Seçim öncesi yalan rüzgarları!

Yüksek Seçim Kurulu seçim yasaklarının kalktığını açıkladı. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği sonuçlarını gazetedamga.com.tr'den takip edebilirsiniz.

Dostlar kimlerden söz ettiğimi de vurgulamam gerek. Alexandr Solzhenıtsyn'in bu konuda bize ışık tutan ünlü deyişini anımsatmak istedim. “Yalan söylediklerini biliyoruz, Yalan söylediklerini biliyorlar,Yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar, Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz, Ama hala yalan söylüyorlar...”

Bizim Türkçe'miz çok engin ve derindir. ki atasözlerimizde öyle Dostlar! Son günlerde yeniden alevlenen "Kim PKK'lı, Kim Öcalan'la beraber" tartışmasına burada bir nokta koyalım. Atasözümüz şudur "Ele verir talkımı kendi yutar salkımı " Pek bu ne demek ? "Verdiği öğüde kendi uymayan kimse" Kim mi ? Parti olarak kitle olarak AKP, lider olarak Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi. Hatta daha önceki gün ne dediğini de burada paylaşmak istedim. Seçime günler kala hepimizin Cumhurbaşkanı olması gereken Erdoğan "Bay bay Kemal, 14 Mayıs'ta bu millet sana sandıkları mezar edecek' dedi. AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçime sayılı günler kala yine nefret diline sarıldı, muhalefeti ve 13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu hedef aldı. Erdoğan, "Bay bay Kemal, senin arkadaşın Kandil. 14 Mayıs'ta bu aziz millet, sevgili vatandaşlarım sana sandıkları mezar edecek. Buna hazır mıyız?" diye konuştu. Bunları diyen Cumhurbaşkanı neler yapmış o halde sıralamak farz oldu dostlar!

Aynaya da bakmıyorlar !
Bakınız; Cumhur İttifakı, PKK ile yapılan Oslo ve Habur rezaletleriyle Dolmabahçe Mutabakatını unuttu, “Kılıçdaroğlu’nu Kandil destekliyor” iddiasına sarıldı.Birde ne görelim bu AKP iktidarı bayağı bir halvet olmuş PKK ve yandaşları türevleriyle. İktidarın açılım arşivi de bir hayli kabarık çıktı. Millet İttifakı'nı “Terör örgütü PKK destekçisi”, HDP'yi de “6'lı masanın altında olmakla” suçlayan iktidar, geçmişteki “Açılım süreci, Megri Megri söylemleri, Dolmabahçe mutabakatı, Andımız ve T.C'yi kaldırma, İmralı'daki Apo'ya arkadaş gönderme, Kandil'den canlı yayın, Kışla'dan bayrak indirme ve Akil Adamlar. Ülke sokakalraında PKK'nın polis gücü, şehirlerde hendek savaşları vs son olarak kardeşi katil Mehmet Öcalan'dan TRT'de mektup okutma ” günlerini unuttu. Buraya bir nokta koyalım ev Nazım Hikmet'in bunları anlatan şiirini okuyalım sesleyelim isterim. Ne diyor Nazım; bugünün muktedrileri için ;
“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim..
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akar suyun meyve çağında ağacın serpilip gelişen hayatın düşmanı. Bursa'da havlucu Receb’e, Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman, fakir köylü Hatçe kadına, ırgat süleymana düşman, sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman.Vatan ki bu insanların evidir, sevgilim onlar vatana düşman..Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına. Çürüyen diş, dökülen et bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler.Ve elbette ki sevgilim elbet dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet!”

Nereden nereye işte AKP
Balık hafızamızı bir tazeleyelim dilerseniz. 2013 yılında Mesut Barzani Erbil'den Diyarbakır'a geldi. Erdoğan ile toplu açılış törenine katıldı. 33 yıldır yurtdışında yaşayan Şivan Perver de “Megri-Ağlama” şarkısını söyledi. Perver, 2017 yılında yaptığı açıklamada “Pişmanım” diyerek Diyarbakır'daki açılışa katılmasından dolayı üzgün olduğunu söyledi. Yetmez devam edelim;,
Bebek katili Abdullah Öcalan, İmralı adasında ilk yıllarda sadece radyo olanağı vardı. Çözüm sürecinde dünyadaki gelişmeleri takip edebilmesi için televizyon verildi. Kesmedi AKP'li dostları ve Erdoğan'ı ki 2014 yılında ise Öcalan'a 3 odalı lüks bir müstakil ev yapıldı. 1003 kitabın olduğu bir kitaplık da yer aldı. Yeni ev ile birlikte led ekran büyük bir televizyon da konuldu.

Dolmabahçe'de iş tuttular
28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe Başbakanlık çalışma ofisinde AKP'li bakan, parti yöneticileri ve HDP heyeti bir araya geldi. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile HDP'li Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan ortak mutabakat metni açıkladı. Erdoğan, önce “Çok önemli bir fotoğraf” diyerek mutabakat toplantısına destek çıktı. Üç hafta sonra ise “Doğru bulmuyorum” dedi.

MİT üzerinden PKK pazarlığı
Bu rezilliklere bir başka halka da eklendi elbette. MİT heyeti ile PKK temsilcilerinin Norveç'in Oslo kentinde masaya oturdukları ortaya çıktı. 13 Eylül 2011'de PKK- KCK temsilcileriyle devlet görevlilerinin buluştuğu silahın bırakılması çözüm süreci gibi konuların ele alındığı, bu toplantının tutanaklarının bir gazetede yayınlanması ile ortaya çıktı. 8 Şubat 2012'de Oslo toplantısına katılan MİT görevlileri savcılık tarafından ifadeye çağrıldı. Ancak MİT yasası 15 Şubat'ta Meclis'te değiştirildi, MİT mensuplarının görevleri kapsamında ifade vermesi Başbakanlık iznine bağlandı. O dönem Başbakan olan Erdoğan, MİT görevlilerini Oslo'ya kendisinin gönderdiğini açıkladı.

Çadır tiyatrosu gibi mahkeme
2009'daki açılım sürecinde Habur'dan giriş yapan 34 PKK'lı sınırda kurulan seyyar mahkemede ifade verip serbest bırakıldı. Pişmanlık yasasından yararlanmaları istense de PKK'lılar bunu kabul etmedi. PKK'lıları sorgulayan hakim de, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ‘FETÖ' suçlamasıyla tutuklandı. Habur'daki mahkeme “Çadır Mahkemesi” olarak anıldı. Ha bir de bu PKK'lıla ünifaorma dedikleri paçavralar ve silahlarıyla geldiler.

İmralı'ya elçi gönderdiler
Tunceli Munzur Üniversitesi öğretim üyesi Ali Kemal Özcan, tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesi İmralı'ya giderek, Abdullah Öcalan'ın mektubunu kamuoyu ile paylaşmıştı. Öcalan, mektubunda HDP'ye seslenerek tarafsızlık telkininde bulundu. Öcalan'ın bu telkine rağmen seçim Ekrem İmamoğlu'nun 2 kez zaferiyle sonuçlandı.

Meydanların dili ‘değişim’ diyor
Seçim yaklaşırken gözler miting meydanlarına çevrildi. Cumhur İttifakı’nın ve Erdoğan’ın mitinglerinde eski heyecan yok, kitleler bezgin ve umutsuz. Muhalefet mitinglerinde ise bunun tersine değişim rüzgarı güçlü esiyor, halk oldukça coşkulu ve heyecanlı. Ekonomik krizin yanında kutuplaştırıcı söylemlerin de kitleleri iktidardan uzaklaştırdığını ve bunun adeta kendi ayağına sıkmak olduğunu söyleyen siyaset bilimciler, muhalefetin vaatlerinin ve kullandığı pozitif dilin ise değişim inancını tetiklediğini vurguladı. Seçimlere iki hafta kala miting medyalarından yansıyan görüntüler oy desteği ve moral açısından üstünlüğün muhalefette olduğunu gösteriyor. Ramazan ayının ve bayramın geçmesinden sonra siyasi partiler meydan mitinglerini sıklaştırdılar. Bir günde birkaç ilde mitingler düzenleniyor. Millet İttifakı’nın otak cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun mitinglerine heyecanlı, coşkulu, dinamik, büyük kitleler katılıyor. Bu meydanlarda değişim rüzgarı güçlü esiyor.

Muhalefet mitingleri
Kılıçdaroğlu’nun mitinglerinde bu heyecan her bölgede kendini gösterdi. Karadeniz, Orta Anadolu, Trakya, Ege, Akdeniz, Güneydoğu illerinde Kılıçdaroğlu’na ilgi büyüktü. İYİ Parti Lideri Meral Akşener’in seçim bürosu açma törenleri bile kendiliğinden büyüyen mitinglere dönüşüyordu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a da Kılıçdaroğlu’yla birlikte ve tek başlarına düzenledikleri mitinglerdeki ilgi, heyecan çok büyüktü. Bu görüntü, Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarmayı başardıktan sonra, birlikte hareket etme, ortak hedefe yönelme, ortak programı anlatma, ortak söylemi kullanmayı başardıklarını gösteriyor.

Ortak dil başarı getiriyor
Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın diğer liderleri iktidara geldiklerinde ne yapacaklarını biliyorlar. Anlaşılır bir ortak dille halkla paylaşıyorlar. CHP ve diğer Millet İttifakı partilerinin görsel medyada ve sosyal medyada çok etkili paylaşımlar yaptığını da eklemek gerekir.
Millet İttifakı liderleri ve iki belediye başkanının bazen ayrı ayrı bazen birkaçı bir arada miting meydanlarında halkın karşısına çıkmaları ittifaka olan güveni artırıyor. Bunun son örneğini İzmir’deki devasa mitingde de gördük. Altı liderin birlikte halkın karşısına çıkması miting meydanını coşturdu. Millet İttifakı’nın İzmir mitingi, bir gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın mitingiyle kıyaslandığında çok daha büyük, çok daha coşkuluydu. İzmir için bu normal karşılanabilir ancak Samsun’da, Ordu’da, Giresun’da, Balıkesir’de, Çanakkale’de, Tekirdağ’da, Kırklareli’nde, Tokat’ta, Kayseri’de Isparta da aynı kalabalık, aynı heyecan, aynı coşku vardı.

Değişime ramak kaldı!
Meydanların dili Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın, 14 Mayıs’ta ipi göğüslemeye Erdoğan ve Cumhur İttifakı’dan çok daha yakın olduğunu gösteriyor. İktidar da bu gerçeğin farkında. Farkında olduğu için şimdiden bir yandan muhalefete karşı ulusal kurtuluş savaşı veriyorlar mı havası yaratmaya, bir yandan da seçimi kaybetmelerine gerekçe üretmeye çalışıyor.

Ülkeyi kim işgal etmiş!
İktidara göre Türkiye “işgal” altındaymış bu nedenle 14 Mayıs seçimi “bir istikbal mücadelesi” olacakmış! 14 Mayıs Batı’nın siyasi darbesiymiş! Türkiye düşman işgali altında değil. Ancak ülkede bu iktidarın yarattığı ciddi bir sığınmacı sorunu var. Gerçekten savaştan kaçan, hayatta kalmaya çalışan, ucuz iş gücü olarak kullanılan sığınmacılar var. Onlara yardımcı olmak elbette insanlık görevidir. Ancak bu grupların dışında Türkiye’ye ne amaçla geldikleri, getirildikleri bilinmeyen, iktidarın desteği altında Türkiye’ye gelen, getirilen Suriyeli ve Afgan gruplar da var. Bunlar arasında cihatçı, Esad’a karşı savaşmış IŞİD’liler eli silahlı radikal İslamcılar, Afganistan’dan gelen askerlik çağında, asker görünümlü sadece erkek gruplar da var.

Darbe konusuna gelince. 14 Mayıs seçimleri niye darbe olsun? Seçim kararını alan ve 14 Mayıs 2023’ü seçim tarihi olarak belirleyen bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Erdoğan seçim kararı alırken, seçim tarihi belirlerken, darbe tarihi mi belirlemiş oldu?

Böyle bir mantık olabilir mi?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kullandığı “14 Mayıs Batı’nın siyasi darbesidir” sözü tutarsız, neden-sonuç ilişkisinden kopuk bir söylemdir. Cumhur İttifakı seçimi kazanırsa demokratik sandık zaferi, Millet İttifakı kazanırsa darbe olacak! İktidarın söylemi bunu gösteriyor. Darbe söyleminin taşıdığı en önemli mesaj ise iktidarın seçimi, dolayısıyla gücü kaybetme korkusunun çok yüksek olmasıdır. Yaklaşan 14 Mayıs seçimlerinin heyecanı giderek yükselirken gözler miting alanlarına çevrildi. Bir güç gösterisine dönüşen meydanlarda iktidar ve muhalefetin kitlesinde belirgin farklılıklar var. Tüm devlet imkânlarını seferber eden Cumhur İttifakı ortakları Erdoğan ve Bahçeli’nin mitinglerinde kitlenin bezgin, karamsar ve heyecansız olduğu görülüyor. Bakanların dahil olduğu buluşmalarda ise katılımın daha da ciddi oranda azaldığına şahit olduk. Belediye personelinin katılması zorunlu koşulan mitingler haber konusu olurken camilerde oy istenmesi, cemaatin de tepkisini çekiyor. Millet İttifakı’nın mitinglerinde ise tam tersi bir hava esiyor. Uşak, Kayseri, İzmir, Balıkesir, Zonguldak gibi illerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra İBB Başkanı İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın katıldığı mitinglerde büyük kalabalıklar bir araya geldi. Coşku ve heyecanı yüksek bir atmosfer ortaya çıktı. Değişime olan inanç derinleşirken meydanlardaki moral üstünlüğü de muhalefete geçti. Erdoğan, Bahçeli ve bakanların kullandığı dil kitlenin uzun süredir duymaktan yorulduğu ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı bir strateji üzerine oturuyor. Muhalefet ise daha kapsayıcı, birleştirici, sorunların çözümüne odaklanan pozitif üslubuyla etki alanını genişletiyor.

İnsanlar bezdi
Siyaset bilimci Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz seçimlerle ilgili gözlemlerini, “Ben özellikle muhalefetin mitinglerine katılanların yüzlerine dikkat ediyorum. Kemal Bey'e bakarken insanların yüzünde sevgi ve umudu görüyorum. Kendilerinden biri olduğunu düşünüyorlar. Ama Erdoğan'a bakarken insanlarda korku, geri çekilme görüyorum. AKP mitingine ne kadar istekle gelmişler? Getirilmişler mi? Onu da bilemiyorum ama genel olarak hakikaten bir bezgin bakış var” şeklinde aktardı. Çok uzun süren iktidarların yorulacağına dikkat çeken Boyunsuz, “Bu demokraside çok olağan bir şey değildir, biz de zaten demokratik bir yönetim değiliz. Meydanlara bakarsak bir değişim isteği çok net. Bu sadece ekonomik sıkıntılarla ilgili bir şey de değil. Özgürlük ve adalet talebi de var. Çok ciddi bir ekonomik kriz de var. Ve tabii buna eşlik eden büyük bir adaletsizlik ve gelir eşitsizliği durumu var. Bu aslında Türkiye'de döngüsel olarak karşımıza çıkan bir şey. 1947’de büyük bir enflasyonist ekonomik kriz ve onu takip eden bir değişim süreci. 1957 yine büyük bir enflasyonist ekonomik kriz ve onu takip eden değişim isteği. Bana o dönemleri hatırlatıyor. Bunlar hep otoriter rejimler. Değişim talebi açısından benzer dönemler” ifadelerini kullandı.

Kendilerini bitirdiler
İktidarın tercih ettiği dilin kendisini zor duruma düşürdüğüne dikkat çeken Boyunsuz değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Cumhurbaşkanı dediğiniz kişi, vatandaşın devletle olan aidiyet duygusunu inşa edecek söylemi üretir. Dolayısıyla o daha partiler üstü daha herkese açık olmak zorundadır. Fakat Sayın Erdoğan bir makbul vatandaş prototipi yarattı. Kendi partisine dahil olan kendi çevresine dahil olan insanları tarifledi. Buna karşı çıkanlar muhafazakar çizgiye yakın olsa bile öbür tarafa itildi. Yani ‘ya bendensin ya düşmansın’ denildi. Türkiye'de onların hesabına göre yüzde altmış bir sağ seçmen var. ‘Biz bunları bu kutuplaşma diliyle bir araya getiririz ve sonsuza kadar iktidarda kalırız’ düşüncesiydi bu. Ve tabii kamu kaynaklarını da kullanırız, devlet kaynaklarıyla bunları besleriz. Geri kalanını da devlet kaynaklarıyla ve gücüyle bastırır, sindirir, korkuturuz ve iktidarımızı sabitleriz’ düşüncesi var. Ama yaşanan krizler tam tersi muhalefetteki yüzde 60’ı, 65’i bir araya getirmeye başladı. Şu anda AKP için çok yanlış bir strateji bu.”
İktidarın 21 yılın ardından seçmene anlatabileceği yeni bir hikâye üretmekte zorlandığına dikkat çeken siyaset bilimci Özgün Emre Koç ise, “Seçmen ekonomik sıkıntılarla, gelecek endişesiyle, güvenlik ve belirsizlik kaygısıyla boğuşuyor. Saray bu sorunlara yanıt verebilme kapasitesini yitirmiş durumda. Bu aynı zamanda bir tercih. Ekonomik pasta küçülürken Saray sermaye sahiplerini kollamayı tercih ediyor. Alt ve orta sınıflar görülmemiş biçimde yoksullaşıyor. Dolayısıyla ortaya çıkan memnuniyetsizliği ve enerjiyi başka yönlere kanalize ederek soğurması gerekiyor. Bu amaçla savunma sanayii omurgası üzerine inşa etmeye çalıştığı dış güçlerle ve terörle mücadele anlatısını öne çıkarıyor” dedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi