Maaşını alamayan öğretmenler

Daha evvel gazetemizde özel okullarda çalışan ve maaşını alamayan öğretmenlerin dramını işleyen haberlere imza     atmıştık. Hatta en son bu minvalda; “Öğretmenlerin Doğası Bozuldu” başlıklı bir haber yapmış ve Doğa Koleji'nde çalışıp aylarca     maaşını alamayan öğretmenlerin sıkıntılarına dikkat çekmiştik.
O süreçten bugüne değin neredeyse bir buçuk ay kadar zaman geçti. Peki bahsi geçen öğretmenler maaşlarını alabildi mi? Tam olarak hayır! Peki nasıl aldılar? Parça, parça. 4 aylık 5 aylık maaşı biriken öğretmenler şimdilik 1 aylık maaşlarını alarak sus payına mahkum edildiler. Bu arada da ekonomik geçimsizlik     içerisinde sıkıntılar içerisinde mecburen ve bir umut çalışmayı da sürdürüyorlar. Bu öğretmenlerin bulunduğu sınıflardaki çocuklar ne derece verimli eğitim alabilirler? Veliler ne derece     hoşnut olur orası ayrı bir konu... 
Ben şimdilik öğretmenlerin dramından söz etmeye devam edeyim. Maaşını alamadığı için ciddi derecede mağduriyet yaşadığını anlatan öğretmenlerden birisinin geçenlerde bir mesajını aldım. Başına öyle bir şey geliyor ki pişmiş     tavuğun başına gelmez!
Öğretmen arkadaş okul yönetimiyle görüşüp ayın 1'inde maaşının tamamını alacağı sözünü alıyor. Bu söze güvenerek de yeterince stres ve sıkıntı çektiğini düşünerek tatile gitmeye karar veriyor. Ayın 25'inde girdiği otelden 1'inde ayrılacak. Fakat otele yapması gereken ödemeyi yapmıyor. Otelin ödemesini çıkarken yapacağı sözünü veriyor. Nasıl olsa maaş gelecek ya. Buna güveniyor. Bu noktada öğretmen arkadaşa da nasıl güvendin yahu diye çıkışabilirsiniz ama hepimiz insanız... Velhasıl kelam ayın 1'i geliyor öğretmen arkadaşımız maaşını alamıyor...
Maaşını alamadığı için de otelin ödemesini yapamıyor. Peki sonra ne mi oluyor? Ödeme     yerine otelde 1 hafta ücretsiz çalışmaya başlıyor. Yani tatil için gittiği otelde bir süre sonra tuvalet temizler duruma düşüyor... Filmleri aratmayacak bu olay aklınıza kazınsın isterim!
Bunun dışında birçok öğretmenden mesaj aldım tabii. Fakat en ilginci en çok dillendirilmesi gereken böylesi bir mağduriyetti diye düşünüyorum. Devamında; maaşını alamadığı için faturalarını ödeyemeyen, kredi kartı borçlarını ödeyemeyen, icralık duruma düşen ve ödemelerin bir kısmını yapabilmek için elindeki cep     telefonunu satan, bilgisayarını satan         öğretmenler olduğunu da söylemek isterim...
Yani atanamayan öğretmenlerin çilesinin devamıdır bu hikaye. Gencecik çocuklar üniversiteden öğretmenlik hayalleriyle mezun oluyor.  Devlet kapısında bir sene iki sene üç sene     bekliyor fakat atama da yok işte yok. Hal böyle olunca düşüyorlar özel okulların pençesine. Sabah 9 akşam 7 ardarda dersler haftada 6 gün iş asgari ücret maaş. O maaş da doğru dürüst ödenmiyor. Böyle bir çark ve düzen içerisinde gençlere kabahat bulmak, “iş yok diyenler yalan söylüyor çalışana iş çok” diye ağzını yaya yaya konuşmak biraz edepsizlik oluyor!

Tarık Akan'a dair

Geçtiğimiz gün Tarık Akan'ı andık. Türkiye'den Tarık Akan geçti dedik... Geçti de kendisine dair bir iki şey yazma isteğimi engellemek istemedim. Aydınlık Gazetesi'nde muhabir olarak çalıştığım günlerde Ergenekon ve Balyoz davalarını takip etmek için gittiğimiz Silivri'de kendisini uzaktan seyredip gördüğüm olurdu. Çok istesem de kendisiyle bir yan yana fotoğraf çektiremedim ama azmini, mücadelesini,     Silivri'deki o polis barikatlarını aşmaya gayret eden devrimci kimliğini hepiniz biliyorsunuz.
Tarık Akan'ın bir de; “Anne Kafamda Bit Var” diye bir kitabı vardır. Lise yıllarımda     okuduğum kitabında Akan, cezaevi ve mahpusluk günlerini anlatırdı. Orada şahane bir sanatçı olan Akan'ın devrimci kişiliğini de daha iyi     görebilirdiniz.
Kitabının bir bölümünde yaşadıklarını şöyle anlatıyor;
“Polis bana seslendi: "Eğil uzun!" Eğildim. Gözlerimi bağladı. Müdürün odasına götürüldüğüm günkü kadar tedirgin değildim. Göz bağı çok inceydi; tek kat bağladığını tahmin ettim. Cam kapının yanından geçerken insanların     siluetlerini görebiliyordum; bir de ayaklarımı ve göbeğimi. Adam kolumu tuttu dışarı çıktık. Merdivenlerden indik, merdivenlerden çıktık."Başını eğ!"Başımı eğdim. "Basamak iki tane!"Basamak çıktım. Yol uzadıkça uzadı. Sonunda durduk. Beni bir sandalyeye oturtup gitti. Tam karşımdan ışık geldiğini seçebiliyordum pencere olduğunu düşündüm. Öylece bekliyordum. Giden gelen olmuyordu. Dakikalar uzadı. Zaman sündü. Sağdan soldan işkence sesleri     geliyordu; patırtılar, kütürtüler, genç insanların bağırışları, küfür, kıyamet... Hücremden çıkarken üstümde taşıdığım kararlı ve dayanıklı     halimden eser kalmamıştı. Bir karabasanın ortasında olduğumu düşünüyordum. Tarifsiz bir heyecana teslim olmuştum. Neden sonra karşıma üç adam oturdu. Onları karartı olarak     görebiliyordum. Hiç konuşmuyorlardı. Polis mi, yoksa benim gibi sorgu için bekletilen tutuklular mı olduklarını anlayamamıştım. Biraz sonra     fısıldaşmaya başladılar. Ne konuştuklarını     anlamamıştım ama polis olduklarına karar     verdim. Uzun bir zaman sonra karşımdakiler kalabalıklaştı. Bir hareket vardı. Sağ yanımda birisinin nefes alıp verişini duyuyordum...”
12 Eylül günlerinden kalan bu hatırasıyla anıyor ve bir kere daha rahmet diliyorum   büyük ustaya...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi