Kanıksanmış kölelik!

Hem de meslek lisesinden mezun olduktan sonra İstanbul sanayi bölgelerinde ilk işimi ararken. 1957 yıllarında yazılmış kitaptaki Bekçi Murtaza’nın otoriteye aşırı sadakati, çevresindekiler başta olmak üzere, ceberrut devlet karakterini alttaki herkese boca ediyordu. Kızının ölümünü bile göze alarak. Öfke ve acıma duygusu içinde okuduğum kitaptaki adama’’ benzerleri yoktur, yazar abartmış’’ diye kendimi yatıştırırdım. Biraz da zamanın ruhuna uygun, bu karakterin onca zaman sonra benzeşeni kalmamıştır diye avunurdum. Lakin işçilik ve sendikal, sosyal, siyasal mücadelelerde Murtazaların ne çok olduğunu deneyimleyerek öğrenecektim.

Bu yazıyı kaleme almadan önce, birkaç araştırmadan sonra internet ortamında kitabın yayıncısı tanıtım bandına “Otorite ile doğru kavramı arasında sıkışıp kalan, doğruculuğundan ödün vermemek için çabaladıkça daha çözümsüz durumlara düşen, bu arada gittikçe insanı anlamaktan uzaklaşıp salt ilkelerini savunan bireyin başına gelenlerin acıklı bir güldürüsüdür Murtaza'nın öyküsü.” diye yazmış.

Buna güçlü itirazım olduğunu belirtmeliyim. Doğru nedir, kimin doğrusu diye başlarsak, otoritenin, mülk ve servet gücünün haksız paylaşımında ezilen, üreten yoksulların, yine yoksullar tarafından bir avuç efendiler adına, kraldan daha kralcı zulmetmesi, olsa olsa öğretilmiş zihinsel köleliğin dışavurumudur diye düşünüyorum.

Otoriteye manevi dünyada başlayan tanrısal itaat, maddi dünyanın kral, padişah, din adamı, soylu, başkan, komutan, patron, koca, baba, ağabey vb. uzayıp giden otorite silsilesiyle devam eder. Buna eklenen töre, adet, gelenekler ve tabi ki şiddetle beslenen boyun eğdirmenin öğretilmiş ve kanıksanmış köleliğinde çırpınıyoruz. İngilizce özgün adıyla: Django Unchained, Quentin Tarantino'nun yazdığı ve yönettiği 2012 yapımı, Türkçesi “Zincirsiz” western filmi örneğinde, 1800 yılların Amerika’sında efendi beyaz çiftlik sahibiyle, köle kâhyanın, filmin bir saat on yedinci dakikasından sonraki diyaloğu, bir insanın köleliği nasıl içselleştirdiğine, efendisine rağmen kendi soyundan olanlara nasıl nefret eder hale dönüştüğüne, efendisinin kanunun ve kurallarını diğer kölelere karşı nasılda vahşice uyguladığını dikkat çekicidir. Köle kâhya Stephen (stefın) ile Bekçi Murtaza’ın efendisine hizmeti, yüz elli yıl kadar farklı zamanlarda yaşanmış olmasına rağmen, çok farklı üretim ilişkilerinde ve koşullar da olsa da, köleliğin ön kabulü onları “itaat et, hizmet et, mutlu ol” paradoksuna sürüklüyor. Güçlüye itaat, zayıfa hükmet. 

Filler normalde evcilleştirilen bir hayvan değilmiş, ama insan onu eğiterek boyun eğdirmenin bir yolunu bulmuş. Eskilerde ayı oynatıcılar vardı. Şimdi kaldı mı bilmem. Ayılarda vahşi hayvanlar sınıfından ve evcilleştirilemeyenlerden. Ama oynatıcısının komutlarını harfiyen yerine getirir küçük ödülünü alır, getirmezse sopayı yerdi. Oynatıcının bir elinde ödül, diğerinde uzunca kalın bir sopa olurdu.

Üçüncü bin yıla girerken kölelik mi kaldı diye soranlar olabilir. Ama çevresini iyi gözetleyen biri için, öğretilmiş ve kanıksanmış çaresizliğin, hayatın nasıl açık cezaevine dönüştüğünü görmesi hiçte zor değil. Kapitalizmin feodalizmden devraldığı köle efendi ilişkisi angaryadan ücretliye dönüşünce büyük insanlık özgür mü oldu?

Tanrının adaletince bile dokunulmayan köleliğe, daha dün Suriye’de Irak’ta IŞID eliyle en vahşisine yeniden tanık olmuşken; sermayenin şirket, holding, banka ve yasalarla efendilerin yeryüzünü esir aldığı bir zaman dilimindeyiz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ’since yasaklanmış köleliğin, bileklerdeki ve ayaklardaki prangaları sökülmüş olsa da, bilinçaltına yerleştirilmiş prangalarının hâkimiyeti sürüyor hala.

Çok somut ve basit  bir örnekleme yapacak olursak, seçimlerin kapıya dayandığı bir ortamda sokak söyleşilerinde bolca rastladığımız “hangi adaya oy vereceksiniz,  Erdoğan ‘mı, Kılıçdaroğlu’mu? “ sorularına fanatizmi aşan cevapların yanında, “neden?” sorusuna “işte öyle başka var mı ki?” cevapları bir şeyi kanıksamanın en somut kanıtıdır dersek yanlış olmaz. Lider olmazsa sahipsiz kalma korkusuna sarılıp,  kendine bir nedenle efendi bildiği ve hayatını onun yaşadığı şatafatın zerresini bile yaşamasa da, onun gücünün manevi hazzında beslendiği gibi bir sonuçla kendini ödüllendirildiğini anlayabiliriz. 

Efendiler yoksullara bir gün kendileri gibi olacakları hayalini satarak, kendilerine köle ederler. Bir avuç köle o yarışı kazansa bile kendi türüne ettiği kötülük milyonlarcasının açlık ve zülüm sebebidir. Bileklerdeki zincirleri kırmak bin yıllar sürmüş. Beynimizdekini de kırdığımız gün özgür olacağız.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hasan Baki Arşivi