Yetkileri var etkileri yok!

Ama bunlarda liyakat yok. Adalet yok. Sistemde denetim yok. Denge yok. Fren yok. Partili Cumhurbaşkanının, tek bir imzayla yapamayacağı hiçbir şey yok. TBMM’nin onayladığı bir uluslararası sözleşmeden bile, ülkeyi tek bir imzayla çıkarabilen, bu yönetim, millet canının derdindeyken, “Daha da yetki” isterim dedi. OHAL ’i ilan etti.

Milletimiz bu kadar acı çekerken, bu kabul edilemez. İşte esas siyasi fırsatçılık, budur, istismar budur. Mevcut 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun, Afetle Mücadele Konusunda, kendilerine zaten ihtiyaçları olduğu yetkiyi veriyor. Bugüne kadar hiçbir hükümet, doğal afet nedeniyle, OHAL ilan etmedi. 1999’da büyük Marmara Depreminde bile, OHAL ilan edilmedi. Ama yetki obezi Erdoğan, depremi fırsat bilip OHAL ilan etti. Mevcut sistemde zaten her şey, bir kişinin iki dudağı arasında. Bir de bunun üstüne, OHAL yetkilerini neden isteniyor? Tam da seçimler yaklaşırken, kendisinin de dün ağzından kaçırdığı gibi, depremi siyasi istismara dönüştürmeyi önlemek gerekçesiyle, muhalefeti susturmaya; afet yönetimindeki aksaklıklara yönelik eleştirilerin, önünü kesmeye çalışıyor.
 

İktidar can derdinde
Ama kifayetsiz saray yönetimi baskılamayı tercih etti yine ama. Biz ne tehdide, ne sansüre, ne de yasaklara pabuç bırakmayız. Milletin canını kurtaramayanlar, OHAL ile imajlarını kurtarmanın derdindeler. Yaşadığımız deprem felaketinin, daha ilk anından itibaren, Erdoğan işi gücü bıraktı. Muktedir imajını korumak için, milleti tehdit etmeye başladı. Sosyal medyaya erişimi engelledi. Milletin depremde elindeki en önemli iletişim aracını, elinden almaya bile cüret etti Beyefendi, defter tutuyormuş, defteri de günü vakti saati geldiğinde açacakmış.
 

Acılı dedenin tuttuğu defter ne olacak?
Peki, milletin tuttuğu defter ne olacak? Cenazesini, çöp poşeti içinde teslim alan dedenin, tuttuğu bir defter yok mu? Ölmüş evladının elini, deprem enkazında saatlerce tutan çaresiz babanın, tuttuğu bir defter yok mu? “15 yaşındaki kızım okul birincisiydi. Gelseydiniz yaşayacaktı” diye feryat eden annenin, tuttuğu bir defter yok mu? Korkacaksanız, asıl bu defterlerden korkun… Bugün millet soğukta bir başına. Barınma, tuvalet büyük sorun. Bu eziyetleri çeken insanlarımızın, tuttuğu bir defter yok mu?
 

Bakan ayrı kendi ayrı
Önceki gün Erdoğan, bir de alışveriş merkezlerinde, marketlerde yağmacılık yapanlarla mücadele için, OHAL yetkilerine ihtiyacı olduğunu söyledi. Oysa kendi atadığı İç İşleri Bakanı bir gün önce, kelimesi kelimesine: “Buradan İçişleri Bakanı olarak söylüyorum. Bazı yerlerde yağma haberleri gibi haberler söz konusu. Bir iki münferit olay tespit edildi. Bunun dışında Türkiye’de böyle bir şey söz konusu değil. Yani böyle bir olay da söz konusu değildir. Ancak bütün bunları büyütmek, yani bir yönetilemezlik duygusu ortaya koymak, hele bu dönemde bize karşı değil, vatandaşımıza karşı yapılabilecek önemli bir yanlıştır…” demişti. Bir gün sonra Erdoğan’ın yağma açıklamasından hemen sonra bir kere daha çıktı. “Yağma ihbarlarının yüzde 99,9’u asılsızdır. Bir güvensizlik algısı oluşturup, milletin değerleriyle oynamak yanlıştır” dedi. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu… Erdoğan “yağma var.” Bunun için “OHAL çıkarıyorum” diyor. Atadığı Bakan, “böyle bir şey yok.” “Yönetilmezlik duygusu oluşturmak için, bu haberler çıkarılıyor” diyor. Vatandaşımıza yanlışı kim yapıyor? Bu haberleri çıkaran kim? Erdoğan’ın kendisi. Atama İç İşleri Bakanı da çıkmış, partili Cumhurbaşkanını suçluyor. Bu kafalar ülkeyi böyle yönetemezken, vatandaşlarımızda yönetilmezlik duygusu oluşturmak için kimsenin özel bir çaba göstermesine ihtiyaç yok. Yetkiniz çok. Ama yönetme kabiliyetiniz hiç yok. Sıfır…
 

İnsan kınadığını yaşarmış...
Bu deprem felaketinde, bunu bir kez daha gördük.” “İnsan kınadığını yaşamadan ölmezmiş.” “Bazı sorumsuzlukların ve yolsuzlukların neticesi olan olayları, kader diyerek geçiştirmek mümkün olamaz… Yeraltında fay kırıklıklarından önce, bağışlayın ama yazmak zorundayım, kırılan ar damarlarıdır.
 

Malzemeden çalıyorlar
Birbirini tetikleyerek kırılan bu iki faydan sonra, malzemeden çalmayı alışkanlık haline getirenlere, yolsuzluktan ve usulsüzlükten beslenenlere gün doğmuştur. Bu aksaklıkları, bu çözümsüzlükleri gidermek için, bataklığı kökünden kurutmak, sorunları kaynağından çözüme kavuşturmak zorundayız.” Bu sözleri kim söylüyor? Biz söylemiyoruz. Bu sözler 2003’de iki aylık Başbakan olan Erdoğan’ın sözleri. Aynı Erdoğan 20 yıldır ülke yönetiminin de başında. Bataklık kökünden kurutuldu mu? Hayır! Sorunlar kaynağından çözüme kavuşturuldu mu? Hayır! 20 yılda hem bataklık büyüdü. Hem de sorunlar katlandı, devasa oldu. Çünkü beyefendinin devri iktidarında, malzemeden çalmayı alışkanlık haline getirenler, yolsuzluktan, usulsüzlükten beslenenler abat oldu. En azından geçmişte, kırılabilen bir ar damarı vardı. Bugün elde o da kalmadı. Ar damarı kalmayanlar bugün çıkmış, “Millete 10 bin lira verdik. Evleri de 1 yılda biz yaparız” diye konuşuyorlar. 20 yıldır yan gelip yatmışlar.
 

Yıkılan binaların yarısı sigortasız
Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde meydana gelen ve çok sayıda can kaybı ile bina yıkımına yol açan depremlerin etkilediği 10 ilde bulunan konutların yarıdan fazlası sigortasız çıktı. Doğal Afet Sigortaları Kurumu'nun (DASK) resmi verilerine göre, depremin vurduğu 10 ilde bulunan 2 milyon 175 bin konuttan 1 milyon 118 bininin deprem sigortası bulunmazken, sadece 1 milyon 57 bin konut için sigorta yaptırıldı. Veriler, yıkılanların yanı sıra ayakta kalmasına rağmen oturulamaz durumda bulunan konutlardan yüzde 48.6'sının sigortası olmadığını gösteriyor.
 

Zirve Diyarbakır'ın
Verilere göre, depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş'ta 210 bin konuttan sadece 113 binin deprem sigortası bulunuyor. Bu ilde sigortalılık oranının yüzde 53.8'de kalırken, Kahramanmaraş gibi büyük hasarın yaşandığı Hatay'da bu oran yüzde 40.1'e kadar düşüyor. Deprem

sigortasının en düşük olduğu il yüzde 33.7'yle Diyarbakır olurken, Gaziantep yüzde 65.4'le en çok sigortası olan konutun bulunduğu il oldu. Gaziantep'te bulunan 339 bin konutun 219 binin deprem sigortası bulunuyor. Ülke genelinde ise 20 milyon 32 bin konuttan 10 milyon 950 bin konutun sahibi sigorta yaptırdı. Sigortalılık oranı yüzde 55'e yakın oluştu.
 

920 depremde zarar çok büyük
Son 20 yılda Türkiye genelinde 920 deprem yaşandı. Bu depremlerde yıkılan ya da hasar gören yaklaşık 105 bin sigortalı konuta 1 milyar 446 milyon lira hasar ödemesi yapıldı. En fazla sigorta ödemesi ise 164 depremin yaşandığı 2020 yılında gerçekleştirildi. Bu depremlerde hasar gören 60 bini aşkın konut için hak sahiplerine 969 milyon liralık sigorta ödemesi yapıldı. En son geçen yıl DASK kapsamında, 17 bin 438 hasarlı konut için hak sahiplerine 183 milyon liralık ödeme yapıldı.
 

Felaketi yaşayanlar sigorta yaptı
DASK verileri, yakın dönemde büyük depremlerin yaşandığı kentlerde sigortalılık oranının da arttığını ortaya koydu. Ülke genelindeki konutların 54.7'si sigortalı görünürken bu oran büyük depremlerin yaşandığı Bolu'da yüzde 86.9, Düzce'de yüzde 86.2, Yalova'da yüzde 83.2, Sakarya'da yüzde 79, Van yüzde 71, Kocaeli yüzde 67.1, Bingöl yüzde 64'e kadar çıkıyor. Bölgeler arasında ise Marmara yüzde 63 sigortalılık oranıyla ilk sırada yer alırken bunu yüzde 56 ile Ege, yüzde 50.3'le Doğu Anadolu izliyor. Karadeniz yüzde 46.1'le en düşük sigortalı bölge oldu.
AFAD'a eksi not
1999’da hiç hazırlıksız yakalandığımız depremden sonra demediğini bırakmayanlar, devlete, devleti yönetenlere ağızlarına geleni söyleyenler ve söyletenler bu kez gerçeği biraz olsun yansıtarak bu büyük felaketin boyutunu anlatmaya ve bir şeyler yapmaya çalışanları devlet düşmanı gibi gösterip tehdit etmeye başladılar bile. Şaşırdık mı! Asla. Üstelik de kendileri bir şey yapmadığı ya da yapamadığı gibi, başkalarının bir şeyler yapmaya çalışmasını da engelliyorlar. Kendini koordine etmekten aciz bir AFAD’a “AFAD her şeyi koordine edecek. AFAD dışında bir yardım organizasyonuna izin vermeyeceğiz” diyorlar.
 

İnsanlar çaresiz
Herkes binasının önünde oturmuş, ayazda bekliyor 48 saattir. Enkaz altındaki yakınlarını çıkaracak biri gelir, bir yardım eli uzatılır diye. Ne gelen var ne giden. Artık umutlar da kalmıyor. Enkaz altlarından gelen sesler de yavaş yavaş kesiliyor. AFAD’ın ne yaptığını soruyorum. Çünkü açıklamaya göre kadrosu 7 bin kişinin biraz üzerinde görünen AFAD'ın bölgede 24 bin elemanı var. Yine resmi sayılara göre 5 bin 300 kadar da yabancı kurtarma ekibi çalışanı var. Ancak görüntüler pek buna uymuyor.
 

Anlattıkça fenalık geliyor
Deprem bölgesinden bir göz bunları anlatıyor; AFAD’dan kaç kişi var burada saymadım. Ama Deprem bölgesinde 5000 bina yıkıldı desek bina başına 4 AFAD personeli düşüyor. O da hepsi arama kurtarma ile ilgileniyorsa.Bir o kadar da gönüllüsü olduğu söyleniyor. Bina başına 8 kişi. O da hepsi buraya ulaşabildi ise. Üstelik AFAD ekiplerinin bir bölümü uçakla gelmiş. Gelenlerin hiçbirinin elinde ekipman yok. Uçaklara ekipman alınmamış ve gelenler ellerini kollarını sallaya sallaya gelmişler. Tornavida bile yok yanlarında. Ekipman olmayınca yapacak bir şey de olmuyor. Üstelik gönüllü AFAD’cıların doğru düzgün bir eğitimi, bir uzmanlığı da yok. Halbuki inşaat şirketleri ile yerel gönüllülük anlaşmaları yapsalar, her şirket büyüklüğüne göre 10, 20, 50 personelini AFAD’a gerekli hallerde tahsis etse ve bu personel AFAD tarafından eğitilmiş olsa bugün 30-40 bin uzman gönüllü olurdu. Yapılmamış. AFAD şu anda sadece açıkça yetersiz kalıyor. Dahası organizasyon görevi onlara verildiği için, yetişemiyorlar ve bu yüzden de yardımlara engel teşkil etmeye başlıyorlar. Son derece gerekli yardım araçlarının kentlere girişi engelleniyor. Onlar alacakmış, onlar organize edecekmiş. Edebilseler alsınlar ama edemezler. Kabahatleri var demiyorum. Ama durum çok karışık. Onların da sayıları yeterli değil. Yetişemiyorlar. Bu da büyük öfke yaratıyor.
 

AFAD çalışanlarına minnettarız
AFAD çalışanlarına kızmıyoruz. Tam aksine minnettarız. Biliyoruz, görüyoruz bu imkanlarla ellerinden geleni yapıyorlar. Hata bugünün hatası, eksik bugünün eksiği değil. Baştan yanlış yapılmış. AFAD aslında bir lojistik kuruluşu. Başında UPS, DHL CEO'su tarzında biri olması gerek. Ne yazık ki, öyle bir durumda değil. Hal böyle olunca bugünkü duruma şaşırdık mı! Tabii ki hayır. Bunun böyle olacağı o saçma sapan sözde deprem tatbikatı yapıldığı gün belli olmamış mıydı! Şimdi o günlerin acısını çekiyor insanlarımız. Aklımız, canımız deprem bölgesinde, evimizde yediğimiz her lokmadan, sıcak odamızda oturduğumuz koltuktan, yatabildiğimiz yatağımızdan dolayı utanıyoruz. O yüzden de, tehdit de etseler, dövseler de, sövseler de, öldürseler de bunları yazacağız kardeşim.

Eleştirileri susturamazsınız!

Yazacağız. Anlatacağız. Konuşacağız. Benden size tavsiye, kim olursanız olun doğruları yazana, söyleyene kızmayın, yıllardır size doğruları göstermeyene, gerçekleri saklayana kızın. Bugünkü çaresizliğiniz nedeni onlar. Biz değiliz. İktidar kanadı yapılan eleştirilere çok kızıyor. Eleştirileri susturmaya çalışıyor. Eleştirenlere gözdağı veriyor. Ne da olsa 1999'u kimsenin hatırlamadığını düşünüyorlar. Bugünün iktidarı, 1999 yılının muhalefeti idi. Ve o gün muhalefet olarak iktidara neler neler demişlerdi. Bugünün iktidarı destekleyen gazeteleri ve yazarları, ki bugün bazıları iktidarın önemli isimleri, köşelerinde neler yazmış gazetelerinde iktidara ne eleştiriler, ne hakaretler etmişlerdi. Bugün kimse onların o gün olduğu kadar insafsızca eleştiri yapmıyor. Ama buna bile tahammül edemiyorlar. Eğer çok istiyorlarsa, o günün manşetlerini, o gün yazdıkları yazıları hatırlatırım kendilerine. Hafızayı beşer nisyan ile malül olabilir. Ama benimki iyidir. Hele hele arşiv var ya o arşiv. Asla unutmaz. Sakın ola ki, şimdi silmeye sildirmeye de kalkışmayın. Hepsi elimizde mevcut.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Anıl Boduç Arşivi