Umutlarımız hangi kanala dökülecek?

“Sibel Ünli’nin anısına”            Sibel daha yirmi yaşındaydı.            Hasta bir annesi, kardeşi vardı bakmakla yükümlü olduğu!
Oysa Sibel kendisi bakıma muhtaçtı.
Tıpkı içecek bir tas çorbası yok iken üniversite önünde arkadaşlarına çorba dağıttığı gibi.
Açlık, yokluk, yoksulluk neyse, bir şekilde katlanılırdı da; insanların o aşağılayan, küçümseyen bakışları yok mu?
Midesine söz dinletebiliyordu ama yüreğine söz geçirmek ne mümkün.
O masum, hüzünlü ama gülen gözlerini kara gözlükleri de saklayamıyordu.
Kim bilir ne yaşam öyküleri okumuş, ne hayaller kurmuş, kaç şiirde kendini bulmuş, kaç filmde geleceğini kurgulamıştı.
Edebiyat okuyordu, belki de iyi bir yazar     olacaktı.
Daha birkaç gün öncesi yemekleri kesilen üniversite öğrencisi arkadaşları eylem yapmışlardı.
Belki kendisi katılmasa da, ölümüyle o eylemin başarıya ulaşmasına neden olmuştu.
Her zaman olduğu gibi bizim kara vicdanlı yöneticilerimiz, sorunları çözmek için hep birilerinin bu uğurda ölmesini bekler.
Bu kez de seni kullandılar, kara gözlü         güzel kız!
Açtı, yoksuldu, hasta annesine bakmak         zorundaydı
Üstelik bir de epilepsi hastasıydı Sibel.
Tahmin ediyorum şimdi üniversite rektörü de, tüm diğer sorumlular gibi timsah gözyaşı         döküyordur.
Dökülen gözyaşları da yitirilen umutlar gibi akıyor şimdi sokağa.
Oradan da bir kanala akar kuşkusuz.
Dökülen gözyaşlarımız, akan kanlarımız, alın terlerimiz hep bir kanal bulur akmak için.
Bizim alın terimizin, gözyaşlarımızın da içine aktığı kanallar, içinden geçen petrol tankerleri, silah yüklü gemiler sayesinde para olur, altın olur, servet olur akar kan emicilerin cüzdanlarına. 
Bizlere de “Sibeller Ölmez” diye bağırmak düşer.
Oysa Sibel daha yaşamının baharında 20     yaşında gencecik bir kızdı.
Pahalı, marka giysileri yoktu üzerinde.
Ağır bir yük gibi taşıdığı hastalığı bir yana, bakmakla yükümlü olduğu hasta annesi, kardeşi ve daha önemlisi çaresizliği daha o yaşta hayata küstürmüştü onu.
“Gidecek yerim yok, yaşanmaya değer     hayatım da!”
Çaresizliğin, umutsuzluğun sarmalında 1 liraya nasıl karın doyurulur denklemini çözmeye çalışan Sibel’in aslında kocaman bir yüreği vardı.
Ama yaşam kavgasından yıpranmış fiziğine bakanlar göremezdi ki onun yüreğini, yüreğindeki kocaman sevgiyi.
Daha kaç Sibel ölecek bu acımasız soygun     düzeni yüzünden?
Kaç ana kahrolacak çocuklarına iyi bir gelecek sağlayamadığı için?
Kaç baba canına kıyacak, evine ekmek götüremedi diye?
Ve siz tüm bu yokluğun, yoksulluğun, ölümlerin sorumluları!
Hiç mi vicdanınız sızlamaz?
Çocuk yaşta kızlarımızı kendilerinden on beş yaş büyük tecavüzcülerine mecbur eden ahlak     anlayışınız,
Haklarında somut hiçbir suç gösteremediğiniz kişileri yıllarca hapiste tutarken, eşlerini, sevgililerini ya da hiç tanımadıkları kadınları acımasızca öldüren katillere, duruşmada kravat taktıkları için ceza indirimi sağlayan hukuk uygulamalarınız sizin olsun.
Kanallarınız, köprüleriniz, yollarınız,         gökdelenleriniz,
Yakarak, keserek yok ettiğiniz ormanlar, beton yığınına döndürdüğünüz kıyılar, kanalizasyonları akıttığınız denizler, hepsi sizin olsun.
Yeter ki umutlarımıza, hayallerimize         dokunmayın.
Bir de onurumuzla, gururumuzla, aklımızla oynamayın.
Bizim en çok da onlara ihtiyacımız var.
Sibelleri alabilirsiniz elimizden ama umutlarımızı, hayallerimizi asla!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayhan Ongun Arşivi