Ülkenin her yeri çürüyor!


Sevgili dostlar! Bu kendinden menkul rejim, önce milleti böldü, parçaladı, sonra da açlıkta, yoksullukta birleştirdi. Merkez Bankası verilerine göre sanayide çalışanların yarısı, giyim sektöründe çalışanların yüzde 70’i, inşaat sektöründe çalışanların yüzde 70’inden fazlası açlık sınırının altındaki asgari ücret, ya da daha altında bir ücretle hayata tutunmaya çalışıyor. “Hayata tutunmaya çalışıyor” ifadesi öyle gelişi güzel sarf ettiğimiz bir ifade değil. Resmi verilere göre son 5 yılda 1.477 vatandaşımız geçim zorluğu nedeniyle canına kıymış. Eylül ayında açlık sınırı 13 bin 334 lira. Bir çalışanın hayatta kalmak için, yapması gereken en az harcama ise 17 bin 336 lira. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 43 bin liranın üstünde. Buna karşın, asgari ücret 11 bin 402 lira. Yine emeklilerin çoğunun aldığı maaş ise 7 bin 500 lira. Çalışan da, emekli de Erdoğan sayesinde açlıkla sınanıyor. Açlık, bir sonraki nesillere miras kalıyor. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, Azmeden bir Çoban Sülü’nün, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olabilmesinin yolunu açmıştı. Saray Hükümetleriyle geçen 20 yılda ise ülkemiz, evlatları ne yaparsa yapsın ana babadan kalma yokluktan kurtulamadığı, bir çürüme sürecine mahkum oldu.

Peki neden AKP


Bunca sıkıntıya eziyete yoksullağa rağmen neden AKP? Sorulması gereken soru budur. Dostlar, Maslak Oto Sanayi Sitesi'nde bir köftecinin geçende söylediği şuydu: "Tayyip Bey artık bizi bıraktı. O artık halkçı değil, ona hâlâ oy veriyorsam halkçı olduğu için değil dış politikada milliyetçi olduğu için..." Şimdi bu saptamayı bir kenara koyduk. Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan Meclis'te konuştu. Kur Korumalı Mevduata (KKM) 2023'ün sadece ilk altı ayında 150 milyar TL kur farkı ödendiğini açıkladı. Tekrar edelim sadece ilk altı ayda 150 milyar TL! Bu yıl çiftçiye bütçede ayrılan destek 63 milyar 400 milyon TL idi. Memlekette kaç kişi KKM'deki döviz hesabından para kazanıyor? Peki memlekette geçimini tarımdan sağlayan kaç kişi var?
Birkaç yüz bin, bilemediniz bir-iki milyon KKM'liye ödenen paralar nereden? Gaye Hanım bunu da açıklamış. Bu paraların 2022'de 70 milyarını, 2023'ün ilk ayında 90 milyarını Merkez Bankası para basarak ödüyor. Yani bu paraların ödenmesi için enflasyon yaratılıyor. Enflasyon, sabit gelirlinin, işçinin, memurun, çiftçinin, emeklinin parasının pul olması, hayatının kararması demek. Paraların kimlerden alınıp kimlere ödendiğini! Maslak Oto Sanayi'deki köfteci görüyor. Görüyorsa neden hâlâ AK Parti'ye oy veriyor? Orasını da memleketin çapsız muhalefeti düşünsün.

Tuz koktu bu ülkede


Sevgili dostlar! “Aklı öldürürseniz ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığınız gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğünüz, gün devlet de ölür.” Fatih Sultan Mehmet, adaletin “mülkün”, yani “devletin” temel direği olduğunu bu sözlerle anlatmış. Devlet yönetiminde doğru iliklenecek ilk düğme, adalet düğmesidir. 2014 seçimlerinde, Erdoğan’ın ağzından “Alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım” sözleri çıktığından beri, devlet yönetiminde bir çürüme başladı, akıl, izan ve ahlak unutuldu, adalet yerle bir oldu. Ülke de, millet de gün yüzü görmedi. Hain FETÖ bavul bavul sahte delil üretirdi. Saray rejimi gemi azıya aldı, sonradan çıkma boynuz kulağı geçti, insanların hayatlarını karartmak için delile bile ihtiyaç duymuyorlar bunlar. Kendilerine hain FETÖ’den miras kalan dosyaları, Gezi’yi karalamak için pervasızca kullanıyorlar. Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden gençlere terörist yaftası yapıştırdılar. Yetmedi, ailelerini meydanlarda yuhalattılar. Yetmedi, ölen çocukların ailelerine davalar açtılar. Yetmedi, havuz kanallarında akla hayale gelmeyecek saçma sapan komplo teorilerini millete gerçekmiş gibi anlattılar. Yetmedi, ders kitaplarında Gezi’yi karalamaya kalktılar. Kendi kafalarına göre yazdıkları tarihi, çocuklarımıza ders diye okuttular. Sonunda, özgürlüğü haykıranlara, yeşili, doğayı, parkı savunanlara, Gezi Parkı sivil direnişine katılanlara, ortada bir delil olmadığı halde, ağırlaştırılmış müebbete varan cezalar verdiler.

Vatandaşın protesto hakkı


Şimdi de Yargıtay, AİHM kararlarını görmezden gelerek, hain FETÖ’nün dinlemelerini, tatil tarihlerini, çekilmemiş belgeselleri ve hatta tiyatro oyunlarını kanıt sayan bir dosyayı, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını da eğip bükerek onayladı. Eleştirerek onayladı. Bir hukuk katliamına ortak oldu. Vatandaşın protesto hakkı ile “Hükümete Karşı Suç” arasındaki çizgi, bir delilin varlığıdır. Yargıtay’ın verdiği bu karardan sonra, hükümete karşı her protestonun, delil aranmadan “Hükümete karşı suç” sayılmasının önü açılmıştır. Bu kararlar, ülkemizin bir hukuk devleti olduğu konusunda, içeride ve dışarıda ciddi endişelere neden olmaktadır.

Malın canın güvencesi yok!


Yatırımcılarda, “Bu ülkede malının, canının güvende olup olmadığı” konusunda soru işaretleri duymaktadır. Güvensizlik, ülkemizden temiz parayı, yatırımı, yatırımcıyı kaçırmaktadır. Kara paraya, mafya ve uyuşturucu parasına ülkemizi muhtaç etmektedir. Bugün Türkiye, Küresel Organize Suç Endeksi’nde 193 ülke arasında ilk 14’teyse, Türkiye, Güney Amerika kaynaklı kokain ticaretinde küresel transit merkezlerinden biri olma yolunda ilerliyorsa, Türkiye’deki organ ticareti, insan ticareti ve silah kaçakçılığı konusunda bu değerlendirmede önemli tespitler yer alıyorsa bunun üzerinde dikkatle durmalıyız. Tüm bunlar olurken, hükümet yine işin ucuzuna kaçmaktadır. Neden olduğu çürümeye aldırmadan, Varlık Barışlarıyla bu çürümeye çanak tutmaktadır.

Ortada ekonomik kıyım var


Dostlar; 2018’den bu yana görülmemiş bir servet transferi, milletin gözünün içine baka baka yapıldı. İlkin şirketler kesiminin devasa döviz açık pozisyonları devletin sırtına taşındı. Bu süreçte Merkez Bankası’nın döviz rezervleri hoyratça kullanıldı. Ardından da “Faiz sebep, enflasyon netice” denerek, “Enflasyonun oldukça altında kredi faizleriyle” şirketler kesiminin finansman giderleri hafifletildi, bankalara olan borçları da azaltıldı. Şirket kârları ise rekor hızıyla arttı. Dar ve sabit gelirliler enflasyona ezilirken, şirketler ihya edildi. Özellikle Saraya yakın şirketler bu dünyada cenneti yaşadılar. Saray’ın önceki bakanı çıktı, “Bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar” diye açıkça da söyledi. Yine bu dönemde milli gelirden emeğin aldığı pay azalırken, sermayenin aldığı pay giderek arttı. Ortada Erdoğan yönetimi tarafından millete karşı taammüden işlenmiş çok ciddi bir “ekonomik suç” hatta “ekonomik kıyım” var. Ama bakıyorum bunun sorumluluğunu kimse üstüne almıyor. Atalarımızın dediği gibi “Kabahat samur kürk olsa bile; kimse üstüne giymiyor…”

OVP iflasın itirafıdır


Sevgili dostlar; Alman şair Bertolt Brecht, “Adalet halkın ekmeğidir” der. Adaletin olmadığı yerde ekmek yoktur. Bunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz. 2013’te bu ucube rejimin düğmesine basıldığında ülkemizde kişi başına gelir 12 bin 582 dolardı. O dönemde Türkiye, aynı yılda Türkiye “Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde” de 59. sıradaydı. Ucube rejimle geçen birkaç yılda daha ortada ne savaş, ne salgın varken kişi başına gelirimiz 3 bin dolardan fazla geriledi. 2019 yılına geldiğimizde 9 bin dolarlara düştü. Aynı dönemde Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde de çakıldı, 50 sıra birden geriledi 109. sıraya kadar indi. Türkiye hukukta zemin kaybettikçe, milletimizin cebi boşaldı. 2023 yılında, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 116. sıradayız. Yani Gine, Nijerya ve Mali arasında bir yerdeyiz. Bu ucube rejim, kendinden önce AB üyelik sürecini yürüten, G20 üyesi olan bu ülkeyi, Afrika ülkelerinin seviyesine geriletti. Bunun bir faturası var ve bu fatura her zaman olduğu gibi aziz milletimize çıkıyor. Bu Hükümetin milletimize 2023 için vadettiği milli gelir, 2013’teki seviyesinin altında. Yani Hükümet yönetemediği için sebep olduğu 10 yıllık bir patinajı Orta Vadeli Programda itiraf ediyor.

TEV'e 100 bin başvuru


Asgari ücretli bir aile, bugün evladını üniversitede okutabilir mi? Kaç parlak gencimizin ailesi çocukları, hele de başka bir şehirde okursa masrafını karşılayabilir? Kiraya yetişilmiyor, yol parasına, faturaya yetişilmiyor, mutfak masrafına yetişilmiyor… Bu ülkenin en yetenekli gençleri, kıyıda köşede heba olup gidiyor. Geçtik evin dışında bir yemeği, üniversite kampüslerindeki karavana yemek ücretleri bile, bir yılda üçe katlanmış. Üniversite öğrencilerine burs veren vakıflara, verdikleri burs sayısının 10 katı kadar başvuru gelmiş. Türk Eğitim Vakfı’na gelen başvuru sayısı 100 bini aşmış. Öğrencilerin sadece gıdayla değil, kültürle, sanatla, sporla beslenmesi lazım. Ama gençlerin cebinde dışarıda arkadaşlarıyla bir çay içecek parası yok. Bunca emekle okusa bile, gençlerin insanca yaşamalarını sağlayacak bir iş bulup bulamayacağı da artık belli değil. Üniversite mezunu işsiz sayımız 1 milyon. Ama bunlar, bu milletin gençlerinin dertleri. İktidara yakın olanlar ise bugünlerde kaportasının her tarafına Erdoğan’ın ismi ve imzasını yazarak çakarlı arabalarla, lastik yakma videoları paylaşıyor.

Enflasyon hep zirvede


Vatandaşlarımız hem işsizliğin, hem de hayat pahalılığının altında eziliyor. Zamlar dur durak bilmiyor. Sadece son bir haftada elektrik ve doğalgaza gelen zamlar, önümüzdeki aydan itibaren iğneden ipliğe her şeye yansıyacak. Enflasyon, hayat pahalılığını daha da azdıracak. İstanbul Ticaret Odası, Eylül ayı enflasyonunu açıkladı. İTO’ya göre aylık enflasyon yüzde 5,46 5,5, yıllık enflasyonda yüzde 73’ün biraz üzerinde. Bu gidişle, aslında hükümetin enflasyona yenildiğinin çok açık seçik bir ikrarı olan yüzde 65’lik yılsonu enflasyon hedefi bile aşılacak.

Emekliye yüzde 25 zammı çok gördüler


Hükümetin başı, böylesine acımasız bir hayat pahalılığı sürüp giderken, emekli aylıklarına yüzde 25 zammı bile çok gördüğü, emeklilerimizle dalga geçmeye devam ediyor. Meclis açılışında, yıl bitmeden emeklilere bir zam olup olmayacağı kendisine soruluyor, cevap “İnşallah, maşallah”. Emeklilerle oynamaya devam ediyor. Emekli canının çektiği bir bisküviyi bile alamadığını gözleri dolarak anlatırken emekli aylıklarına iyileştirme sorulduğunda, Saray’ın püskevitçi ortağı sorumluluğu, “Cumhurbaşkanlığı Hükümeti çalışıyor” diye Erdoğan’a atıyor. Bu Hükümetin sürmesi için sandıkta Erdoğan’ın yanında duran diğer Cumhur ittifakı ortakları da, bu çürümenin sorumluluğundan kaçmak için mızıldanıp duruyorlar. Biri çıkıyor, “Faiz sebep değilmiş. Bu OVP milletin derdine derman olmaz” diyor. Diğeri, “Bu memur zammı yetmez, enflasyon beklentisinin üstünde olmalı” diyor.
Ama siyasette kuraldır, “Nerede soyunduysanız, orada giyineceksiniz.” Bugün ortada olanlar da, “Plana sadık kaldım” deyip seçimden sonra sırra kadem basanlarda hepsi oradaydı. Hepiniz oradaydınız! Erdoğan’ın seçim öncesindeki yalanlarından da, seçim bitince yaptığı zam ve zulümden de, hepiniz müteselsilen sorumlusunuz.

NE YAPSALAR DİKİŞ TUTMUYOR


Bu hükümet ekonominin tüm vidalarını gevşetti. Şimdi ne yapsalar artık dikiş tutmuyor. Faiz artsa da döviz kuru ve enflasyon durmuyor. Renkli zeka küpleri gibi bir tarafı yaptık diyorlar, diğer taraftan bozuluyor. Cari fazlayla enflasyonu düşüreceklerdi, cari açık her ay rekorlar kırıyor. İhracata dayalı olarak büyüyeceklerdi, dış ticaret açığı 120 milyar dolara koşuyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı, “Merkez Bankası’nın rezervleri toparlandı, demek ki para geliyor” diyor, net rezerv dengesinin açığı 70 milyar dolara çıkıyor. Ne söyleseler kâr etmiyor. Ülkenin dış borcu 3 yılda 70 milyar dolar arttı. Milletin bankalara borcu rekorlar kırıyor, arşa çıktı. Vatandaşların bireysel kredi ve kredi kartı borçları, bir yılda tam 1 trilyon lira arttı, sadece bu yılın ilk 8 ayında vatandaşın kredi ve kredi kartına ödediği faiz, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 82 artışla 204 milyar liraya yükseldi. “Faiz, faiz” dediler, faizde sonunda ipler koptu.

FİRMALARIN TİCARİ BORÇLARI ARTIYOR!


İstanbul Sanayi Odası, geçtiğimiz hafta, “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması’nı” açıkladı. Raporun sunumunda firmaların ticari borçlarının giderek arttığı, ekonomide bir yavaşlama durumunda “Şirketler arasındaki değer zincirinde bir kırılma yaşanabileceği” uyarısında bulunuluyor. Bu sözün Türkçesi, “Hepimiz birbirimize borçluyuz. Ekonomi bir durursa, domino taşı gibi hep birlikte yıkılabiliriz!” Aynı raporda çok önemli başka ayrıntılar da var. İSO’nun raporu, Türkiye’de her alanda olduğu gibi, üretimde de “vasatlık tuzağına” hapsolduğumuzu ortaya koyuyor. Türkiye’nin en büyük 10 sanayi şirketi arasında, yarattığı katma değer bakımından, “Yüksek-teknoloji yoğunluğuna” sahip tek bir kuruluş yok. Bundan 15 yıl önce Türkiye’nin en büyük şirketi olan “orta-düşük teknolojili” şirket bugün hala daha Türkiye’nin en büyük şirketi. Teknoloji seviyesi de hala orta-düşük teknoloji. Üretimin teknolojik dönüşümünü sağlama konusunda Saray lafa gelince maşallah sırayı kimseye bırakmıyor. Devlet kurumları da “Katma değerli yüksek üretim” diye sayfalarca raporlar yazıyorlar. Ama Türkiye, sanayi üretiminde “Orta teknoloji tuzağına” takılıp kalmış durumda. Çürüme buralara da yayılıyor.

GÜNEŞ GİRMEYEN EVE CARİ AÇIK GİRER!


Yoğun tekolojiyi bir yana atalaım. Başka bir noktaya bakalım dostlar! Türkiye’nin petrolü yok. “Var ama çıkarmıyorlar” balonu da çoktan söndü. Doğalgaz? Karadeniz’de bulduk ama eve gelmesi yıllar alacak. Cari açığımız petrolsüzlük yüzünden her geçen gün kabarıyor. Hele ki varili 100 dolara koşan fiyatı ve giderek yükselen kur sebebiyle ekonomide sıkıntı kaynağı... Petrolümüz yok da aklımız da mı yok? Tepemizde “beni kullanın“ diye haykıran bir güneş, “püfür püfür esen” ve boşa giden rüzgârımız var. Üstelik yeşil mutabakat ve fosil yakıt tehditleri altında yenilenebilir enerji yükselen değerimiz iken… Cari açığa, enerjisizliğe söylenmeye hakkımız var mı?
Kamu cari açık üretme pahasına vergi alamayacağı alanlarda rüzgârı yaygınlaştırmıyor. Bir sanayicimiz 17 dönümlük fabrika çatısına güneş paneli döşeyebilmek için 17 ayrı şirket kurmak zorunda kalmıştı. Çünkü bakanlık; bir şirkete ancak 1 megavat gibi bir kural koymuştu.Enerjinin evlerde kullanımı tamamen cari açık üretiyor. Petrol de doğalgaz da dövizle geliyor ve kur çok yüksek. Kaldı ki evlerimizde müthiş bir enerji israfı var. Hal böyle iken insanların evlerde alternatif enerji kaynakları kullanma konusunda teşvik edilmesi hatta zorlanması, özellikle mantolamaya mecbur bırakılması gerekiyor. Göğü ısıtamazsın, sokağı soğutamazsın.
Güneşe gücümüz yeter mi? Başlangıç maliyeti yüksek olsa da en fazla iki yıl içerisinde amorti eden bir teknolojidir güneş enerjisi panelleri. Nitekim yazlıklarımızda ve Karadeniz Bölgesi’ nde yaygınlaşmaya başladı. Kullanımın artması ile birlikte kurulum maliyetleri hızla gerileyecektir.
Rüzgâra gücümüz yeter mi? Evler için uygun olmasa da küçük işletmeler, organize sanayi bölgeleri için rüzgâr tribünleri kurmak, işletmek, artanı da devlete satmak pekâlâ mümkün. OSB’ler küçük sanayi sitelerinde yaygınlaşmalı. Bu arada rüzgâr türbini üretiminde ülkemiz için yatırım fırsatları olduğunu da unutmamak gerekir.
ABD Başkan Yardımcısı Al Gore Türkiye ziyaretinde güneş enerjisi potansiyelimize dair kapsamlı bir rapor getirmişti. Çırağan sarayında kürsüde konuşurken şunları söylüyordu. “Almanya’nın güneş potansiyeli sizden yüzde 40 daha düşük olmasına rağmen güneşten yararlanması sizin kat be kat üzerinizde.” Aradan 20 yıl geçti ve neredeyse bir arpa boyu yol alabilmişiz. Hızlanmamız gerekir. Tüm çatılarınızı kiremit yerine güneş paneli ile kaplamamak için bahaneniz nedir? Sadece konutların çatılarında 284 GW enerji bizi bekliyor. Alüminyumcular profil, camcılar cam, hücreciler de panel ürettiği sürece cari açık nerelere iner dersiniz?
Kaldı ki tarlalara panel sermek yerine, dağlara, bayırlara, nehirlerin üzerine hücre kaplasak? Hem tarım arazilerimizden olmaz hem de nehirlerin, derelerin buharlaşmasını önlemiş oluruz. Aslında aklı olana ve ihtiyacı olana çözüm sonsuz. Fakat güneş enerjisini yaygınlaştırmak yerine, buradan vergi, lisans parası, kişisel menfaat kovalayanlar olduğu sürece kendimize ve ülkemize yazık ederiz. Bize lazım olan, daha fazla akıl, daha çok gayret ve ülkesini önceleyen siyasetçi, bürokrattır. Karanlığa küfretmek yerine güneş toplasak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi