Gazetecilik ölmez gazeteciliği yok sayan ölür!

Bundan 63 yıl önce bugün, 10 Ocak 1961 tarihinde, gazetecilerin çalışma koşullarını iyileştiren 212 sayılı yasa yürürlüğe girmişti.

Böylece artık gazete çalışanlarının iş sözleşmeleri yazılı olarak yapılacak, sözleşmelere işin türü, ücreti yazılacak, gazetecilerin, sendikal, sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içerecekti.
Bu yasa ile kendilerine yüklenen sorumlulukları kabul etmek istemeyen 9 gazete patronu (bunlar.... Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah) ortak bildiriye imza atarak gazetelerini 3 gün kapadıklarını duyurmuşlardır.

O gün Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni olmasına rağmen, meslektaşları ile birlikte hareket eden Abdi İpekçi'nin de içinde olduğu gazeteciler ise üç gün boyunca BASIN adında bir gazete çıkararak patronlarına karşı direndiler.

Ve 3 gün sonunda patronlar geri adım attı kazanan direnen meslektaşlarımız oldu.
Daha sonra bu yasa yürürlüğe girerek yasalaştı.
Çalışan Gazeteciler Günü, bu olayın bir sonucu olarak ortaya çıktı...
*
Bu yasa ile o gün sağlanan; Yıpranma hakkı, elektrik, su, telefon ve ulaşıma tanınan yüzde 50 indirim hakları, sendikalaşma hakları ne yazık ki daha sonra önce 1961, 12 Mart ve 1980, 12 Eylül ihtilalleri ile ortadan kalktı.
Bu anlamlı gün artık gazeteciler için bir bayram değil, sorunların dile getirildiği bir gün olmaktan öteye geçemiyor.
*
Düşünün bir defa.

Gazetecilik dün, Abdi İpekçi gibi patronunun değil, meslektaşlarının yanında durup direnmekten, bugün patronlarının sözcüsü, menfaat savunucusu, adeta trolleri olan yandaşlığa dönüştü.

Dün Newyork Times kurulduğunda, Newyork Belediye Başkanının size reklam verelim böylece daha rahat mesleğinizi yerine getiririniz teklifine, 'O zaman ben nasıl gazetecilik yaparım' diye reddeden patronlardan, bugün ihale almak için siyasetçilerin kapısında yatan, yalakalığını yapan patronların olduğu ortama geldi.

Dün etik değerler vardı, hakikate ulaşmak vardı, gerçeği savunmak vardı.
Bugün, trollük var, yandaşlık var, gerçekleri örtme yarışı var, iktidara yaranma yarışı var, haklının değil, güçlünün yanında yer alma savaşı var...
*
Ortada adeta bir koro oluşturuluyor.
Herkes o koroya çekilmeye çalışılıyor.
Solo konuşanlar, itiliyor, atılıyor, dışlanıyor, dövülüyor, tehdit ediliyor…
Aslında gazeteciliğin tanımı çok basit.
Sadece gerçekleri ortaya çıkarmak ve bunu kamuoyu ile paylaşmak.
Ortada öyle bir gazetecilik türedi ki.
Artık kimin doğru kimin yanlış yaptığını da anlayanlarımız azaldı.
Basın hürriyeti bütün hürriyetlerin üzerindedir diyoruz.
Özgür basını olmayan bir ülkede demokrasiden söz edilmez diyoruz.
Ama gelin görün ki bunların tamamı sözde kalıyor. Öze dönüşmüyor.
*
ABD'li yazar Joey Goebel'in;
Bana satılmış bir medya verin, size cahil bir toplum sunayım....' Sözü tam da günümüzde Türkiye medyasını işaret etmekte.
Bir ülke medyasının yüzde 90'ından fazlası iktidarın kontrolünde bulunuyorsa o ülkede basın özgürlüğünden bahsetmek anlamsız kalıyor.
İnsanlar ilk çağlardan beri haberleşme ihtiyacı hisseder.
İletişim, yemek içmek gibi önemli bir ihtiyaçtır.
İnsanoğlu dünyaya geldiği zaman ağlayarak ilk iletişimini kurmaya başlar.
Antik yunanlarda haber veren çığırtkanlar vardı, bağırarak, çağırarak halka haber verirlerdi.
Napalyon bir yere işgale gittiğinde oraya ilk matbaayı götürüyormuş. Gazete çıkararak biz de sizlerdeniz gibi propaganda yaparmış.
Her kitle iletişim aracı çıktığı zaman otoriteyi ciddi ciddi sarsıyor. Ve bu durum kolay kabullenilmiyor.
Osmanlı matbaayı 300 yıl sonradan kullanmaya başlamış.
Aslında 1490 yılında matbaa geliyor fakat kullanılmaya başlanması 300 yıl sürüyor.
*
1831’de ilk resmi gazete Tahvimi Vakayi.
1860’da ilk özel gazete Tercümanı Ahval çıkıyor.
Ali Suavi Muhbir diye bir gazete çıkararak saraya muhalefet yapıyor.
1864’de ilk çıkan basın kanunu ile Muhbir kapanıyor.
Gazetenin sahibi Ali Suavi İngiltere’ye giderek Muhbir’i basıyor ve gazetenin başına şunu yazıyor: Muhbir gider, gazete basılmasının yasak olmadığı bir yer bulur ve yine çıkar!
*
Kurtuluş Savaşı yıllarında sarayı destekleyen İstanbul basını ve mücadeleyi destekleyen Anadolu basını olarak gazeteler ikiye ayrılıyor.
Konya’da Öğüt diye bir gazete; savaştan kaçanları gazetemizden ifşa edeceğiz diyerek önemli bir görev üstleniyor.
Hakimiyeti Milliye de öyle.
1920’lerde radyo geliyor Türkiye’ye.
Atatürk radyo evlere girsin diye önceleri radyodan hiç siyaset yapmıyor.
1945’e kadar radyo altın dönemini yaşıyor.
1950’den sonra televizyon geliyor.
*
Gazetecilik sadece kâğıttan yapılan bir meslek değildir.
1990’lardan sonra önce cep telefonları ardından internet girdi hayatımıza.
Günümüzde ise internet belki de iletişimin ışınlanmadan önce son özelliği olarak kullanılıyor.
Dün aylık yayınlar, haftalık yayınlar, günlük yayınlar vardı, şimdi anlık yayınlar revaçta.
Artık teknoloji.
Rakip hibrit muhabirler.
Rakip hız.
Ve bütün bu rakiplere karşı yarışmak için donanım gerekiyor, diploma gerekiyor, merak gerekiyor, yabancı dil gerekiyor, gazeteciliğin bütün özellikleri gerekiyor.
Üzerine bir de hepsinden daha hızlı olmak gerek.
*
Türkiye Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 165. sıradadır.
Son yıllarda yüzlerce yayın organı kapatıldı.
10 bini aşkın gazeteci işsiz kaldı.
Yüzlerce gazeteci hapse atıldı, yargılandı, dövüldü, tartaklandı...
Bugün medyanın yüzde 90'ı iktidarın kontrolünde.
Kalan yüzde 10'luk bağımsız medya kuruluşları ise bir taraftan işini yapmaya çalışırken, diğer taraftan kendilerine uygulanan ağır ekonomik baskı ve yaptırımlar ile mücadele vermektedir.
*
Düşük ücret politikaları, itibarsızlaştırma ve basın özgürlüğüne yönelik saldırılar, gazeteciliğin yapılması zor meslekler arasında hızla yükselmesine neden oldu.
Meslektaşlarımızın hemen her gün soruşturma, gözaltı, ifade verme ve tutuklanma tehdidi yaşadığı günlerden geçiyoruz.
Meslek etiğine sahip çıkan, ekonomik ve sosyal haklarını iyileştirmek isteyen, anayasal hakkını kullanarak sendikalaşmak isteyen gazeteciler işsizlik tehditleri ile karşı karşıya kalmaktalar.
*
Gazeteci, mağdurun, güçsüzün, yoksulun, ötekileştirilenin ve sesini duyuramayanların sesi olmakla yükümlüdür.
Bütün bu yazılanlara, tarihi notlara, yaşananlara bakıldığında; Gazetecilik ölmez, gazeteciliği yok sayan ölür diyebiliriz.
Zira gazetecilik; doğrunun, dürüstün, iyinin, güzelin yanında, yalanın, dolanın, yanlışın karşısındadır…
Bizler, gazeteciliğin evrensel değerlerine sahip çıkan gazeteciler olarak; hem bütün bu zorluklarla hem de, Türk basınını asırlarca geriye götürme anlayışı ile mücadele etmekte kararlıyız.
Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleştiği, ifade ve basın özgürlüğünün evrensel standartlara ulaştığı günlere kavuşarak, 10 Ocak’ları, 24 Temmuz’ları yeniden ‘BAYRAM’ olarak kutlayacağız. Buna inanıyoruz.

Buradan tutuklu bulunan meslektaşlarımıza bir an önce özgürlük, işsiz meslektaşlarımıza bir an önce iş, mesleklerini yapmakta zorlanan meslektaşlarımıza bir an önce sağlıklı bir ortamda gazetecilik yapacakları ortam diliyorum.
Bu düşünceler ile gazeteciliğe emek veren, değer katan, katkı sunan, bedel ödeyen tüm medya dünyasının '10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİER GÜNÜ’nü kutluyor, şükranlarımı sunuyorum…

gaze.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Mert Arşivi