Ali İbrahim Önsoy

Ali İbrahim Önsoy

Kethuda

Bunların yönetim erkinde kılıç ve diğer entrika yapanları kadar kayıt altına alan defter tutan da önemliydi. İşte bu nedenle Bizans ve öncesi tarihi dönemde dağdaki haraminin şehirdeki adı “devlet” oluyor. Dağdaki harami ister bu bölgede yaşayan ister bulunduğu bölgeden geçmek zorunda olan kim varsa can ve mal güvenliği için kendisine haraç ödemek zorunda. Bunun devamlılığı o haraminin daha da büyümesi ve alınan haracın/verginin kayıtlara girmesi önemli.

Şehirde ki harami büyüyüp güçlendikçe yerel ve küçük haramiler de ona bağlı olmakta. Tarihi belge ve yazıtlar yurttaştan alınan vergi yani haraçtan uzun uzadıya söz etmekte. Devletin büyük oranda geliri yurttaşından aldığı vergidir. Verginin adı düşmandan koruma, ülke topraklarında ticari ya da herhangi bir adla seyahat etme güvencesi, çeşitli adlarla hizmet güvencesi olarak alınan vergiler olmakta. Doğaldır birkaç yıl da bir sefere/savaşa çıkarken alınan vergiler de ağırlıklı olmakta.

Egemen yöneticiler sistemlerinin devamı için silahlı güçleri kadar aldıklarını kayda geçiren düzenleyen defter kayıtçıları önemli. Kimden ne zaman ne aldığını bilmesi ve buna göre hazırlık yapması gerekir. Sistemin devamlılığı kayıtların tutulması ile önem kazandı. Yurttaşlarını yani egemenliği altındakileri kayıt altına alması yanında ekip biçtiği tarlanın sulak ya da kurak olması, meyve veren ağaç cinsi ve sayısı, ahır ve kümesteki dört ve iki ayaklı yanında kanat hayvanların sayısı, kaçının anaç kaçının eril olduğu kayıtlara alındı. Yönetim tarafından bir kere kayıtlara alınan artık sistemin kayıtlı haraç/vergi vereni olmuştur. Egemen güç kimden vergi alacağını bildiğinde topluma gücünü kudretini artık hissettirmeye başlar.

İktidar gücünü elinde bulunduran egemen güç daha fazla iktidar için daha fazla gelire ihtiyaç duyar. Hâkimiyeti sınırları içinde olanlara harcama bahanesi adı altında salmalar gönderirken komşu ülkeleri savaş tehdidi adıyla bazen de işgalle haraç almaya zorlar. Bu nedenle kayıtları tutan “defterdar” yani kalemiye sınıfı devlette önemli yer tutar. Yukarıda demiş olduğumuz gibi “bir kere kayıtlara alınan artık devletin sağmalı haline” geldi. Devletin yönetim kurumu üçlü saç ayağı biçimindedir, ayakların biri “seyfiye” diğeri “ilmiye” ve sonuncusu “kalemiye” sınıfıdır. Dün ordusu ile komşu toprakları zapt edip, ilmiyesi ile hurafeler çıkarsa da ancak kalemiye ile kayıt altına aldıktan sonra o topraklarda yaşayanlar onun için birer sağmal ineği olur.

***

Devletin yönetim uygulamasını yani bürokrasiyi Bizans’tan, dini inancını Fars’ilerden öğrenen Selçuklu ve ardılı Osmanlı birçok kelimeyi de yine bunlardan aldı. Tarihte Pers olarak bildiğimiz toplum, Arapça da Farsi, Osmanlı döneminde ise Acem olarak görürüz. Safeviler döneminde devlet görevi yapanlara “kethüda” sıfatı verilmiş. Hükümdar adına devlet görevi yapan kişiler için de bu kelime kullanılmış. 14. yüz yılsonu ile 15. yüz yılbaşında Osmanlı kayıtlarında hükümdar adına görev yapan yöneticilere yaptıkları konumun yanında bu sıfat da var. Zamanla toplumun sosyal yaşamında çiftlik, konak, han ve hamamları işletenler için de kullanılmış. Özellikle devlet yönetiminde ağırlıklı olarak kullanıldı. Çelebiler döneminde Musa Çelebi’nin kazaskeri Şeyh Bedreddin’in “kethüdası”, Börklüce Mustafa ile böylece resmi olarak kayıtlara girdiği görülmekte. Bu nedenle sultan, bey ve paşa gibi yüksek rütbeli görevlilerinde “kethüdaları” olduğu bilinmektedir.

‘Osmanlı devlet yönetiminde kethüdalar arasında en önemlisi sadaret kethüdasıydı. Sadrazamın divanı hümayundaki işleri yanın da diğer vezirlerin işleriyle de ilgilenirken 1799 yılında “sadaret kethüdası” Seyyit Mehmet efendinin başvurusu üzerine kendisine sadece sadrazamın işleriyle ilgilenmesi bildirildi.’ (Bkz. B. A. HH, nr.13283)

III. Selim devleti biçimlendirme çalışması yaparken eyaletlerde ki yerel güçleri dikkate alarak yönetimde “yaranların” önemini anladı. Eyaletlerde ki yaranlar merkezi yönetim dışına çıkarak hatta zamanla merkezi zora sokacak tavırlar içine girdi. Bu durumun düzenlenmesi gerekirdi; III. Selim devlet içinde yenilik çalışması yapılmasını isterken kurulu sistemin değişeceğinden korkan saray ve diğer güçler tarafından öldürüldü.

Devlet duraklama dönemine girmesi ile merkezi yönetimin gelir getiren kurumları gelir getirmez oldu. Ticari yollar eskisi gibi kullanılamadığından geçiş ve yol harcı toplanamadı; yapılan savaşlar kaybedilirken vergi veren vermez oldu. Eyalet valisi ile yaranları merkezi yönetimin dışında tavır almaya başladı, keza toplanan vergiler “harcamalarım var” denilerek gönderilmez oldu. Devlet merkezi yönetim olarak yeniden biçimlendirilmeye ihtiyacı vardı ama bunu yapacak hazırlık ve ekip yoktu. III. Selim’in modernleşme düşüncesi bile devlet içinde birilerini korkuttu ve bunu canıyla ödedi.

Sarayda kendisini destekleyen çevreler vardı ve bunlar kendilerine en yakın gördükleri Rumeli Beylerbeyliğinin Vidin muhafızı ve Silistre eyalet valisiydi. Bu kişi gözü kara birisiydi, ona gidildi. Silistre eyalet valisinin hâkim olduğu bölgede farklı inanç ve değerde topluluklar yaşar. Bunların yaşamlarını devam ettirmesi ve düzenlemesi yöneticilerin kişisel becerisi gerekir. Yeterli eğitim ve bilgisi olmasa bile çevresine topladığı yetenekli, bilgili ve bir o kadar ”güvendiği” kişilerle bölgeye faydalı ve itaatkâr tavrı ile Osmanlının gözüne girdi “yeniçeri ağası Alemdar Mustafa”. Vidin muhafızlığı ve Silistre eyalet valisi olarak Rusçuk yaranı ile birlikte etrafına topladığı ordusu ve destekleriyle başkente gitmek için yola koyulur. Balkanlar ve Trakya’da ki eyaletlerden de ona katılan olur. Ordu, yol boyu gittikçe büyür.

Yenilik hareketine karşı çıkan yeniçeriler ve etrafına topladıkları sarayında göz yummasıyla başkentte kargaşa hâkim olur. Hem bu kargaşaya son vermek hem de düzeni sağlamak için güvendiği adamlarından önemli bir kısmını başkente gönderir. Kargaşa çıkaran kabakçı Mustafa ve çevresini etkisiz hale getirilirken tekrar düzen sağlanır. Saray ve çevresi Paşanın gelmesini durdurmak için yeni sultan IV. Mustafa tarafından daha fazla görev ve yetkiler verilir.

Alemdar Mustafa Paşa, III. Selimin öldüğü yerine IV Mustafa’nın getirildiğini öğrenir daha da hiddetlenir. Geri dönmesi için verilen görevleri elinin tersiyle iter. Bu duruma karşı çıkar ve “Kılıç kınından bir kere çıkmıştır,” der. Başkente gelir. II. Mahmut’u göreve çağırır. Yeni sultan düzenin kurulması için Alemdar Mustafa Paşa’yı Sadrazam olarak atar. 

‘Sadrazam olan Alemdar Mustafa Paşa’ ilk iş olarak merkezi yönetime sorun haline gelen “ayanlar” konusuna el atar. Osmanlı sisteminde yenilik hareketinin başlangıcı olarak tarihe “Senedi İttifak” adıyla geçen belgeyi meydana çıkardı. Sultanında imzaladığı bu “ittifak senediyle” padişah ve ayanlar birbirlerinin egemenliklerini tanıdı. Kurulu sistemin çarkının, önemli ayaklarından yeniçeriler ile şeyhülislam buna karşı çıktı. İmzalanan belgenin hayata geçmemesi için her türlü çareye başvurdular.

Alemdar Mustafa Paşa sadrazamlığın ilk günlerinde Vidin ve Silistre eyaletinde yokluğundan yararlanan bazı ayan ve çevreler düzen bozucu hareketlere giriştiğinin haberini aldı. Düzenin sağlanması amacıyla güvendiği bir kısım adamlarını geri gönderdi. Gidenler arasında daha sonra Silistre eyalet “defter kethüdalığı” görevinde bulunan “yakın güvendiği adamı” da vardı. Bu esnada Dersaadet’te yeniçerilerin arkasından iş çevirdiğini hatta kendisine suikast planları olduğunu biliyordu. Bu nedenle Rusçuk’tan beri yanında olan özel mali danışmanı Manuk Bey ve kethüdası Köse Ahmet efendiye de zarar gelmemesi için kargaşa başlamadan gitmelerini söyledi. Bunlar son gününe kadar yanında kaldı, isyan ve saldırıdan kurtulduktan sonra takip ve katliamdan uzaklaşmak için Rusçuk ve ardından Rusların elinde olan Belgrad’a kaçtılar. 

Tuna nehrinin iki yakası da Osmanlının elindeydi. Paşa’nın kethüdası Köse Ahmet ve özel danışmanı Manuk Bey ile etrafındaki yakın çevresi sarayın yeni yönetiminin hışmından korunmak için kaçıp saklandı. Paşanın isyan öncesi Silistre’ye gönderdiği askeri birliğin “defter kethüdalığı” yapan “yakın adamı” sarayın yeni yönetimi tarafından da görevine devam etmesi istendi. Oysa Paşa’nın ölümünden sonra saray yönetimi mallarına “müsadere konuldu”.  Birçok adamı ve hısımları bu müsadereden payına düşeni aldı. Sadece bu kişi ve ailesine dokunulmadı. Görevine devam etmesi istenilen kişi ve ailesi Silistre eyaleti ve Deliorman bölgesinde önemli devlet görevlerinde bulundu. 1844 Uzuncaalan Temettuat defterinde Razgrad zaptiye memurluğu maliye sorumlusu (defter kethüdası) Mehmet bin Sadık olarak kayıtlıdır. Bu kişi 1828 yılında emekli olurken aynı aileden Emin Ağa adlı kişi Silistre eyaletinde zeamet sahibi olarak göreve getirilir. Bu kişiler eyaletin idari ve mali üst yönetiminde bulunur. Mehmet Bin Sadık ve Emin Ağa emeklilikte kendilerine arpalık olarak verilen bu yere gelir yerleşir. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dosya No;749, Fon Kodu ML. CRD) Bölgede önemli zeamet topraklarına sahip olan günümüzdeki adıyla “Eşref Ağalar” sülalesi hem eyalet yönetiminde hem de ayan olarak önemli bir zaimdi. Bu aile bölgeye yeni tarım aletleri getirmenin yanında kovancılığı (arıcılığı) da ilk başlatandır.

Zeamet Osmanlıda yıllık geliri 20.000 ile 100.000 akçe arasında olan topraklar ve bu toprak sahiplerinden alınan vergidir. Merkezin dışında özellikle eyalet merkezlerinde oturan üst düzey yöneticilere zeamet verilir. Bunlar merkeze göre alt düzeyde bile olsa eyaletlerde itibarlı bir makam ve yüksek bir gelire sahipti. Keza zeamet sahibi olanlar emekli olduklarında ya da görevden el çektirdiklerinde yaşamlarını devam ettirmesi için arpalıklar verilirdi. Bunlar genellikle büyük miktarda arazi olmakta. İşte bunlardan biri de Mehmed Bin Sadık ve Emin Ağa ailesi yani “Eşref Ağa” sülalesidir.

Aile kız alıp vermeyle de akraba ilişkilerini daha da büyütür. Eşref Ağanın oğullarından Emin de zeamet sahipliğine devam eder. Bu kişi Silistre eyaleti idari yönetiminde mali işler yöneticisi olarak görürüz. Yanında sadece Türk kökenli değil Bulgar kökenli de çalıştırmıştır. (Bkz. İ. Abtulov. RAVNO, Üç Alan Köylerinden Biri, s.25- 38) Eşref Emin ağa 20. Yüzyılın başlarında bir zaim olarak ikamet ettiği bölgede eğitim ve inançlarının devamı için mülkiyetinde olan arazinin 18 dönümü bağışlar. Bu yer günümüzde Razgrad ili, Kubrat ilçesi Ravno köyünün ilkokul binasının bulunduğu yerdir. Hatta ölmeden önce çocuklarına, “mülkiyeti olan topraktan alınan mahsulün belli bir oranını eğitime verilmesini” vasiyet eder.

20. Yüzyılın başı Eşref Ağa torunu, Sadık oğlu Emin hoca Balpınar’dan (Kubrat) Eyüp Çavuşun kızı Hatice Ayşe ile evlenir. 1932'de doğan küçük kızlarına annelerinin adını verirler. “Fatma ana” aile geçmişini bilmeden yaşar, evlenir, çocukları ve torunları olur ve 2020 de vefat eder. Kardeşleri, akrabaları, çocukları yani kendisinden önce gidenler ve yaşayanlar hala bir “defter kethüdası” ve zeamet sahibinin evlatları olduğunu bilmezler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali İbrahim Önsoy Arşivi