İşimiz gücümüz elalem ne der?

Seyyal Taner’in bir şarkısı vardı. Sözleri şöyleydi; Hayatın tadına varamıyoruz /
Yaşıyoruz ama anlamıyoruz / Hepimizi sarmış sanki huzursuzluk / Bir şeyler istiyor, yapamıyoruz / Böyle gelmiştir bu, hep böyle gider / Herkes birbirinden durmaz, laf eder, söz eder / Yalan, yanlış, doğru, herkes bir şeyler söyler / İşimiz gücümüz elalem ne der?”
Zamanında Fatih Ürek’in de bir şarkısı vardı; “Elalem ne derse desin, hade hade hadeee.”
Eh, bu şarkıyla dans ederken az bağırmadık o elaleme, “Hade hade hadeeee” diye. Artık ne kadar duydularsa...
***
Bizim ülke insanına bakınca, insanların mutlu olmayı neden kendine hak görmediğini düşünüyorum. Yaşama değil de ölüme odaklanmış zihniyetin, ispatlı bir sürü de emaresi var üstelik.
Örneğin; Evimizin bir köşesinde mutlaka hiç giyilmemiş bir pijama, iç çamaşırı, geceliğimiz, terliğimiz, tertemiz ütülü vaziyette evlerde deprem çantası gibi hazır durur. Ya hasta olup hastaneye gitmek zorunda kalırsak kenarda bulunsun diye,
Bir yere gidilip uzunca bir süre kalınacaksa, ev muhakkak dip köşe temizlenip bırakılır. Ya yolda trafik kazası olursa, başlarına birşey gelirse?! Mazallah, eve baş sağlığına geliler de evi dağınık görürlerse rezil rüsva olunur! Arkalarından “rahmetli de pek bir pasaklıymış” diyerek bir ton laf etmesinler diye,
Bu yüzden senelerce kapısı kapalı salona girişlerimiz engellenmiştir. Orası misafirler içindir. Ayrıca hiç kullanılmamış bardaklarımız, tabaklarımız, çanaklarımız, çatal-kaşıklarımız vardır. Misafir gelince masaya konulur. Onlar gittikten sonra özenle yıkanıp, bir yerlere kaldırılır.
***
Yola çıkmadan çamaşırlar bile değiştirilip, vücut temizliğine son derece dikkat edilmelidir. Ya yolda ölürsek? Cenazeyi almaya gelenlere ayıp olur yani!
Yaşarken belli bir gelire sahipsek, mutlaka kefen parası konulmalı bir kenara. Şimdilerde para para etmediğinden, genellikle bilezik, altın gibi şeyler tutuluyor bu iş için. Sanki bugüne kadar ölen fakirler kefensiz gömülmüş gibi...
Mezar yerimizi yaşarken almayı düşünürüz. Bugüne kadar ortada kalmış mevta gördünüz mü?
Çok gülüp eğlenirsek, bunun iyiye işaret olmadığını, ardından mutlaka bol gözyaşı, üzüntü gelmesini bekleriz.
Diyelim ki bir akşam dağıtmak geldi içinden...Gönlünce dans ettin, içtin eğlendin...Ya yaşına yakışmaz, ya konumuna. Bu kadar eğlenirsen “mutlaka başına gelecek vardır.”
Ve bu başa gelen şey genellikle en kötüsüdür. Çok eğlenmek felaket mi getirir?!
***
Bir de bu “elalem ne der” kısmının çarpıklıkları da var. Gülmezsin, “bu ne nemrut suratlı” derler. Gelin görürler, oynamazsa “aaa, mutsuz kız baksana oturuyor öyle” derler. Çok oynarsa ”bu nasıl gelin, ağlayacağına dansöz gibi kıvırıyor” derler.
Çok kahkaha atarsan, (elalem ahlak kurallarını da kendisi belirlediğinden (!) hafifmeşrep damgasını da vuruverirler.
Kafanı sallama, kırıtmadan yürü, sağa sola niye baktın, “eşarbını yan bağlama” tey teyyy..
Uzar gider...Bunlar hep “elalem ne der” orkestrasının notaları.
***
Bu “elalemler” başka yerlerde çalışıyor mu, yoksa sadece biz de mi yerleşik konuma geçmiş bilmem..
Sonuç olarak;
Bize olan ait hayatın ne kadarını kendimiz için yaşayabiliyoruz? Elalem bizim hayatımızın ne kadarında var?
Hayatını kendi doğrularınla, keyfine göre yaşadığında, toplumsal olarak dışlanacağını mı düşünüyorsun?
Neale Donald Walsch, demiş ki;
“Başkalarının senin hakkında ne düşündükleri konusunda endişe duyduğun sürece, onlar senin sahibindir.”
Bırakın elalem, el de kalsın. Hayat sizin, her anını yaşayın.
Sevgiyle kalın


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Sevim Güney Arşivi