Türk medyasının seksüel bağlamda psikolojisi

Michael Kuyucu akademisyendir, araştırmacıdır, ciddi bir okuyucu, ciddi bir medya emekçisi, zaman ve mekan üstü, tutarlı bir yurttaştır…

FATİH ALTAYLI; Haddim değil eleştirmek, ama zile basıp kaçan çocuklar gibi; Kızmadan da söyleyebilir miydi bazı şeyleri? Kızmıyor ama durumu bildiği halde zoruna zoruna zorlayanları, evirip çevirmeden, bükmeden dürtmeden, rest çekiyor olmasına mı alışkın değiliz, bilemiyorum ve emin olamıyorum bir türlü. Ama bildiğim o ki Balyoz Ergenekon süreçlerinde de tavrını net tutmuş, saf değiştirmemiş, ekmeğini kazananları kollamış, dostunu yoldaşını kayırmadan safları kenetlemiş bir adam.

CAN ATAKLI; üslubu ayan beyan, aynı evi paylaştıkları gibi yapmaya hamuru kalıbı, ruhu sureti ve sireti müsait olmayan bir adam. Net konuşur mu? Konuşur. Goygoycuları sevmez. Evirip bükücü, zaman sömürücülerinden hazz’etmez. İdealist midir? Bence, Lopez’e yaptığı esprili “Biliyorsunuz değil mi? 52 yaşında ha…” her andığımda gülümseme sebebimdir bundan sonra…

NECATİ DOĞRU; Bir adamın ismi (kurtuluş) ve soyadı “doğru” olup da, ismi ile müsemma olması, ne kadar hoş ola… Necati Ağabey, Türkiye’nin ve Türkçe’nin, Türk Basını’nın, ismiyle yaşayan abidesidir. Övgülerden azade, nerede bir dürüst kaleme ihtiyaç varsa, Musa’ya Harun gibi, Hatem’ül Enbiya’ya, Şah-ı Merdan İmam Ali gibi, Necati Abi de, çocuk yaşlarımızdan yeni yetmelere ve şimdi gençliği bitirip, orta yaşa girmek üzere iken, hep okuduk, hem menzil ve minval edindik, düsturumuzu kaybetmedik…

Sessiz ama derinden yetişen, Zümrüd-ü Anka misali, kendi külünden kendini var etme çabasıyla didinmiş, bin uçurumu bir bir açmış, her uçurumda yeniden, ölümün bin türüne eyvallah çekmiş bizler, kolay gelmedik bu günlere…

Daha da yolumuz var…

Erken düşenler oldu bu yolda…

Rahmetli büyük vatansever, devrimci yürek Ahmet Kaya’nın seslendirdiği, yüreği, sesi, tınısı, kokusu büyük ustamız Yusuf Hayaloğlu’na ait “Yorgun Demokrat” şiirinde dediği gibi...

 

Karanlık yollardan geçtik
Zehir gibi sular içtik
Bir yanımızda ölüm
Bir yanımızda yâr sevdik

Bir değil, binbir kere
Sırat köprüsünden geçtik
Cehennem denen illetin
Ta göğsünü deldik geçtik

Bu yolda dönenler oldu
Mum gibi sönenler oldu
Yâr göğsüne baş ko'madan
Vurulup düşenler oldu

Bu yolda dönenler oldu
Mum gibi sönenler oldu
Yâr göğsüne baş ko'madan
Vurulup düşenler oldu

Bir sen kaldın geride
Bir sen kaldın geride

Ah, akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni
Artık susma, yorgun demokrat

Ah, akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni
Artık susma, yorgun demokrat

Şarkılar küsmüş dudağa
Ömründe gecikmiş hasat
Karışmış çoluk çocuğa
Geçim derdinde demokrat

İçlenir hatırladıkça
İzlerini o günlerin
Düşe kalka, bata çıka
Yaşadığı o depremin

Bu yolda dönenler oldu
Mum gibi sönenler oldu
Yâr göğsüne baş ko'madan
Vurulup düşenler oldu

Bir sen kaldın geride
Bir sen kaldın geride

Ah, akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni
Artık susma, yorgun demokrat

Ah, akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni
Artık susma, yorgun demokrat

(Hızır Yoldaşı olsun, Yusuf Hayaloğlu )


Şimdi o vakit, bu vakittir…

“Bir sen kaldın geride” denilenlerden biri de sen değilsen, adın bata, namın düşe, soyun kuruya eşşeolusu…

“Şarkılar küsmüş dudağa”
“Ömründe gecikmiş hasat”
“Karışmış çoluk çocuğa”
“Geçim derdinde demokrat”

denilmiyorsa, filhakika; “Malı götürenlerden” deniyorsa, yedi baban bir olsun, soyun meçhule çıksın, gök girsin kızıl çıksın, devlet bağrı mızrak olsun, devlet dahi, sana girsin çıksın…

Dostlarım bellidir…

Canlarım bellidir…

Yoldaşlarım bellidir…

Kavim gardaşlarım bellidir…

Dost akraba bellidir…

Üç kuruşluk, haramzade yataklardan neşet etmiş it köpek fitne fücur, haşa haşa min huzur, kırk aşüftenin bir olup doğurduğu piçlerin, hiçbir yerde, ne ayak, ne baş, ne can, ne canan, ne Pir, ne Ahvali Babam, Hacegan’ım yedi soyum, Dede-Atam, hepsi kahrola, hepsinin velayeti vesayeti, hayal-e ram ola, masallardan bürhan ola, Yezid köpeğine Kerbela’da bin başım, bini birden, Ehli Beyt’in yoluna feda ola…

Konuş Ağa Baba….

Konuş Ata Dedem..

Konuş, Can Hızır…

Dön sağıma sağıma, Türkiye’min sağı…

Dön soluma soluma, Türkiye’min solu…

Demedim ki Haydar?

Bize solculuk, sağcılık, haşa min huzur allahçılık kitapçılık, imancılık, dindarcılık, muhafazakarlık, milliyetçilik, sosyalistlik, komunistlik, liberallik, demokratlık satanlardan uzak durun, demedik mi?

Her daim, her mevki ve zeminde, tüm zemin ve mekanlarda, tüm mekan ve zamanlarda, her kıymetin bir de tüccarı çıkar meydana, demedik mi?

Önümüz seçim…


Türk medyası, bir sınavlar silsilesinden, bir uzun ama çok uzun tünelden geçecek…

Benim gibi, ekmek parası ve ilm-i izzet hürmetine birden çok diploması olanlar da dahil ve dahi en başta, her kim Türk medyasının neresinde duruyorsa, durduğu yeri yoklasın…


Haşa min huzur, haşa min galaksi; Can Cibril’in, Hatem’ül Enbiya’yı götürdüğü, Sidre’tül Münteha’ bize de bir izdir, bir ism-i cisimdir, cism-in gaybe karıştığı haldır, halin Nesimi’de, Hallaç’-ı Mansur’da, sır katiplerinin son çerağı Yunus Emre’de olduğu gibi, ölçüdür…

Ölçümüz, devrimci komutan Peygamber, Ahmedi Mahmudi Mustafa’nın yoludur…

Ölçü belli, yolumuz da bellidir. Yolumuz, Ehli Sünnet, Ehli Beyt’in yoludur…

Hıncımız bellidir, kinimiz dinimizdir, kinimiz, Kerbela’da soysuz Yezid’e ve şimdiki müritlerinedir…

Türk basını da Türk medyasının tüm mecraları da yerini yolunu ölçüsünü, bizim gibi tasavvufi anlatmak zorunda değil, ekonomik de anlatabilirler.

Hatta ve hatta, tasavvuf bizim üslubu ayanımız, kendimizle beyanımız, ama isteyen ekonomik profillerden, isteyen cism-i canı cemaliyle, beden – seksüel bağlamda da kendini ifa edeblir…

Ne diyorum?

Önümüzdeki seçimlerde, kim kimi destekler bizi ilgilendirmez…

Demokrasinin saç teli kadar incinmesine gönlümüz razı değil…

Ve lakin…

Her kim, ötekine çamur atar, her kim, grup dürtüşmelerine girer gibi, bir yerlere yayın yönetmeni olur, sunucu olur, 1900’lerden bu yana, Boğaziçi’ne nazır aşiretlere mensup olmakla, kendince medyada, manüplatör olur, sessiz ve hesaplanmış manüplasyonları, bozarım…

Yaşım da kemalete yakın, tecrübemizin üstünde de tecrübe, kibrimizin üstüne had bildirec ek birileri de karşı cenahlarda yoktur…

Türk medyasının son birkaç büyüğü dışında, -ki; onların da genç olanı Michael Kuyucu, Fatih Altaylı ağabeyim ve Necati Doğru ustamızdır- dışındaki üç beş on ismi de isimlerinden istifade ile onurlarına yaslanmış olmamak için, söylemediğim kıymetlerdir, gayrisini ezeriz…

Bütün televizyonlar kanallarında dostumuz ahbabımız var…

Bütün gazetelerde, yolumu yoldaşımız var…

Gönül yarenliği, muhabbet sırdaşlığı dışında, örgütümüz de yoktur…

Türk basını, Cumhuriyet’imizin 100 yılı, seneyi devriyyesinde, kısmi değil, tümden bir turnosolden geçecektir…

Bunca kelam-ı lügatı, edebiyatın mübalağası ile cümleye dökmüş isem, edebi erkanı bozmayalım, düşküne düşmeyelim, Gök Semaha duralım, “Gelin hepimiz gardaş olalım” demek içündü…

Velev ki; haddini aşan oldu...

Velev ki; ideolojisi adına, yalakalığı adına, gezdiği sürttüğü mekanladaki beleşçiliği adına, velev ki, bir yatağa bir değil iki değil, töbe töbe estağfurullah, ikiden de fazla girmeğe, şan-ı şöhret için, razı gelmiş, bedelini ödedim, şimdi karşılığını bu makamları ipotekleyerek alırım diyenler mi var…

Bedelini, (haşa, Hakk yazdıysa bozsun) bana mı ödedin bree?

Kirli bedenlerinize, zevksiz ve edepsizlerin iştahı kabarmışsa, git ona ver ültimatom..

Biz bu ülkede, Uzanların havuzunu paramparça edenlei gördüğümüzde, gazeteciliğinin hakkı, “Tarafların söz hakkı, savunma hakkıdır” demiş, Rahmetli Abdi İpekçi Beyefendi’nin, Türk Gazetecliğinde benimsetmek istediği o meşhur ve evrensel ilkeyi hatırlatmak isterim:

Haberin, en az 3 tarafı vardır. Dördüncüyü bulan, habercidir…

 

BASIN TARAFTIR…


Biz tarafsız gazeteciyiz diyenlerin hepsi, cahildir, cahildir, cahildir, ula gardaş, bin kere bin yıl geçse, bu klinik psikopatoloji var olduğu sürece memeli canlı türünde, tarafsızlık mümkün değildir haddizatında…

Basın taraftır lakin taraftar olmamalıdır…

Taraf olmakla, taraftar olmak arasındaki farkı anlamayana, bir de Kemal Ilıcak’ın sözünü hatırlatalım:

 

HABER KUTSAL YORUM HÜR!

Hülasa gülüm, ayaklarınızı denk alasunuz, gayri devran başkadur, Yetmişlerin çocuklarının, ülke yönetmine ve sosyal ekonomik çarklardaki “kanaat önderi” olmaklığ başlamıştır…

Devr-i devranımız can olsun, millete, vatana, insanlığa, can olsun…

Cümlemiz Hakk’a emanet, Cenabı Zat-ı Zül Celal ve Takaddes Hazretleri, cümlenizi sevdiklerinize, sevdiklerinizi de size bağılşlaya…

Hızır yoldaşınız olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Asker Avşar Arşivi