Edirne, Sultan İkinci Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi

Yolumuz, Edirne’de bulunan İkinci Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesine düştü. Eski adı ile İkinci Bayezid Darüşşifa’sı, 2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze ödülünü, Kültürel Mirasın en iyileri / Mükemmellik Kulübü en iyi sunum ödülünü de 2007 yılında almış.

***

Restorasyonu Trakya Üniversitesi tarafından yapılmış. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünden alınan onayın ardından 1997 yılında külliyenin darüşşifa bölümünde kurulan Trakya Üniversitesi Sultan İkinci Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi hizmete açılmış.

edirne
 

***

Tam 400 yılı geçkin bir süre hizmet vermiş. Burayı gezerken, eski tedavi yöntemlerini, kullanılan aletleri görünce insan ömrünün geçmişe kıyasla neden daha uzun olabildiğini de iyice kavrıyor insan..

Ya da başka bir şekilde ifade etmem gerekirse, o zamanlarda geçerli olan tedavi yöntemleri hastalığın kendisinden daha fazla ızdırap vericiymiş.

***

Darüşşifa adı, arapça kökenli bir kelime. Şifa evi / sağlık evi anlamını taşıyor. İslam dünyasında hastaneleri ifade ediyor. Anadolu’da ilk Selçuklu Darüşşifası Kayseride bulunan Gevher Nesibe Tıp Müessesesi ve Darüşşifasıdır. Sivas- Divriği Turan Melik Darüşşifası’da önemli yapıtlar arasında bulunuyor.

***

Osmanlı devleti toprak kaybettikçe gelir getiren vakıf mülklerinin bir bölümü sınır dışında kalınca, mevcut gelirler düzenli olarak takip edilemediğinden darüşşifalar hastane olmaktan çıkıp akıl hastaları için bir barınak haline gelir. Bu dönemden sonra da Bimarhane (Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) olarak anılmışlar.

***
edirne sağlık müzesi
 

Şimdi buradan aldığım bilgiler doğrultusunda müzeyi gezebiliriz.

Edirne’ye geldiğinizde mutlaka gezmeniz gereken müzelerden burası.

İçeriye girişten itibaren güzel musiki nağmeleri ile huzurlu bir yere giriyorsunuz. Her gün saat;09:00-19:30 saatleri arasında gezebilirsiniz.

Hizmete açıldığında; “Bu darüşşifanın tarihi, halkın sığınağı Bayezid Han, bu binayı yaptı elemleri def-i için. Yapılacağı tarih gaibden gelen bir sesle ilham edildi. Burası hastalıklar için şifa yurdudur.” diye duyuruldu.

22 bin metrekarelik bir alana kurulan külliyede; cami, caminin doğu ve batı cephelerinde iki misafirhane, medrese, darüşşifa, imaret, erzak depoları ile avlu duvarları dışında hamam ve köprü bulunur. Köprü külliyeyi şehire bağlamak amacıyla yapılmıştır.

Kaynaklarda külliyenin mimarı olarak Mimar Hayreddin kabul edilse de, Mimar Yakub Şah Sultan adı ile Mimar Kemaleddin’in isimleri de geçmektedir.

Yapı içinde, cami, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak, erzak depoları bulunuyor. Osmanlı külliyeleri genellikle padişahlar ve hanedan üyeleri ile vezir, paşa gibi üst düzey devlet görevlileri tarafından birer hayır eseri olarak halka hizmet gayesiyle yaptırılmış.

İkinci Bayezid Boğdan seferinin hazırlıklarını yapmak üzere Edirne’ye gelir. Şehrin bir darüşşifaya (hastane) ihtiyacı olduğu dile getirilince kendi adıyla bir külliye yaptırmaya karar verir. Bunun içinde Tunca nehri kenarında “cennet bahçelerine eş bir yer” diye ifade edilen yer seçilir. 1484 yılında padişahın da hazır bulunduğu törende ve kurbanlar kesilirerek temel atma töreni gerçekliştirilen külliye, 1488 yılında tamamlanır.

***

Önce biraz tarihi bilgilerimizi tazeleyip, bu külliyeyi yaptıran İkinci Bayezid kimdir hatırlayalım.

Edirne, devletin ikinci payitahtıydı. Sultan ikinci Bayezid Fatih Sultan Mehmet’in Gülbahar Hatundan olan oğlu ve Yavuz Sultan Selim’in de babasıdır. Dimetoka’da doğmuş. Şehzadeliği sırasında hat (güzel yazı) dersleri almış. Dini duygularının güçlü olmasından dolayı da Bayezid-i Veli ve Sofu Bayezid adıyla da anılırdı. Padişah oluncaya dek siyasetle askeri işlerle ilgilenmedi. Adli mahlasıyla yazdığı şiirlerini bir Divan’da toplamıştı.

***

1492-1502 yıllarında çıkan ve pek çok ölüme yol açan veba salgınları, ardından altı yıl süren bir kıtlık toplumsal sıkıntılara sebep olmuş. 1509 yılında İstanbul’da başlayıp 45 gün süren depremde 1070 ev, 109 mescid yıkılmış ve 5000’in üzerinde can kaybı olmuş. İkinci Bayezid deprem sebebi ile Edirne’ye gitmiş. İkinci Bayezid, ilim ve kültüre önem veren bir padişah olduğundan birçok şair ve sanatkarı desteklemiş, bazı ilimlerin ilerlemesine de yardımcı olmuş. Tıp dalında Hekimşah, Matematik alanında Mirim Çelebi onun döneminde önemli çalışmalar yapmış.

İstanbul, Edirne, Amasya, Osmancık, Geyve ve Saruhan’da pek çok hayır eseri yaptırmıştır. İstanbul’da Roma sonrası yapılan ilk su yolu da onun döneminde yapılmış. 20 yüzyıla kadar şehrin su ihtiyacının önemli bir kısmı bu yollardan sağlanmış.

Ayrıca Neşri ve İdris-i Bitlisli ilk kuruluşundan ikinci Bayezid dönemine kadar Osmanlı Devletinin tarihini yazmakla görevlendilirmişler. Tarih yazımının da böylece başlamış olduğu belirtiliyor.

***

İmaretin yıllık masrafları Hici takvimin 354 günü üzerinden hesaplanmakta olup, ramazan ayının 30 günü çıktıktan sonra kalan 322 günün her sabahında paça, pirinç veya dövülmüş buğday çorbası verilmekteymiş. Ramazan ayında ve iki dini bayramda senenin 50 Cuma günü zerde ve pilav pişiriliyormuş. Ramazan gecelerinde ayrıca baklava ve helva yapıldığı ifade edilmiş.

Yıllık nohut alımının 450 kilo civarında olup, yemeklerde ise sadece erkek koyun eti kulanıldığı yazılmış. Meyve, reçel, turşu yapımı için de yıllık 5000 akçe ayrılıyormuş. Ekmek imaretteki fırında hazırlanmaktaymış.

***

Bu medresede tıp eğitimi yapıldığı sadece Eyliya Çelebi tarafından getirilmiş ancak vakfıyesinde buna ait delil olmadığı dile getirilmiş. Darüşşifada usta-çırak eğitimi ile hekim yetiştirilmesi gerek ikinci Bayezid tarafından medreseye vakfedilen kitaplar arasında, Zabire-i Harzamşahi ve Şifaü’l Eskam gibi tanınmış tıp kitaplarının bulunması, burada dini ilimlerin yanısıra, tıp eğitimi yapıldığı düşünülmekte.

Darüşşifalarda hem hastaların tedavisi yapılıyor hem de usta-çırak yöntemi ile hekim yetiştiriliyordu. Bu dönemde sadece Süleymaniye külliyesinde darüşşifanın hemen yanında ayrı bir tıp okulu mevcutmuş. Tıp medresesinde teorik, darüşşifada ise hasta başında uygulamalı eğitim yapılmaktaymış.

***

Bayezid’in külliye medresesine vakfettiği Sahih-i Buhari adındaki altı ciltlik eser ise Muhammed el-Bukhari tarafından toplanmış hadisleri ihtiva eder. Ehl-i sünnet tarafından en güvenilir hadis kitabı olarak kabul edilir.

***

Hastane otelciliğinin ilk uygulamaları sayılabilecek tabhanelerdeki toplam sekiz odada darüşşifada tedavi görüp de nekahat dönemine girmiş hastalar, yolcular, işsizler üç gün kalır ve üçüncü günün sonunda burayı terketmeleri istenirmiş. Kabul edilecek hastalar ise şu şeklide tanımlanmış;

“Hakan şöyle şart etti ki; bu sağlık menzilinde tabipler, tıp kurallarına göre tedavisi mümkün olan, evsiz, yoksul, dermansız hastaları tedavi ederler. Tabipler hastalığı teşhis ettikten sonra hademeye emir verip gerekli hizmeti başlatırlar. Darüşşifadan nimetlenme sebebiyle hastaymış gibi davranan sahtekarları kabul etmeyeler, zenginlere ilaç, macun ve şurup vermeyeler.”

Bir de şifahane kapısı üzerine şöyle yazılıymış; “Sıhhatli olanlar bu ilaçlardan bir kırat alırsa hasta olup Firavun ve Karun’un lanetine uğrasınlar.”

***

Külliyenin masrafları ikinci Bayezid’in vakfettiği mülklerin geliri ile karşılanırdı. Külliyenin idaresi evkafı yönetmekle görevli mütevelli heyeti tarafından yönetilmekteydi. Mütevelli harcamaları yapar, maaşları öder, çalışanları denetler, bakım ve tamir işleri ile ilgilenirdi.

Geliri külliyeye devredilen mülkler ise şu şekilde belirtilmiş;

Meriç ve Arda nehirleri arasındaki bahçeler, Şahadettin Paşa köprüsü altında iki dolap ve bir değirmen, Pir mezid bahçesi içinde üç ev ve bir mutfak, imaret köprüsü altındaki iki değirmen ve çifte hamam, 164 araç saraç dükkanı, tahıl pazarında dokuz dükkan, salhane de 35 dükkan, Şahabettin paşa hamamı, Edirne’ye bağlı 20 köy, Dimetoka’ya bağlı 12 köy, Kızılağaç’a bağlı 12 köy, Filibe’ye bağlı 15 köy, Süzebolu’ya bağlı beş köy, Yanbolu’ya ve Niğbolu’ya bağlı dokuz köy, Gümülcine’ye bağlı 10 köy, Çirmen’e bağlı dört köy, İnoz’a bağlı bir köy

***

Aş defterinde imarette yemek verilen toplam 95 kişi varmış. Ayrıca haftanın belirli günlerinde çalışanlara ve hastalara hizmet veren hamam, diğer günlerde halka hizmet verir ve bunun geliri de külliyenin vakfına aktarılırmış.

Fakat bu hamam ne yazık ki günümüze kadar ulaşmamış.

***

1866 yılında Edirne’de yeni bir hastane açılınca darüşşifa binası akıl hastalarına tahsis edilmiş ve Edirne Bimarhanesi adını almış. Osmanlı-Rus savaşında Edirne’nin işgali üzerine akıl hastaları başka bir yere yollanır. Savaştan sonra onarılan Edirne Bimarhanesi yeniden hasta kabul etmeye başlar. Daha sonra Dr.Mazhar Osman’ın girişimleriyle akıl hastaları başka yere sevk edilir ve böylece bu hastane kapanmış olur.

***

Güzel kokulara da tedavi amacı ile ayrı bir yer verilmiş. Bunun ruha ferahlık verdiği düşünülerek, darüşşifa sabah akşam buhur yakılarak kokulandırılırmış.

Mutluluk için; Portakal, gül, yasemin, kişniş, zencefil ve ıtır / Kızgınlık halinde; Lavanta, bergomat / Unutkanlık için; Zencefil, biberiye, fesleğen / Uykusuzluğa; Lavanta, mandalina, sandal ağacı, ıhlamur / Zihin dağınıklığında; Zencefil, karabiber ve biberiyenin faydalı olduğundan bahsedilmiş.

***

Darüşşifa’da Şuruphane ve macun imalathanesi adı verilen ayrı bir ilaç yapım yeri varmış. Burada haftada iki gün buraya gelen hastalara ilaç dağıtılırmış. Osmanlı hekimleri ilaç yapımında antik uygarlıklardan islam tıbbına mal olmuş yöntemleri kullanmışlar. Tıbbi bitkilerin ve bazı meyvelerin suyu sıkılır, yağları çıkartılırmış. Yöntemler arasında; yakarak kömürleştirme, kireçleştirme, kül haline getirme işlemine de başvuruluyormuş. Mısır ve Sakız’dan da bazı özler getiriliyormuş.

O zamanlarda ilaç üretiminde toz haline getirilmiş bitkisel ve hayvansal tozlar gülsuyu ile yoğrulup haline getiriliyor ve kalıplara dökülerek tablet haline getirilerek hastalara veriliyormuş. Şimdilerde ilaç firmalarının amblemlerinin olduğu tabletlerde o zamanlar şifalı bazı sözlerin yazılı olduğu kalıplar kullanılırmış. “Ya Alimen bi hali aleyke ittikali ( Ey halimi bilen sana güvendim)” / “Amel-i rahatü’l ervah (ruhların rahatlığına) gibi...

kerpetenle diş çekme

Geçmişten bu yana gelen diş korkularımızın sebebinin nerden geldiğini daha iyi anladığımı söylesem yeridir. Osmanlı cerrahları çürük dişleri keskin ilaçlarla parçalayıp çıkarmayı tercih ediyorlar, fayda etmezse kerpetenle çıkarma yoluna gidiyorlarmış. Diş etinde oluşan fazla eti makasla kesip, damakta kalan diş kökünü çıkarırlarmış. Diş ağrıları dindirilemezse dağlama yöntemine başvurulurmuş. Dağlamanın iki türlü yapıldığı yazılmış. Birincisi yağ ile dağlama olup, sığır tereyağını demir kepçede eritiyorlar ve milin ucuna pamuk dolayıp kaynamış yağa batırılarak birkaç kez ağrıyan dişin üzerine konuluyormuş.

İkinci yöntem de , kalın bakırdan veya demirden bir boru alınıp, dişin üzerine bastırılırmış. Dağlama aleti kızdırılıp o borunun içine sokulur ve böyle birkaç kez yapıldıktan sonra hastanın ağzı saf yağ ile doldurulup bir saat böyle bekletilirmiş.

Bazı ustalar da sığır kemiğinden yapılan dişleri, çekilmiş dişlerin yerine koyarlarmış.

***

Göz kapağında oluşan kitlelerde bir iğne yardımıyla, altından at veya sığır kılı geçirilip korneaya yapıştığı yerden neşterle keserlermiş.

***

Sırtta yağ uru olduğunda önce delici bir aletle yumuşak yerine saplayıp yavaş yavaş burarak dibe doğru giderlermiş. Dibe değdikten sonra da çıkarırlar, delici alete sıvı bulaşan sıvının olup olmadığına bakılırmış.

***

Boğaza sülük yapışması, kemik veya başka yabancı cisimler kaçmasına yer verilmiş. Kulak, burun, dudak yarıklarının dikilmesinde ibrişim geçirilmiş iğne kullanılmaktaymış.

***

Bademcik ameliyatı bademciklerin rengi beyaz olursa yapılırmış. Cerrah yardımcısı dile baskı yapar, cerrahta bademciği sınnane ile çekip kesermiş. İki bademcikte alındıktan sonra sirkeli su ile gargara yaptırılırmış. Eğer kan boşanırsa, nar kabuğu ve mersin yaprağı kaynatılmış suyla kanın dinmesi sağlanırmış.

Benim okurken bile başımın dönmesine sebep olan burun içinde et ve geniz etinin tedavisi ise inananılmaz!

Tedavi yönteminin şu şekilde yapıldığı anlatılmış; Burun içinde biten et sınnane (sınnane nedir sözlükte bulamadım. Muhtemelen neşter gibi bir alet olmalı) ile çekilip, kesilir. Buruna sirke veya şarap konur. Hasta koyulan nesneyi hissederse et temizlenmiştir. Hissetmezse geniz deliğinde et vardır. Onlara alet erişmez. O zaman, kalınca bir keten ipliğine sık aralıklarla düğümler atılır, bir ucunu düğme gibi yapıp bir mil ile hastanın burnuna sokulur. İpliğin ucu geniz deliğine varınca hasta burnundan nefes alır ki, ipin ucu ağzının içine girsin. Sonra ipin iki ucunu tutup ileri geri oynatılması suretiyle, iplikteki düğümlerin genizetini temizlenmesi sağlanırmış. Burun deliğine merhemli bir fitil sokulup üç gün bekletilirmiş. Daha sonra kalaydan yapılmış bir alet sokulur ve hasta birkaç gün beklermiş. Kurutucu ilaçlara ihtiyaç duyulduğunda da burun deliğine gümüş veya bakırdan huni gibi bir alet yardımıyla ilaçlar üflenirmiş.

Gezinin ikinci bölümünde tekrar görüşmek üzere...

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi