Vicdanları da kalmadı!

Yüzde 99'luk medya desteği troller ordusu bile bu saçma sapan konuşan, yurttaşını küçümseyen kitleyi kurtarmıyor. “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş Albert Camus. Son 21 yılda yaşadıklarımız ve can kayıpları adeta bu sözü doğruluyor. Aslında yine deprem yolsuzluklar ile  başlamak isterdim ne var ki bu canımızı yakan sel felaketi bunların önüne geçti. Erdoğan; afeti felakete çeviren büyük beceriksizliğinin, duyulmasını, görülmesini, konuşulmasını, tartışılmasını, sorumluluğunun ortaya çıkmasını istemiyor. Görevini ihmal ettiğini, savsakladığını, suiistimal ettiğini gizlemeye çalışıyor. Ama gerçeklerden kaçsanız da, gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu var… “Memnuniyetlerinizi Saraya, şikâyetlerinizi Yaradan’a” diyerek ülkeyi yönetemezsiniz. Yetkim çok olsun. Sorumluluğum hiç olsun diyerek bu ülkeyi yönetemezsiniz. İşte size kibir abidesinin ucube saray rejimi…  Depremlerin ağır yıkıma uğrattığı Şanlıurfa ve Adıyaman’da 18 yurttaşın canını alan sel felaketine ilişkin Tarım ve Orman Bakanı Vakit Kirişci bir televizyon programında tepki çeken açıklamalarda bulundu. Kirişci, “Canlarımızı aldı ama diğer taraftan toprak suya kavuştu. Atatürk Barajı’nda su 300 bin metreküp arttı. Bu önemli bir şey” dedi.  Ve bu ibretlik sözleri asla unutmayalım derim Dostlar ! Kandırıldılar affetmemizi istediler.  Ekonomik krizde dolar bozdurmamızı istediler. salgın oldu İBAN verip para istediler.Deprem oldu helallik istediler. Milyonlarca lira bağış toplayıp şimdi de kahvaltılık, çay, şeker, terlik, eşofman istediler. Şimdi bakan çıkmış bunları söylüyor. Sanki 20 küsur yıllımk AKP iktidarının özetini peşpeşe yapıyorlar 

İnanılır gibi değil!
Dostlar; AKP’nin insan yaşamına verdiği değerin özeti budur.  İktidarın rant kültürünün ağır faturasını yine halk ödemeye devam ediyor. Maalesef öyle görünüyor ki buda devam edecek. Acıdır ki felaketten nemalanmaya çalışan AKP dönemi yöneticilerinin vicdanı gün yüzüne vurdu. Bakan Kirişci’nin açıklaması hem insanlık dışı hem de maddi gerçeği yansıtmıyor. Sel felaketi tarıma zarar verdi. Tarıma elverişli bir alan yaratmadığı gibi tarım için de felaket oldu. Şanlıurfa’da; 3 milyon dönüm buğday, 1.5 milyon dönüm kırmızı mercimek, 900 bin dönüm arpa ekili. Bu yağışlar o kadar yüksek geldi ki tarım alanları da sel altında kaldı. O bölgeye moloz dökümü ve tarım alanı üzerine inşaat çalışmaları var. Bakan maalesef bu konulara girmek yerine vicdanları yaralıyor.

Beton ekonomisi
İYİ Partili Turhan Çömez de Kirişci’nin sözlerine tepki gösterdi. Çömez, “Kirişci’nin bu sözleri tam bir AKP klasiğidir. AKP’nin insan hayatına verdiği değerin ve önemin yansımasıdır. Oluşturdukları beton ekonomisi ve rant kültürünün Türkiye’ye faturası çok ağır oldu. Maden faciasında hayatını kaybedenler için ‘Güzel öldüler’ diyen zihniyet, kendini yeniden göstermiştir, Kirişci’ye sormak lazım, 18 cana kaç dönüm toprak suladın? Birkaç ay önce gösterişli törenlerle açtıkları altgeçit insanlarımıza mezar olmuşken, öldüler ama toprak da sulandı diye anlayışı millet yakında tarihe gömecektir” dedi. Bakanın; kuraklığa yönelik önlemlerin yaşama geçirilmesi, sulama planlaması yapılması, sulama yapılan yerlerde maliyetlerin düşürülmesi, çiftçinin desteklerine özelleştirilen elektrik şirketlerin el koymasının önlenmesi, tarım arazilerini koruması, mera alanlarını tarım dışı kullanıma açmaması gibi görevleri var.Tarım alanlarını betonlaşmaya açarsanız su zaten toprakla buluşamaz. Yağmur, şehrin içinde betonda insanların canını alır. Dere yataklarını imara açarsak dereler taşar.

Tencerenin dibini sıyırıyorlar
“Ölçemediğiniz hiçbir şeyi kontrol edemez; kontrol edemediğiniz hiçbir şeyi de yönetemezsiniz.” Depremden sonra, acilen yapılması gereken şeylerden biri de, depremin sebep olduğu ekonomik ve sosyal yıkımın, en doğru şekilde ölçülmesidir. Şunun şurasında, gitmelerine iki ay gibi bir süre kaldı bari bunu yapsalar… Ama nerede bunlarda o sorumluluk duygusu, o liyakat, nerede o devlet terbiyesi… “Benden sonrası tufan” diyerek, bol bol ihale yapıyorlar… Giderayak tencerenin dibini, bir de böyle sıyırmaya kalkıyorlar. Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi; “Allah’tan, kitaptan dem vuranların, ne dediğine değil, ne yediğine bakacaksın.” 21 Şubat ile 7 Mart arasında, deprem nedeniyle açılan ihale sayısı 50’yi geçti. Bu ihalelerde, 48 milyarlık iş dağıtıldı. Bunlar cenazelerimizin daha 40’ı çıkmadan, rant betonunu acılarımızın üzerine, döküyorlar.

Depremin maliyeti 126.3 milyar dolar 
CHP Sözcüsü Öztrak, parti olarak yaptıkları çalışmalar kapsamında depremin ekonomik faturasını 126,3 milyar olarak tahmin ettiklerini belirerek, “Deprem nedeniyle sırtlanacak toplam maliyet 126,3 milyar dolar. Kayınpeder ve damadın bir olup Merkez Bankası arka kapısından buharlaştırdığı 128 milyar doların büyüklüğünü şimdi umarım herkes daha iyi anlamıştır. Milletten çalınan 418 milyar doların geri alınmasının önemi daha iyi görülmüştür"  diye konuştu.

Fiyatlar ortada
Tahminlere göre, deprem nedeniyle, konut ve işyeri kaynaklı hasar, 44,2 milyar dolar. Mobilya, beyaz eşya gibi, ev eşyalarındaki kayıplar, 6,6 milyar dolar. Binek araç kaybı 1,5 milyar dolar. Altyapı, tarım, sanayi, hizmet sektörlerinde fiziki hasar, 24,3 milyar dolar. Üretim faaliyetlerindeki azalma nedeniyle oluşacak kayıp, 13,3 milyar dolar. Yıkım, hafriyat, iaşe, idame için yapılacak cari harcamalar, 18,9 milyar dolar. Beşeri sermaye kaybı nedeniyle uğrayacağımız kayıp, 17,6 milyar dolar. Deprem nedeniyle sırtlanacak toplam maliyet 126,3 milyar dolar… Kayınpeder ve damadın bir olup, Merkez Bankasının arka kapısından buharlaştırdığı, 128 milyar doların büyüklüğünü, şimdi umarım herkes çok daha iyi anlamıştır. Milletten çalınan 418 milyar doların geri alınmasının önemini herkes çok daha iyi görmüştür. Bu paralar, bugün Hazine’nin, Merkez Bankası’nın kasasında dursaydı, depremin yarattığı yıkım, çok daha rahat göğüslenebilirdi.

Çadırları bile yanlış kurdular
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, “O çadırlarda, evleri yanlış yerlere yapılmış, bu yüzden yıkılmış ya da ağır hasarlı olduğu için içine girilemeyen depremzedeler kalıyordu. AFAD, onları, yanlış yere yapılmış çadırlara yerleştirmiş. Akıllanmak, doğrusunu yapmak yok. Acil eylem planı yok. Çadırkentlerin inşa edileceği toplanma alanlarının önceden hazır edilmesi yok. Tam bir beceriksizlik ve liyakatsizlik devam ediyor. Facia üzerine facia, acı üzerine acı, ölüm üzerine ölüm ekleniyor” dedi.

Çadırlar sele kapıldı
Çadırlar sular altında kaldı. O çadırlarda evleri doğru yere yapılmayanlar, evleri zemin etüdü doğru yapılmamış, sağlam zeminlere değil de akışkan zeminlerin üzerine yapılmış ve bu yüzden evleri yıkılmış, oturulamaz hale gelmiş depremzedeler; bu sefer de yanlış yere kurulmuş çadırlarda sular altında kaldılar. Çamur altında kaldılar. Çünkü AFAD’ın başındakilerin depreme hazırlık, depremden korunma ile ilgili eksiklikleri gibi depremzedelerin barındırılacağı alanlarla ilgili de son derece özensiz, hazırlıksız oldukları, gerekli çalışmaları yapmadıkları görülüyor.


AFAD'ın ruhu duymuyor 
Bir çadırkent kuracağınızda, nereye kurulacağının uluslararası standartları belli. Etrafında, üzerine sağlam da görülse yıkılacak yapının olmadığı bir yere kurmak lazım. Yani evin dibine çadır kurulmaz. Deprem bölgesinde de öyle tartışmalar oluyor, olmaz diyenler haklı. Deniz kenarına olmaz, bir sonraki depremde tsunami olur diye olmaz. Dere yatağına kurulmaz, sulak alanlara kurulmaz ama AFAD’ın bu konudan hiçbir haberi yok. Nasıl tsunami tehlikesi olduğunda denizin dibindeki çadırkentin Samandağ’da fotoğrafları hepimizi dehşete uğrattıysa, dün sular altında kalan her bir çadır, AFAD’ın bu konuda da nasıl yetersiz olduğunu gösteriyor.


Dayanacak güç kalmadı 
Bir sel felaketi yaşanıyor. Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya başta olmak üzere deprem bölgesindeki hemen her il tehdit altında.  Bunu milletimiz görüyor, milletimiz değiştirmek zorunda. Bu beceriksizleri götürüp, yerine gerçekten bilime inanan, sadakati yerine liyakatine güvenilen, tam olarak eğitim almış kişilerin bu işi yapması lazım. Ben, hiçbir meslek grubunun eğitimine ve devlette görev yapmasına karşı değilim. Adıyaman Müftülüğü’ne inşaat mühendisi yollarlarsa itiraz ederim. Şanlıurfa Müftülüğü’ne mimar görevlendiremezsiniz. Malatya Müftüsü, şehir plancısı olmaz. Aynı bunların olmayacağı gibi, AFAD’ın en kritik yerlerindekilerin tek vasfı da ilahiyat fakültesi olmak, olamaz. Bunu söyleyince ‘İlahiyata mı karşısın’. Hayır, liyakatsizliğe karşıyız. Eğitimsizliğe, beceriksizliğe karşıyız.

Bu düzen değişmelidir
Valimiz aday oldu . Biliyorsunuz. Milletvekilliğini hak edecek kadar iyi valilik yapıyorsan Hatay’ı niye yalnız bırakıyorsun?  İyi yapmadıysan nasıl böyle bir göreve talip olabiliyorsun? İdari tutarlılık var. Recep Tayyip Erdoğan’ın 100 bin ilan edilen 300 bin Covid vakasını yönetemediği ülkede, 300 bin kişinin öldüğü ülkede, 48 bin depremdeki resmi kaybımıza, son yıl 334 kadın cinayeti, bin 843 iş cinayetine, Soma’da ölen 301 madenciye rağmen ‘İnşallah milletimize mahcup olmayacağız’ diyen biri cumhurbaşkanlığına adaysa, idari tutarlılık gereği Hatay Valisi de milletvekili adayı olur. Bu düzende bu mümkün. Bu düzeni değiştirilmelidir. Numan Kurtulmuş Bey de çıkmış, dün tükürdüğünü bugün yalayan, dürüstlük timsali gibi pozlarla yürüyüp, her türlü olmadık işe bir kisve uydurma çabası içinde. şimdi de çıkmış, ‘Efendim herkesin siyasete girme hakkı var, Hatay Valisi’nin de var filan’. Soru şu, Hatay Valisi kendini böyle bir göreve layık görüyorsa, kendini başarılı bir vali görüyorsa, sizin ona aferin diyeceğinizi düşünüyorsa, niye kişisel ikbal peşine koşuyor, Hatay’ı kendinden niye mahrum ediyor bu dar zamanda. İşini iyi yapıyorsa, Hatay’da devam etsin, ‘Yok kötü yapıyor, istifa etsin diye biz onun önünü açtık.’ Kardeşim görevden alsaydınız, galiba siz ona dokunulmazlık vermek istiyorsunuz. Bizim de sizin de bildiğiniz ve ortaya çıkmak için an kollayan gerçeklerin, ortaya çıktığında, örneğin iktidar değiştiğinde bu valinin dokunulmazlık altında olmasında fayda görüyorsunuz öyle mi? İktidar değişimine olan inancınızı taktir ediyorum ama bu davranış hiç hoş bir davranış değil.


49 bin can gitti
Kahramanmaraş depremlerinde, 49 bin 448 yurttaşımızı kaybettik. Cenazelerimizi kefensiz, kırklı, ellili sıralarla, toplu mezarlara, yan yana gömdük. Kaybettiklerimize, üçünde, yedisinde mevlit bile okutamadık. Binlerce anne, baba, evlat, kardeş, eş… Toprakla buluştu. Artık ne diyeceğimizi, ne söyleyeceğimizi bilemez hale geldik. “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkasının acısını duyabiliyorsan, insansın.” Başkasının acısını duymayıp, acı duyanlara, hakaret ediyorsan, tehdit ediyorsan, küfür ediyorsan, ayıptır günahtır.

Afet denince asker ve Kızılay 
Bu ülkede afet denince öncelikle akla gelen iki kurum vardır. Biri Türk Silahlı Kuvvetleri, diğeri ise Kızılay… Bu ucube rejimde diğer tüm kurumlar gibi, bu ikisi de, Erdoğan’a bağlı… İşine geldiği zaman Erdoğan, “Ordunun Başkomutanı benim”, “Kızılay, benim himayemde” diyerek, böbürleniyor. Ama ne zaman ihtiyaç olsa, hudutsuz yetkilerini kullanmayı, bir türlü beceremiyor. Milletimiz enkazın altında, 48 saat boyunca, “Sesimi duyan var mı?” diye bağırarak, soğukta can çekişirken, Mehmetçiğimizi enkazın başına zamanında göndermedi.Enkazdan kurtulanlar, “Kızılay nerede?” diye feryat ederken, Kızılay çadır kurmak yerine, çadır sattı. Bu kurumların sorumlusu Erdoğan, ne yaptı? Vatandaşlarımıza “Be ahlaksız, be namussuz, be adi…” diyerek, küfür etti.

Görevi ihmal savsaklama
Erdoğan; afeti felakete çeviren büyük beceriksizliğinin, duyulmasını, görülmesini, konuşulmasını, tartışılmasını, sorumluluğunun ortaya çıkmasını istemiyor. Görevini ihmal ettiğini, savsakladığını, suiistimal ettiğini gizlemeye çalışıyor. Ama gerçeklerden kaçsanız da, gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu var… “Memnuniyetlerinizi Saraya, şikâyetlerinizi Yaradan’a” diyerek ülkeyi yönetemezsiniz. Yetkim çok olsun. Sorumluluğum hiç olsun diyerek bu ülkeyi yönetemezsiniz. İşte size kibir abidesinin ucube saray rejimi…  Erdoğan Kırıkhan’da, “Her türlü gayreti göstermemize rağmen, eğer sıkıntılar yaşadıysanız, bize düşen, sizlerden helallik istemektir” diyor. Hazreti Âdem bile, cennetteki hatası için nedamet getirdi, Allah’tan af diledi. Ama gel gör ki, cennetten kovulmaktan da kurtulamadı… Erdoğan şimdi çıkmış. İstifayı aklına bile getirmeden, milletten helallik istiyor. Zamanında almadığınız tedbirler yüzünden, 49bin 448 vatandaşımızı o da şimdilik yitirdik. Mehmetçiklerimizi, ilk anda sahaya göndermediğiniz için, insanlarımız enkaz altında, donarak, bağıra bağıra öldü. Himayenizdeki Kızılay, çadır kurmak yerine… Çadır sattı. Şimdi sorumluluğunuzun gereğini yerine getirmeden, istifa etmeden, aziz milletimizle nasıl helalleşeceksiniz?

Kul hakkıyla ödeşmeden olmaz
Haksızlığa uğrayana hakkını vermeden helalleşme olmaz. Ahirette, yaptıklarınızın ve yapmadıklarınızın hesabını, Yüce Allah’a elbette vereceksiniz. Ama milletten helallik istiyorsanız, bu öyle meydanlarda kuru gürültü yaparak olmaz. Deprem bölgesinde, enkaz altında beş gün boyunca, saçlarını yola yola ruhunu teslim eden eşine, acılı ağıtlar yakan Adıyamanlı Murat Uluçay’ın, yaşlı gözlerinin içine bakın. İsteyebiliyorsanız ondan helallik isteyin. Hatay’da annesini, babasını kaybeden, “Boğazımdaki düğümü çözemiyorum. Kalbimdeki acıya ilaç bulamıyorum. Üç gün boyunca enkaz altında kalmalarını, kabullenemiyorum” diyerek, gözyaşlarını akıtan, Emel Güneş kızımızın yanına gidin. Gözlerinin içine bakın, ondan helallik isteyin. Bakalım istediğiniz helalliği alabilecek misiniz? İlk 48 saatte görevinizi alenen ihmal ettiniz. Savsakladınız. Suiistimal ettiniz. Bu nedenle insanlarımızın, eşini, anasını, babasını, kardeşini, çocuklarını kaybetmelerinin sorumluluğunu almak zorundasınız. Haksızlık edenden, haksızlığın hesabını sormadan, kefaretini ödetmeden, helalleşme olmaz. Mağdur olanın, mağduriyeti tazmin edilmeden, helalleşme hiç olmaz. Helalleşme, mazluma zulmeden, zalimle hesaplaşmadan katiyen olmaz…

Ağlama değil çözüm bulma zamanıdır 
İçişleri Bakanı ise depremin üstünden geçen haftalara rağmen daha geçen gün çıkmış, “Kahvaltı veremediğimiz yerler var, hayırsever vatandaşlarımızdan kahvaltılık ürün, çay ve şeker istiyoruz” diye, ağlıyor. “Terlik, eşofman, iç çamaşırı da yok” diye, vatandaşlarımızdan talepte bulunuyor. O koltuklar ağlama değil, çare bulma makamıdır. Ağlamayı bırakacaksınız işinizi yapacaksınız. Yapamıyorsanız da o koltukları terk edeceksiniz. Ama bunlar hem işlerini doğru dürüst yapamıyor. Hem de iş yapana, kara çalmaya kalkıyorlar. AK Partinin Genel Başkan Yardımcısı Özhaseki hiç utanmadan, sıkılmadan, yara sarmak için muhalefet tarafından yapılan bu ziyaretlere, “Turistik gezi” diyor. Ne diyelim, kişi kendinden bilir işi… Bunların gözleri var, görmez. Kulakları var, duymaz. Çünkü kalpleri millete karşı mühürlü. 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi