberci kuşu yetiştiren ve haber gönderici olan, hatta atın ayağına nal çakan da olabilirsiniz ama işinizi ciddi yapmanız gerekir. Hele birde yemek yapan aşçı, ders öğreten öğretmen, sağlıkçı, yakası kalkık, omuzu kalabalık, beli silahlı ve birde yöneticiysen gayet zordur hafife almayacaksın yaptığın işi.

Yıllar önce Cengiz Han yaşadığı dönemin çoban göçer kabilelerin komutanı olarak bir çivinin önemini belirtmiştir. "Bir çivi nalı, nal atı, at bir komutanı, komutan bir orduyu, ordu koca bir ülkeyi kurtarır" demişti.

Basit veya küçük görünen işler büyük sonuçlar doğurmakta. Tarihin her hangi bir zaman diliminde kendilerini büyük görüp ulvi görevleri olduğunu iddia eden kişiler mutlak vardı. Kendini büyük ve keramet sahibi sananlar, çalışmadan emek harcamadan kendine biat etmelerini istemekte. Kendisi yoksa vekiline ya da kendine biat edenlere edilmesini istemekte. Sorgusuzca biat edip boyun eğenler kendilerine biat etmeyenleri haraca bağlamak, mallarını gasp etmek, ganimet olarak mallarını ve canlarını almak ve sırtından asalakça geçinmeyi bir meziyet sanıp yıllardır övünerek anlatılmakta. Bunlar kendilerini ebedi ve ezeli olduklarını da sanmakta.

Kendilerini ezeli ve ebedi olarak görenler sorgusuzca biat edenler var oldukça yüz yıllardır kâğıttan saraylarında/şatolarında varlıklarını sürdürmekte ve sürdürmeye devam etmekte. Bunların bir üfürüklük, bir fiskelik canları var; oysa hemen her dönem kendilerine taze kan bulmakta. Egemenliklerini sürdürmek için gündelik maişet derdine giren kim varsa bencilliğe, sahip olma içgüdüsüne, mülkiyet hırsına ve bunun için her şeyi yapabilecek karaktere sahip mayası bozuk olan, hâkim güçlerin değirmenlerine su taşır. Sömürücü egemen güçlerin bunları arayıp bulma derdi yok, onlar gelir yanaşır taze kan olurlar.

Daha dün okul sırasında eğitim alırken, tarlada ekin toplarken, fabrikada aynı işi yaparken, sorguda aynı işkencelere maruz kalırken ve tahliye olduğunda kimlerin ayrıcalıklı olduğunu gördük. Okulda sınav yapılırken arkadaşının kâğıdına bakan iyi not alır; sorguda arkadaşını ele veren sorgucusundan sigarayı kapar; çeşitli bahanelerle işten kaytaran az çalışıp sıra arkadaşının emeğini çalan aynı ücreti alır; işyerinde yöneticisine çalışanlar sendikal örgütlenme yapılıyor diye sıra arkadaşları ispiyonlayıp işten atılırken, mesai ücreti adı altında ek para alır.

Hele bir de Karadeniz'de katledilenlerin yolundayım diyen, 1920'li yılların sonlarına doğru birileri isteyerek sorumluluk sahibi oldu.  Hem de önemli bir göreve getirilenler namusları gibi koruyacaklarını hiç yüksünmeden hâkim güçlere teslim ettiler. Teslim etmekle de kalmadılar onların "akıl hocaları" oldular (V.N.T.,Ş.S.A., A.D. ve diğerleri).

1950'li yılların başında egemen sınıfa karşı mücadele veren işçi sınıfının yiğit evlatları yaşam savaşı veriyordu. İktidara sahip egemen güçler işçi sınıfı, örgütlenme ve sosyalizm kelimelerinden bile işkilleniyordu. Muhalif kim varsa gözaltına almaya başladı.  Babam da Aksaray ve Eminönü Halkevi'ne gidenlerden biriydi. Oraya gidenlerden biri gözaltına alındığında babamın kaldığı bekâr evini verdi. Bir gece vakti uyurken evi basıldı, üstündekilerle alıp götürdüler. İlkin Sansaryan' ın giriş katındaki müteferrika sonraki günler üst katlardaki tabutlukta "zorunlu misafir" edilmiş. Çıktıklarında kimi zoru görünce saf değiştirdi kimi bir yolunu bulup başka ülkelere gitti, farklı ama aslında aynı şeyi söylediler. Kimi, "devlet güçlü, devlet kerim; ona karşı değil onunla birlik olmalıyız,"  kimi, "bekleyin tek başınıza bir şey yapmayın, yukarıdan gelecek habere göre hareket edin" dedi.

"Boyun eğin" ya da  "bekleyin", kim kime boyun eğecek, kim kimi neden bekleyecek?

1960'lı yıllara gelindi, değer verip saygı duyduklarımız kendilerini keramet sahibiymiş gibi hem de uzak diyarlardan haber gönderirler, "bekleyin, radyoyu dinleyin"! Oysa yaşam devam ederken TİP, DİSK, FKP ve Dev-Genç kurulur. Ülkede kontra-gerillanın sivil ayakları da iş başı eder. Öğrencilerinin kaldığı yurtlar basılır, direnenler karşı çıkanlar pencereden atılır. Üniversiteler basılır öğrenciler dövülür. İşçiler sendikal örgütlenmeye giderken dövülür, sendika başkanı haince öldürülür. Yasaklar ve kısıtlamalara karşı yapılan mitingler basılır "kanlı Pazar" tarihe geçer. Ülkede yönetenler yönetemez, yönetilenlerde yönetilmek istemez. Yani,

"Demir kızarmış;

demir örsün üzerinde dövülmekte çekiçle,

 ve demire su verilerek çelikleşti;

şimdi ona biçim verme zamanı geldi."

Devleti yöneten iktidar güçleri kendi yaptıkları yasaları kısıtlamaya ya da kaldırmaya başlar. ABD'nin büyükelçisi Komer ülkede sömürge valisi gibi hareket etmekte. ODTÜ rektörünün davetiyle okula gelir. Bu kişi daha önce ABD'nin Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak Vietnam'da bulunduğu sürece katliamların sorumlusu olarak görev yapmıştı. ODTÜ öğrencileri tepkilerini arabasını yakarak gösterdi. İşçiler toplu sözleşme kısıtlaması ve sendikal örgütlenme yasakları nedeniyle tepkilerini dile getirdiler. Ülkenin çarpıkta olsa sanayisinin bulunduğu kentlerde "işçi birlikleri" kuruldu; kırsal bölgelerde de "tarım birlikleri" kurulmaya başlandı.

Ülkede 12 Mart Askeri Faşist darbesi yapılır, yasaklar ve kısıtlamalar alabildiğine artar toplumsal muhalefet bastırılır, hain tuzaklarda kan uykularda katliam yapılır. İdam sehpaları kurulur "üç yiğit" onurla haykırır "yaşasın işçi sınıfı" diye. Kimi işkencede öldürülür "sır "vermeden. Kimileri tutuklanır cezaevlerindedir.

12 Mart sonrası 1970'li yılların başında Selimiye Kışlasının cezaevi bölümünün " ünlü 6. Koğuşunda" kimileri bir araya gelir. (E.K., Y.K., M.R.A.,N.T. ve diğerleri) Dünyayı  ve ülkeyi yeniden tanımaya ve tahlil etmeye çalışırlar ve derler ki; "yanlış yaptık", "erken davrandık", "acele ettik". "6. Koğuş" ve çevresi bu gibi tahliller yaparken, "yukarıdan gelecek haberi bekleyin" diyenler kaldıkları yerin yöneticileri tarafından artık sahaya inin talimatıyla "atılım " yapar.

Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılananlar ve dışarıdaki yöneticiler başka limanlara yelken açtı. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini savunmak, faşist saldırılara karşı durmak, direnmek ve örgütlenmek alt düzeydeki kadrolara kaldı. "Emek" mücadelesinde sermayeye karşı sınıfsal temelde birlikte olmaları gerekenler kendi aralarında kavga etmeye ve didişmeye girişti. Hatta bu durum sendikal örgütlenmeye de yansıdı. Herkes birbirini ötelerken düşman, hain, anarşist yaftalarını hesapsızca birbirlerine karşı kullandı bazen de kan akıttılar.

12 Eylül 1980 de Askeri Faşist Darbesi yapıldığında ortada bir sınıfsal birlik olmadığından (istisnalar haricinde) devrimci bir duruş sergilenemedi. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi ve devamı hükümetlerin toplumda yarattığı baskıcı tutumlar ağır bir yenilgi ağır bir travma yarattı. 1980'lerin sonunda yakalanan toplumsal muhalefet ve iktidarın "sözde" yumuşama tedbirlerini gerçek sananlar ya iktidarın ya da sözde muhalefetin dümen suyuna gittiler. Ülkede yasal yolların olduğu beyan edilerek kimi dernek ve parti kurmaya çalıştı, kimileride koşarak yurt dışından uçakla geldi. Oysa bu durum toplumsal muhalefeti susturmaktı.

2000'li yıllar geldiğinde "birileri" yine kendilerini "yetkili ve akil" olduklarını beyan etti. Mevcut sistemin hükümetine birileri "yetmez ama evet" dedi. Hatta birileri devletin oluşturduğu "akil adamlar" içine seçilmek için toplumsal muhalefet ve "emek örgütlerini" kullandı. Mevcut iktidar hükümetine taze kan taşıdı.  Taze kan taşıyan sadece bunlar değildi, kendi dilini özgürce konuşamayan Kürt yurttaşları temsil ettiğini belirten partide vardı. Ama başka bir yanda sınıfsal temelde karşı çıkan hayır diyenlerde vardı.

Kurulu sistemin hükümeti mevcut düzeninin devamı için her yolu ve taktiğini kullanır. Sistem temel anlayışını değiştirmediği halde ona bel bağlayan taze kan veren onun yaşamasını sağlar. Oysa işçi sınıfının"emek, ekmek, temel hak ve özgürlükleri" hâkim iktidarlar tarafından verilmez. Verileceğini sanan Rusya'da "papaz Gapon" gibi ülkemizde sistemin iktidarına düzenine taze kan taşır.

 "Birileri" geçmişte değer verip saygı duyduğumuz ama sonra iktidara taze kan taşıyanlar bugün "yanlış yaptık" "özür dilerim" demekte (O.B. ve diğerleri). Sizin yanlışlarınız ve öngöremezliğiniz, Cengiz Han'ın bir çivi gerçeği gibi.

Her kim olursanız olun, kadim dostlarımdan B.Ç. ve Sezai Sami'nin sözleriyle yaptığınız "salaklık" affedilecek gibi bir şey değil. "Özür dileseniz" de sınıfsal temelde sosyalist değer açısından " affedilmeyeceksiniz", "affetmeyeğim".

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali İbrahim Önsoy Arşivi