Bu ülke nereye gidiyor?

Gerçekten, yargı zirveleri her sene gelinen vehametin başka yönlerini gözler önüne sermesi açısından müthiş bir repertuar oluşturuyor. Diyanet İşleri Başkanı’nı yeni Yargıtay binası önünde Yargıtay Başkanı ve Cumhurbaşkanı’yla birlikte elleri havada ve dua ederken görmek, Danıştay’ın 146. yıldönümünde yaşanan Erdoğan-Feyzioğlu gerginliğinden bile daha çarpıcı oldu.

Türkiye gündemi o denli hızlı değişiyor ki yazıya nerden başlayacağını şaşırıyor insan. Ağustos ve Eylül bu ülkenin kuruluş ve kurtuluşu açısından son derece tarihi öneme sahip. Büyük taarruz. 9 Eylül İzmir'de düşmanın denize dökülmesi ve Kurtuluştan kuruluşa büyük Türkiye Cumhuriyet'in minenk taşlarının birbiri üzerine oturtulduğu günlerdir. Önemlidir unutulmaması gerekir.
Bunun ardına yakışmayacak ama bugün ülkemiz, Laik Türkiye Cumhuriyeti; karmaşık algılarla yönetilmek isteniyor. Diyanet İşleri Başkanı Cumhuriyet devletinin sıradan bir bürokratı çıkıp boyunu aşan laflar ediyor. İşin acısı pekte sesini çıkaran yok. Nasıl olsun ki Yargıtay Başkanı Cumhurbaşkanı Diyanet İşleri Başkanı dua ile açılış yapıyor. Adeta Laikliğin ruhuna fatiha okuyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, dini inancın siyaset, yargı ve ticarette etkisi olmasını istiyor. Din ve devlet işlerinin ayrı tutulmasından şikayet ediyor. Kimilerine göre bu yazıları yazmak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gündemi geçim sıkıntısından, işsizlikten başka terlere, kendisinin çok iyi bildiği alanlara çekme taktiğine yardımcı oluyor.
 

Yargıtay, selam ve dua
Yargı zirveleri her sene gelinen vehametin başka yönlerini gözler önüne sermesi açısından müthiş bir repertuar oluşturuyor.Yargıtay’ın yeni hizmet binası ve binanın önünde inşa edilen (Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle “dal-çık” ve) Yargıtay Kavşağı’nın açılış töreni, yeni adli yılın başlangıç gününde gerçekleştirildi. Adli yılın bir toplu konut ya da köprü açılışı töreni minvalinde başlaması ayrı bir konu olsa da şimdilik, laiklikle idare edeceğiz.
Gerçekten, yargı zirveleri her sene gelinen vehametin başka yönlerini gözler önüne sermesi açısından müthiş bir repertuar oluşturuyor. Diyanet İşleri Başkanı’nı yeni Yargıtay binası önünde Yargıtay Başkanı ve Cumhurbaşkanı’yla birlikte elleri havada ve dua ederken görmek, Danıştay’ın 146. yıldönümünde yaşanan Erdoğan-Feyzioğlu gerginliğinden bile daha çarpıcı oldu. Başbakan, Barolar Birliği Başkanı’nı fırçalamış, Cumhurbaşkanı yatıştırmaya çalışmış, Danıştay Başkanı telaştan cübbesinde düğme arar olmuştu. Fakat bu seferki gerçekten beklenti dışıydı.
Ali Erbaş’ın AKP iktidarının bir meşruiyet sembolü haline geldiğini söylemek yanıltıcı olmaz. 1 Eylül’de adli yılı dualarla başlatan Erbaş, aynı gün Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademi Merkezi açılışında, dün Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı Subay ve Astsubay Öğrencileri Mezuniyet Töreni’nde de Erdoğan’laydı. (Evveliyatında Marmaray için, Japonya Başbakanı Shinzō Abe’ye dahi dua ettirmişliği olmuştu.)
Evet dostlar. Böyle günler geçip gidiyor. Tabii gündemimizde ilk sıarada yer alan ve aşılamada 100 mliyon dozu bulmamıza rağmen hergün 30 bine yakın vaka ve 300 e yakın ölümle yeni bir dalgaya adeta uçuyoruz. Okulları açtık prensipler koyduk. PCR tesi dedik. Yapan varmı bence yok olsa biel haberimiz yok.Böyle bir ülkede yaşıyoruz dostlar. Şimdi gündemi sırasıyla iredleyelim ve tairhimizin altın sayfalarına bir bakalım. Sonra devam edelim.
Atatürk, Buhara'dan gelen kılıcı kime vermişti
İzmir’in 9 Eylül 1922’deki kurtuluşu, Milli Mücadele’nin silahlı evresini de bitirmiştir. İlerleyen yıllarda İzmir; Cumhuriyet’in ve çağdaşlığın simge kentlerinden biri olmuş, demokrasiyi ve özgürlüğü en çok içselleştirmiş şehir olarak öne çıkmıştır. Şimdi İzmir’in tarihinden üç kesit paylaşalım…
Yunan ordusu, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktığında, askerlerinin başında olan Miralay Fethi Bey, “Zito Venizelos” demediği için, süngülerle şehit edilir. Sadece 3 yıl sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa komutasındaki kahraman ordumuz, dünyanın en haklı ve halklı ulusal kurtuluş savaşını vererek, hem İzmir’i kurtarır, hem de emperyalizmi ve uzantılarını yener. Mazlum milletlere örnek olur…
 

Savaş böyle kazanılır
30 Ağustos Büyük Zafer sonrası bir sahne:
Kaçan düşman ordusunu durmamacasına kovalıyor Türk birlikleri. Direnenleri tepeliyor, silahlarını alıp, teslim olanları tutsak alıyor. Binlerce er, subay, elleri başlarının üstünde içerlere doğru götürülüyor. Düzenli bir ordu kalmamıştır artık. Birinci Kolordu Komutanı Trikopis ile İkinci Kolordu Komutanı General Digenis, kurmay başkanları, tümen komutanları, çeşitli rütbelerde 300 subay ile Murat Dağı’nın Curcurov bölgesinde teslim olacak birini arıyorlar. 2 Eylül günü o bölgede bulunan bir istihkâm teğmenine haber gönderiyor Trikopis. Teğmen yanına birkaç er alıp gidiyor, hepsini savaş tutsağı olarak peşine takıp götürüyor. O akşam Atatürk Uşak’ta Trikopis ile birkaç generali, daha önce Kral Konstantin’e de karargâhlık etmiş olan binada kabul ediyor. Tutsak generaller, operet subayları gibi, sırmalı üniformaları ile girdikleri zaman odada üç kişi görüyorlar:

Atatürk, Fevzi ve İsmet Paşa’lar. Atatürk elini sıkıyor Trikopis’in, “Yorulmuşsunuzdur General, oturun” diyor. Kahve, sigara ikram ediyor. Ailelerine sağ oldukları haberini iletmelerini sağlıyor. “Savaş böyle kazanılır” diyor Trikopis. O zaman Atatürk soruyor: “Sizin Başkomutanınız nerde idi?”. “Kral Atina’da sarayında, General Hacanestis ise İzmir’deki yatında, harita üzerinde elindeki pergelle, savaşı idare ediyordu”. O zaman Atatürk Trikopis’e, Hacanestis’in başkomutanlıktan azledildiğini, yerine kendisinin yani Trikopis’in Başkomutan atanmış olduğunu söylüyor. Trikopis o zaman öğreniyor kendisinin başkomutan olduğunu. Yunan ordusunun Başkomutanlık Karargâhı’dır demek tutsak edilen. Başsız, komutansız, umarsız, bozguna uğramış bir istila ordusunun kılıç artıklarını yok etme kovalamacısıdır bundan sonrası. (Hüsnü Göksel, “9 Eylül 1922: Metropolit Ağlıyordu-3”, Cumhuriyet, 10. 09. 1999).
 

Buhara müslümanlarından gelen kılıç
9 Eylül’de İzmir’den bir sahne:
9 Eylül 1922, saat 10.00. Yüzbaşı Şerafettin Bey komutasındaki Süvari Bölüğü İzmir’e girmektedir. Bölüğün önünde, güvenlik için yürüyen sekiz piyade eri vardır. Halkapınar köprüsünü geçip Tuzakçıoğlu fabrikasına yaklaştıkları anda, fabrika pencerelerinden ateş edilir. Öndeki piyadelerden dördü vurulup düşerler ama birlik yoluna devam eder. Pasaport’u geçince, Türk askerlerine bir sivil el bombası atar. Birkaç kişi hafifçe yaralanır. Birlik Hükümet Konağı’na varır. Birkaç dakika önce atılan el bombasıyla yaralanan Yüzbaşı Şerafettin atından atlar. Hükümet Konağı önünde toplananlar arasından bir genç fırlar öne. Yüzbaşı Şerafettin’e ay yıldızlı bayrağı uzatır. Yüzbaşı Şerafettin, bayrağı alır, koynuna yerleştirir.
Bir elinde tabancası, bir elinde kılıcı konağa girer. Koşar adımlarla çıkar üst kata, konağın balkonuna. Önce Yunan bayrağını indirir direkten, halkın yoğun tezahüratı arasında. Sonra koynundan ay yıldızlı bayrağı çıkarır. Öper ve direğe çeker. Yanında yardımcıları Mülazım Ali Rıza ve Mülazım Hamdi de vardır. Bayrak yükselirken sevinç gözyaşları akmaktadır yanağına doğru Yüzbaşı Şerafettin’in. Aniden, ay yıldız üzerindeki kan lekesine takılır gözleri. Az önce atılan el bombasının açtığı yaralardan akan kan izleridir bunlar.
Ertesi gün Gazi Paşa İzmir’e gelir. İki gün sonra da, Yüzbaşı Şerafettin’in adına İzmir’i ekler. Soyadı Kanunu ile birlikte soyadını alacak olan Şerafettin Bey’e Gazi bir de kılıç hediye eder. Bu kılıç, Buhara Müslümanlarının Mustafa Kemal Paşa’ya verdikleri üç kılıçtan biridir. İzmir’e ilk girecek Türk subayına verilmesi kararlaştırılmıştır.
 

Yüzbaşı Şerafettin anlatıyor
1909’da Harbiye’den mezun olan, 1922’ye dek aralıksız bütün cephelerde savaşan, 1944 yılında albay rütbesiyle emekli olan Şerafettin İzmir, 1951 yılında Beşiktaş’taki evinde ölmüştür. Beşiktaş’taki Yahya Efendi Mezarlığı’nda bulunan mezarının başucunda, uzun yıllar boyunca kimliğini ve kahramanlığını gösteren hiçbir şey yazmayan bu yiğit Kuvayı Milliyeci, anılarında İzmir’e girdikleri günü şöyle anlatır:
Süvari Kolordusu’nun 2. fırkasının 4. alayının alay kumanda muavini idim. 8/9 Eylül gecesini Manisa ve Bornova arasındaki Sabuncu Boğazı’nda geçirdik. 9’uncu günü alelsabah harekete geçtik... Bornova’nın şimaline yaklaştığımız zaman üzerimize hafif bir piyade ateşi açıldı.. Mukabeleye lüzum görmeyerek Bornova’ya dahil oldum... İki bölüğümle İzmir’e doğru yürüyüşe geçtim... Mersinli’yi geçtikten sonra Tuzakçıoğlu fabrikasının önüne geldiğimizde fabrika dahilinden üzerimize ateş edildi. Dört askerim burada şehit oldu. Daha sonra kılıçları çektirdim ve Punta’ya (Alsancak) doğru yürüdüm... Punta istasyonu köşesinden hareketle Kordonboyu’na çıktık... Pasaport dairesinin önüne geldiğimizde, belinde kayışı ve kasaturası, elinde silahı olan bir sivile silahını bırakmasını söyledim. “Bırakmam” diyerek elindeki bombayı üzerime attı, atımın karnı parçalandı ve öldü. Ben de iki yerimden yaralandım. Süratle yürüyüşe devam ettik. Hükümet konağına geldik. Kapılar kapalıydı. Yan kapıdan girerek cephedeki kapıyı açtık. Şanlı bayrağımızı çektim” (Aydın Aybay, “İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin”, Cumhuriyet, 10. 09. 1999).
Sözün Özü: Atatürk’ü iyi anlamak gerekir. Ata’nın kıymetini bilmeyen, vatanın da kıymetini bilmez.
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."

100 milyon doz aşı hayırlı olsun
Sağlık Bakanı Koca’nın 100 milyon doz açıklaması ne veriler konusunda aydınlatıcı oldu ne de hedefler gerçekçiydi
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 9 Eylül akşamı Türkiye’de yapılan Covid aşısı dozunun 100 milyonu geçtiği müjdesini verdi. Bakanın da dediği gibi her koşulda aşıyı herkese ulaştırmak için olağanüstü gayret sarf eden sağlık personeline şükran borçluyuz. Bakan yerli aşı ‘Turkovac’ın da acil kullanım test aşamasına geldiğini, basın toplantısının sonuna iliştirdi söyledi ama ‘bir görelim’ deyip 100 milyon doz konusuna bakalım. Bakan müjdenin devamında aşıyla ilgili bir dizi sayı verdi. Ben basın toplantısını dikkatle ve notlar alarak iki kez dinledim. Sayılarla da aram iyidir. Ama işin içinden çıkamadım. Sayılar dizisine “18 yaş üzeri nüfusun yüzde 82’si birinci dozunu, yüzde 63,8’i ikinci dozu oldu” diyerek başladı. Sonra birden yüzdeleri bırakıp gerçek sayılara atladı: “6 milyon 182 bin kişi tam doz aşı oldu” dedi. Toplantının ilerleyen dakikalarında “36 milyon vatandaşın aşısının tamamlandığını, 26 milyonun aşısız olduğunu” söyledi.
 

Acaba tamamlanmış aşı ile

tam doz aşı farklı şeyler mi?
Bir başka yerde “iki doz inaktif aşı (Sinovac aşısı) yaptırmış olanların sayısının 11 milyon olduğunu, bunların 9 milyonunun üçüncü doz aşıyı da olduğunu” söyledi. Aynı toplantıda iki doz Sinovac üstüne hatırlatma dozu yaptıranların tam aşılı sayıldığını söyledi! Alınız bir başka tam aşılı sayısı: bu kez 9 milyon. Ben işin içinden çıkamadım. Varsa çözen hepimize anlatsın. Ya da…
Bakanlıkta veri analiz etmeyi bilen var mı? Ya da Bakanlığa sayıları doğru dürüst analiz etmeyi ve bunları bir basın toplantısına hazırlamayı bilen birkaç kişi alsınlar. Veriden sorumlu Bakan Yardımcısı araştırma ağırlıklı çalıştığı için bu konulara eğilemiyor olmalı. Düzgün bir üniversitede epidemiyoloji okumuş birkaç genç uzman pekala bu işin altından kalkar. Onlar yapamıyorsa Türkiye’de akademide ve akademi dışında bu işi yapabilecek çok sayıda uzman, merkez vb var, birkaçından yardım isteyebilirler. Sosyal medya üzerinden gün gün veri grafikleri, analizleri yayınlayan gönüllülerden de yararlanabilirler. Gerek duyulan veriler basit birkaç tablodur. Kaç kişi hangi aşıyı oldu? Birinci dozu ne zaman, ikinci dozu ne zaman oldu? İnaktif aşı olanların ne kadarı ne kadar süre sonra üçüncü dozu oldu? Sinovac mı, BioNTech mi? Bu insanların yaş dağılımları nedir? Cinsiyeti nedir? Hangi illerdedir? İşi biraz ilerletip, eğitim durumlarıyla, kronik hastalıklarla falan da eşleştirebilirler. Üstüne bir de hastaneye yatanlar arasında hangi tür aşının ne zaman olduğunu verseler şahane olur. Türkiye’de, Bakanlığın dışında, bu verileri doğru düzgün analiz edecek de Bakanın basın toplantısında sıraladığı karmaşanın tersine çok net ve anlaşılır mesajlara dönüştürecek de kapasite mevcuttur.
 

Bakan ‘toplum bağışıklığı’ diyor ama…
Basın toplantısı boyunca sık sık tekrarlandığına göre Bakanlığın hedefi toplum bağışıklığına ulaşmak. Şimdi kastedilen toplum bağışıklığı (kitle, bağışıklığı, herd immunity) dolaşımdaki virüsün “yüzde doksanından fazlası delta varyantı” olan bir ülkede nasıl olacak? Daha önce de yazmıştım ama hesabın ayrıntısını vereyim. Pandeminin ilk günlerinden hatırlayabileceğiniz, bulaştırma katsayısı R delta varyantı söz konusu olduğunda iki kat yüksek (2 ila 4 yerine 6 ila 8). Dolayısıyla toplum bağışıklığına ulaşmak için gerekli, toplum içinde enfeksiyona dirençli bireylerin yüzdesinin daha yüksek olması gerekiyor. Orijinal Wuhan virüsü için bu oranın yüzde 67 olması gerektiği hesaplanıyordu (1-1/R). Delta varyantının enfeksiyonların tamama yakınını oluşturduğu bir ortamda bu oranın en az yüzde 84 olması gerekiyor. Kullandığımız aşılar hem hastalığın hafif geçirilmesini hem de aşılanmış bireylerin enfeksiyonu almasını ve bulaştırmasını önlüyorlar, ama yüzde yüz değil. Mevcut aşılar içinde hem ağır hastalığı en bulaşmayı önlemekte en başarılı aşılar mRNA aşıları. Ülkemizdeki BioNTech aşısı gibi. Ama BioNTech aşısı ağır hastalığı yüzde doksandan daha fazla oranda önlerken, Delta varyantının alınmasını ve bulaştırılmasını, klinik çalışmalarda yüzde 78 oranında önlüyor.
 

Aşıda gerçekçi hedefler için
Bu durumda nüfusumuzun tamamını aşılasak bile -ki bu şu anda mümkün değil, zira 12 yaş altı nüfus aşı programı dışında- toplum bağışıklığına ulaşamıyoruz. Nüfusun tamamı BioNTech aşısı ile aşılandığında ulaşacağımız yüzde 78, toplum bağışıklığı için gerekli yüzde 85’in altında.
Kısacası, Bakanlığın toplum bağışıklığı hedefi gerçekçi değil. Bir başka zamana, varyantlar öncesi döneme ait. Level atlayan pandemide yapmamız gereken koronavirüsle birlikte yaşamayı öğrenmek. Mümkün olan herkesi doğru zamanlarda ve uygun aşılarla aşılamak, bir yandan da bulaşma zincirini kıracak tedbirler almak. Testleri yaygınlaştırmak, hızlı testlerle taramalar yapmak, enfekte olanların toplumdan yalıtılmasına dikkat etmek, işyerlerini, okulları ve toplu taşımayı islah etmek. En önemlisi de aşı konusunda daha net mesajların verildiği, sivil toplumun harekete geçirildiği bir kampanya yapmak.
Bunlar yapılmadıkça aşıya daha dirençli ve daha ürkütücü varyantların önünü almak da mümkün değil, delta varyantının öldürücülüğünü azaltmak da.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi