Bodrum'a yağmur yağıyor!

Nereden çıktı şimdi bu yağmur muhabbeti demeyin.

Biraz daha gecikse, tüm bölge halkı topluca yağmur duasına çıkacaktı.

Umarım bugün başlayan yağmur hafta boyunca yağmaya devam eder.

Bölgedeki tüm barajların kuruduğu ve buralardan su temin edilmediği gerçeğini düşünürseniz bu yağmurların ne kadar yaşamsal olduğunu daha iyi anlarsınız.

Açlığa, yokluğa, yoksulluğa alışıyor da insan, susuz hayat tam bir işkence.

Sorunları neden-sonuç ilişkileri içerisinde değerlendirmeyenler de başlıyorlar suçlu aramaya.

Bodrum Belediyesi mi suçlu, Muğla Büyükşehir Belediyesinin yetki alanında mı yoksa tüm bu olumsuzluklardan Devlet Su İşleri mi sorumlu?

Aslında küresel ekonomik ilişkilerin hayatımızı tümden esir aldığı ortamda her şey arz-talep dengesine bağlı.

Talep edilenden daha az su kaynağınız varsa sonunda susuzluk kaçınılmaz.

Ancak talep konusunu doğru değerlendirmek gerekiyor.

Talebin arzı geçtiği durumlarda öncelikler devreye girer.

O zaman şu soruyu sormamız gerekir.

Bir ihtiyaçtan öte vazgeçilmez bir insan hakkı olan suyun kullanımında bireyin talebi mi öncelikli olacak yoksa tüm dünyanın terk ettiği ilkel teknolojilerle enerji üreten termik santrallerin soğutma talebi mi?

Enerji kartellerine peşkeş çekilen tarım arazileri ve orman alanlarına, dolayısıyla bu bölgede yaşayan yurttaşlara can suyu olan yeraltı sularını vahşice kullanan termik santrallar kapatılmadan bu sorunun çözümü mümkün değil.

Kaldı ki yalnızca su sorununu çözmek değil, doğayı, ormanlarımızı, toprağımızı ve de sularımızı koruyarak daha sağlıklı bir yaşam sürdürmenin yolu da buradan geçiyor.

Dünyada her gün on binlerce insanın suya erişememekten kaynaklı hastalıklardan dolayı yaşamını kaybettiğini ve bunların çoğunun da çocuklar olduğu gerçeğini unutmamamız gerekiyor.

Suyu evrensel bir insan hakkı olarak değil de diğer temel ihtiyaçlarımız gibi bir ihtiyaç olarak görürsek sonuçta uygulanmakta olan kapitalist ekonomik sistem içerisinde diğer gıda ürünleri gibi alınıp satılan bir meta durumuna düşer.

O zaman da mevcut ekonomik ilişkilerde olduğu gibi kar marjı çok yüksek bu ürün, sermaye gruplarının denetimine geçer.

Şimdilik yalnızca dağıtım ve pazarlamasını yaptıkları su sektöründen ilaç sektöründen daha çok para kazanan patronlar yarın üretimi de ele geçirerek insanlığı susuzluğa mahkum edebilirler.

Bodrum’da yağmurlu bir günde bir yandan haftalık yazımı yazarken, bir yandan su üzerinden yapılan bu korkunç sömürüyü düşündüm ama en çok da Hatay’da depremzedelerin yaşadıkları sıkıntıları.

İktidarın bir yıl içerisinde kalıcı konut vaadine karşın bırakın evlerine yerleşmeyi hala çadır bile bulamayan insanların olduğu bu tarih ve kültür kokan kadim kentin, mağdur ve onurlu insanlarına yandı yüreğim.

Burada milyon dolarlık villalarında bir günlük su kesintisine bile isyan eden mutlu mesut insanların Hatay halkının yaşadıkları çileyi anlayabilmelerini beklemiyorum elbet.

Evinden barkından, işinden olan, yakınlarını enkaz altında bırakan ama inancını, umudunu yitirmeden kentine sahip çıkan Amanos’un yiğit insanları; kendileri gibi yiğit bir insanı tüm engellemelere, baskılara rağmen milletvekili seçip meclise göndermişlerdi.

İnanıyorlardı ki, nerede bir haksızlık, hukuksuzluk varsa tüm mazlumların yardımına koşan Can Atalay, kendi kentlerinin de sorunları için mecliste mücadele edecek!

Ama ona bile izin vermedi iktidar.

Anayasayı yok sayan, Avrupa İnsan hakları Mahkemesi kararlarını tanımayan egemen güçler Anayasa Mahkemesinin kesin kararına karşın Hatay’ın umudu Can Atalay’ı cezaevinde rehin tutmaya devam ediyor.

Bırakın Türkiye’yi, dünyada bile eşi görülmemiş bir hukuk skandalıyla Hatay halkını bir kez daha cezalandırıyorlar.

Eğer bu yağmur Bodrum’da yağdığı gibi Hatay’da da yağıyorsa; ne olacak o çadırda kalan çocukların, kadınların hali?

Siz bu halka ve özellikle depremzedelere yaşattıklarınızın vebalini nasıl ödeyeceksiniz?

Hatay’ın o bilinen Defne sabunu bile çıkaramaz vicdanınızın kirini!

Asi ırmağının çoğu zaman bulanık akan suları bile daha temizdir sizin vicdanınızdan.

Çoğu zaman ağrıyan yüreğimin sol yanı şimdi Hatay’daki çadırda korunmaya çalışan çocuklar için sızlıyor.

Hangi din, dil ya da ırktan olursanız olun gözyaşlarının rengi aynıdır.

Tenimizin, gözlerimizin rengi farklı olsa da gözlerimizden akan yaşlara, yatağa aç giren çocuklara inat, gün gelecek Hatay halkı yeniden kalkacak ayağa, Can Atalay kavuşacak özgürlüğüne ve Nazım’ın dediği gibi bu güzel coğrafyada;

Yaşayacağız bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayhan Ongun Arşivi