Düne hasret günler...

Öğle vakti yavaş yavaş İzmir'i terk etmekte, akşam tüm karanlığıyla üzerimizi örtmek için telaşlı bir şekilde yaklaşmaktaydı. Ne gelecek karanlıktan ne de yitirdiğimiz cılız öğle güneşinden medet ummuyorduk. Hayat bize hiç kimseden medet ummamak gerektiğini öğretmişti. Herkes kendi için yaşıyor, kendi için mücadele ediyordu. Olur, da yere düşersen kimse tekrar kalkamamanı dert etmezdi. Her türlü ağır hezimetlere açık olan bu hayatta kötülüğün bilincinde olmanın verdiği rahatlıkla birlikte birkaç iyi adam oturup içmiştik…
Hava kararıp da akşam olduğunda bir şeyler mi yesek telaşına düşmüş ve ne yiyeceğimiz üzerine epey bir tartışma yapmıştık. Bir klasik olarak bira üzerine tüketilen kokoreç, ıslak hamburger yahut midye gibi teklifler değerlendirilse de; bütün bu yiyeceklerin abur cubur olduğuna kanaat getirip soluğu Aysel Abla’da almıştık.

Aysel Abla; Bornova’da ev yemekleri yapan bir mekândı. Hatta ne biri, iki tane olması lazımdı. Birisi Süvari Caddesi üzerinde diğeri de bizim meşhur Empas’ın az ilerisinde olacak. Her neyse. Bize Empas’ın yanındaki daha yakın olduğu için oraya gittik. Çorba, sulu bir yemek, pilav ve tatlı tercihleriyle seçtiğimiz 4 çeşit yemeğe 4 lira vererek; şaşkınlık içinde birbirimizin suratına bıraktık. “3 kişisiniz toplam 12 lira yapıyor” diyen kasadaki pos bıyıklı amcanın bizimle kafa bulmadığını anlayınca “hay hay” diyor ve ücreti takdim ediyoruz. Akabinde limon kolonyası ile ellerimizi boca edip oradan çıkıyoruz…

Aradan yıllar geçiyor, aylar geçti. Tekrar Bornova’da aynı bira sever ekiple bir araya geldik. Artık eskisi gibi kendimizden emin değildik. İşsizlik, parasızlık, geleceğe dair beslediğimiz karamsar ve iç burkan vaziyetler bizi daha ürkek insanlar haline getirmişti. “Bir bok olamamanın” verdiği kederle biralarımızı içmiş, eski günlerden söz etmiştik. Eskiden hayat ne güzeldi be değil mi? Cümleleriyle birbirimizi onaylarken tekrar yemek yemek fikrinde anlaşmıştık. “Tamam o zaman hadi Aysel Abla’ya gidelim” demiştim. 4 çeşit yemeğin 4 lira olduğu günler yerini 10 liraya kadar bırakmıştı. Hoş 5 sene evvel 8 liraya içtiğimiz birayı da 15 liraya içiyorduk. Hayat hep pahalılaşıyor ve biz gitgide fakirleşiyorduk.

“Böyle olmaz aga” dedi Mete. Ne olmaz diye baktık meraklı gözlerle Mete’ye. “Hayat abi. Hayat. Allah aşkına bu nedir ya? Bir bohem bir bıkmış haller hep şikayet, hep şikayet. Boşverin abi” diye bizi relax olmaya davet eden tüm cümlelerini bir mermi gibi üzerimize boşaltan Mete’ye; tavsiyen ne oğlum diye sormayı akıl etmemiz, onu susturmaya yetti. Mete’nin bir tavsiyesi yoktu. “Hadi bir Alsancak yapıp gelelim” demekle yetinmişti.

“Olurrrr” diye hep bir ağızdan onaylamıştık. “Tren Üçyol yönüne gider” sesiyle devam eden yolculuğa Konak’ta son verdiğimizde, “Şimdi ne yapacağız?” bakışlarıyla birbirimize süzmüş, akabinde bir klasik olarak tekelden biraz bira alıp, kordonun meşhur çimlerine yayılmıştık.
“Hava güzel ha. Bizim havamız da güzel” demişti Mete. “Yani” dedik “eh” dedik. Neden hiç keyif alamıyor yahut mutlu olamıyorduk? Hayat pahalılaşıyor biz yaşlanıyor biz fakirleşiyor biz gitgide daha umutsuz vakalar halini alıyorduk.

Bir Kızılderili bilgeliğiyle ufka bakarken; “Sevdiğimiz kadar sevilmedik. Sevildiğimiz kadar sevmedik. En önemlisi aitlik hissedecek kadar sahip olamadık” cümleleri döküldü ağzımdan. Mete ve diğer çocuklar şaşkın, şaşkın yüzüme baktılar.

“Hadi abi gidelim istersen” dediler. Hayatınıza dair gerçeklik taşıyan bir sözle karşılaştığınızda orayı terk etmek en iyisiydi. Bu nedenle arkadaşlara uydum ve eve dönmek için tekrar metroya bindim. “Tren Bornova yönüne gider” sesiyle huzur dolu bir ninni dinliyormuşum gibi gözlerimi kapatıp uyudum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi