Bu nasıl memleket; ekmek bulamıyorsunuz...

Sağlıktan ekonomiye, ekonomiden siyasete aslında gündem geçşm derdi ile can sağlığımız arasına sıkışmış durumda. Ancak milyonlar limon gibi sıkılıp ezilirken bazı siyasilerin bakanlık koltuklarında konuşlanan kimilerinin yorumları ve uyarıları akıl almaz bir hale geldi. O kadar ki "Ekmek bulamazsanız pasta yiyin" diyorlar. Bizim paramızla bize hava atıyor. Tepeden bakıyorlar.Büyk çoğunlukta bu durma aval aval bakıyor sanki. Yoksa bu kadar fütursuzca açıklamaları kimse yapamaz. Burada bir es verip güncel konumuza dönem isterim. Büyük kentler başta olmak üzere hızla artış gösteren Covid-19 belası ile mücadelede gelinen noktaya bakalım.
Arkadaşlar; 3 Ekim 5 Kasım tarihleri arasında Sağlık bakanlığı verilerine göre toplam 1517 yurttaşımız Covid-19 belasından can verdi. Bu arada toplam 192.957 kişi daha Corona virüse yakalandı.Yani ortada aşı dışında değişen hiç bir şey yok ama aşı hiç olmazsa bir kesimi koruma görevini yerine getiriyor. Buna önlemi yine yurttaşın kedisinin alması gerekiyor siyasetten iktidardan çözüm beklerseniz daha çok beklersniz diyeyim gerisini siz tamamlayın. Sağlık öyle de ekonomi nasıl?
İnsan gerçekten merak ediyor. Şaşkınlık ve ne yaptığını bilmezlik hali içinde hata yapabilmek, insani bir durumdur. Ama hatanın sadece yapanın kendisini ilgilendirmesi ya da sadece kendisine zarar verebilmesi ile başkalarına zarar vermesi ve hatta başkaları ile dalga geçer hem de haysiyetine dokunacak şekilde hakaret eder hale gelmesi ayrı bir durumdur.
Ekonomik felaketin, buhran seviyesindeki krizin derinleştiği şu günlerde, ülkeyi yönetenlerin ve onların yandaşı-yardakçısı-beslemesi konumundakilerin ağızlarından çıkan her şey, artık bu kategoriye girmeye başladı.
Peygamber’in hadislerine atıfta bulunarak “Efendimiz, zaten midemizin üçte birinin boş kalmasını buyurmuşlardı” diye insanlarla alay eden mi istersin? “Kurumuş bayat ekmekleri ziyan etmeyin, değerlendirin” diye sözüm ona “füzyonik” yemek tarifleri veren mi istersin?
Enerji faturalarının giderek daha acımasız ve “can acıtıcı” hale gelmesi karşısında insanların karşısına geçip “Kombinin ayarını biraz kısın. Bir ampul az yakın. Yemeği kısık ateşte pişirin” diye akıl veren mi ararsın?
Kamikaze bombardımanı gibi peşpeşe yağan zamları “Minicik minicik yapıyoruz. Çok acıtmıyordur yahu… Abartmayın” mealinde konuşup insanları iyice salak yerine koyanlar mı istersin?
Seç beğen al.
Bir de bütün bunlar yetmiyormuş gibi, “Cumhurbaşkanı’nın sağlığı ile ilgili söylentiler dolaşıyor. Acaba ne olmuş?..” diye haklı olarak merak edenleri, adeta “vatan haini – terörist – anarşist” ilan ettiler.
Sanki bu ülkeyi yöneten ve 84 milyon vatandaşın her biri ile ilgili çok önemli – hayati kararlar alma konumunda bulunan en güçlü kişinin sağ mı, salim mi, hayatta mı, akıl ve fiziki sağlığının yerinde mi olduğunu merak etmek suçmuş gibi.
Bir tek buyruğu ya da bir tek imzası ile her birimizin hayatını doğrudan etkileme gücüne sahip bir kişinin, sağlıklı düşünüp sağlıklı karar verebilmesini dert edinmek, niye suç oluyormuş, hanımlar beyler?
Sanki bunun cevabı, hamasi gövde gösterileri ve sloganlar eşliğinde alelacele TV ekranlarına koşturulan, gazete manşetlerine taşınan “Dimdik ayakta. Çatlayın patlayın” mesajlarıymış gibi.
Yapacağınız şey, ya canlı yayında kendilerinin “bizzat zuhur ederek” söylentileri yalanlaması ya da güvenilir bir raporla, “neyi varsa ya da yoksa” açıklanması ve vatandaşın ikna edilmesidir.
Siz ne yaptığınızın ve aslında zaten omuzlarına hep birlikte insafsızca ağır bir yük yüklediğiniz “Şahsım”ın kendisine zarar verdiğinizin farkında mısınız?
 

Ekonomik sorunlar nasıl aşılır?
Ekonomiye ilişkin haberler ve bu haberlerin nasıl sunulduğu, nasıl yorumlandığı, ideolojik tercihlerden, politik tutumlardan bağımsız değildir.
Örneğin, iktidar; Türkiye’nin ihracat rekoru kırdığını, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, eylül ayında, 20 milyar dolardan fazla ihracat yapıldığını açıklarken, hayata emekten, eşitlikten, ezilenden yana bakanların aklına hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk gelir. Örneğin, iktidar; 2021’i yüzde 9’u aşan büyüme oranıyla kapatacağımızı söylerken, ekonomide kamuculuğu, planlamayı, halkçı ve devletçi uygulamaları savunanların aklına yüksek döviz kuru, yüksek faiz, yüksek işsizlik, yüksek dış borç gelir. Örneğin, iktidar; herkesin elinde cep telefonu, altında arabası olduğunu savunurken, solcuların, Atatürkçülerin, Cumhuriyetçilerin aklına, büyüme rakamlarından ziyade kalkınmanın niteliği, sürekliliği, vergi adaleti ve gelir dağılımındaki uçurum gelir.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Lakin ekonominin sayılardan, istatistiklerden ibaret olmadığını da biliriz. Çünkü özünde konuştuğumuz, üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileridir. Kaynağı toplarken ve dağıtırken neleri, kimleri, hangi sınıfları öncelediğimizdir.
 

24 Ocak kararlarını sıkı uygulayıcıları
Merkezin sağında ve solunda, liberal ve sosyal demokratlar arasında, milliyetçilerden muhafazakârlara, onlardan da kimi sosyalistlere uzanan geniş bir yelpazede hayranı çok olan Turgut Özal’ı, mimarı olduğu 24 Ocak Kararlarıyla anımsarız. 12 Eylül darbesinin getirdiği siyasi yasakları savunmasını, Nakşibendiliğini övünerek anlatmasını, “Federasyonu da tartışmalıyız” demesini, Körfez Savaşı’na ülkemizi sokma çabasını, ABD hayranlığını, aile fertlerinin siyasetteki etkisini, ticaretteki girişimciliğini de unutmayız elbette. Yaşadığımız yapısal sorunların temelinde, 24 Ocak Kararlarının etkisi büyüktür. Zaten o günden bu yana ülkemizi, farklı siyasi partiler fakat tek bir ekonomik program yönetmektedir. Sürecin zirvesi ve en gözü kara uygulayıcısı da AKP iktidarıdır.
 

Ne rekabet ne tam serbestçilik
Özal ve takipçilerinin dilinden düşmeyen “rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi”, ne tam rekabet ne de tam serbestlik getirmiştir. Özal döneminde ve sonrasında, iktidara yakınlığıyla bilinen belirli sermaye grupları öne çıkmıştır. İktidarlar, kendi zenginlerini yaratmışlardır. Cumhurbaşkanın, başbakanın, maliye bakanının, dışişleri bakanının uçağına hangi sermaye grupları, hangi patronlar bindiyse, ekonomi politikalarını da dış politikayı da onların öncelikleri belirlemiştir. Devletin havayolu şirketi, uçuş noktalarını, yeni güzergâhlarını bu önceliklere göre saptamıştır.
Liberal, neo-liberal politikaları savunanlara göre, devlet piyasaya müdahale etmemelidir. Piyasa serbest olmalı, devlet buna güvence vermelidir. Ekonomik krizlerin sebebi, devlettir. Gelişmekte olan ülkeler, IMF ve Dünya Bankası programlarını örnek almalıdır. Devlet sınırlandırılmalı, özelleştirmeler hızla yapılmalıdır. Sendikaların etkisi azaltılmalı, emekçilerin kazanımları budanmalı, ücretler baskılanmalıdır.
Yaşadığımız gerçekler, hele de salgın hastalık sonrasındaki tablo, bu politikaların ne kadar yanlış, temelsiz olduğunu bir kez daha göstermiştir. Çözüm; toplumcu, kamucu, halkçı politikalardır. Üretim ekonomisidir. Planlamadır. Bütüncül kalkınmadır. Bunun için de Cumhuriyetçi bir silkiniş ve kararlılık gerekir.
 

Mesele tek adamın ‘sorumsuz’ olması!
Kılıçdaroğlu demiş ki; ‘Cumhurbaşkanı adayı olmak için rapor yazıp getirenler, özgeçmişini bırakanlar var’. Medyada yeteri kadar ilgi görmedi ama bence yılın haberi…
Özgeçmişle Cumhurbaşkanı adaylığına talip olmak!.. Nasıl açıklanır? Özgüven patlaması denilebilir mi? Ülkeye yönetmenin atla deve olmadığını mı düşündüler? Yoksa birilerinin Saray’da biraz da ben yaşayayım talebi mi?
Ama gülüp geçmemek lazım. Yabana atmamak lazım. Birileri ülkenin ana muhalefet partisi liderine rapor yazıp, özgeçmiş bırakıp beni cumhurbaşkanı adayı gösterin diye başvuruyorsa üzerinde düşünmek lazım. İsterseniz şöyle bir bakalım…
İşin zor tarafı da var kolay tarafı da…
Zor tarafından başlayalım. Koca bir ülkeyi bir kişinin tek başına yöneteceksiniz. Büyükelçi seçiminden, vali atamasına, büyükelçi tayininden, bakan yardımcısı belirlemesine, kadar… İl emniyet müdüründen ilçe emniyet, milli eğitim, sağlık müdürüne kadar binlerce kişiyi seçeceksin.
Seçimin liyakat esasına dayalı olacak.
Doğru insanları doğru yerlere atayacaksın.
Dış politikada hem komşu ülkelerle cebelleşeceksin hem dünya siyasetinde söz sahibi olmaya çalışacaksın hem de yaptığın işin sonucunu alacaksın.
Rusya bi dert, ABD başka dert, Avrupa Birliği zaten dert. Suriye’si var, Irak’ı var, Afganistan’ı var, göçmenleri var, IŞİD’i var, PKK’si var.Var oğlu var. Çok fazla mesai ister. Ülke içinde her gün onlarca karar alınıyor, yüzlerce de diyebiliriz. Onlara imza atacaksın. Saatler alır!..
Ülkenin geleceğine yönelik yeni projeleri dinleyeceksin, beğendiklerine onay vereceksin.Güvenlik meselesi var. Terörle mücadele var. Savunma Sanayii var. Başka karar verici yok.
Tek yetki tek imza sende. Kaymakamlar bile senden sorulur.Ya ekonomi, yatırımlar.Kimin hani ihaleyi hangi şartlar da alacağına karar vereceksin. Kupon arazilere bile. İhaleleri başı boş bırakmaya gelmez. Hepsi zapt-ı rap altında olmalı.
Bir de işin faiz/ kur tarafı var. Faizi, döviz kurunu belirleyeceksin, enflasyon hedefi koyacaksın, hayat pahalılığıyla uğraşacaksın. Parti de önemli. İl, ilçe kongrelerine gitmen lazım. Kimin il ve ilçe başkanı olacağını kimlerin yönetim kurullarında yer alacağını belirlemen lazım. O isimleri tanıman lazım. Görüşmen lazım. Partiye yön vermek için sık sık genişletilmiş il, ilçe, kadın kolları, gençlik kolları başkanlarıyla toplantıları düzenlemek lazım. Genel Merkez’e hakim olmak için yardımcılarınla bir araya gelmen onlara talimat vermen lazım.
Lazım da lazım daha çok şey lazım.
Mesela partinden olmayan belediyelerin faaliyetlerini engellemek için elinden gerekeni yapman lazım. Tuzaklar kurman lazım.. Haa bu arada kamu bankaları var. BOTAŞ var, Türk Petrolleri, THY , PTT, Çaykur, Telekom, Türkcell, Türksat, Eti Maden gibi onlarca kurum var.
Varlık Fonu Yönetim Kurulu Başkanı olarak bunlarla da uğraşman gerekir. Bu alana da mesai ayırman lazım. Gün 24 saat değil 72 saat olsa yetmez… Görevin zor tarafı bu.
 

Kolay tarafları da var!
Kolay tarafı ise aldığın hiçbir karardan, yaptığın hiçbir icraatından, verdiğin hiçbir emirden sorumlu değilsin. Kimse sormuyor, sorgulayamıyor. Karar ver, dene olmadı mı vazgeç, başka yolu seç, o da mı olmadı üçüncü yola gir. Anayasa’ya göre Meclis bile soru soramıyor…
Anayasa’ya göre yasama organı yürütmeyi denetleyemiyor. İstediğini yap, al alma, ver verme, sat satma karışan yok. Misal diyeceksiniz..
Onlarca örnek var da
Bir ikisiyle yetineyim.
Dünyada ikiz kulelerin vurulmasıyla başlayan bol para dönemi bitince bizim ekonomi tökezlemeye başladı. Daha doğrusu çuvalladı.
Faizi yüzde 24’e kadar çıkararak enflasyonu ve kuru dizginlemeye kalktılar. Sonra Anayasa göre bizi tek başına yöneten zat bu yanlış dedi; faiz sebep enflasyon sonuçtur tezini ortaya attı. Merkez Bankası Başkanı’nı kovdu, yenisi faizi hızla aşağıya indirdi. Enflasyon da aynı hızla inmedi üstüne üstlük döviz kuru patladı. Merkez Bankası piyasaya para satarak kuru tutmaya çalıştı. Bu uğurda 125 milyar dolar harcadı. Merkez Bankası’nın kasasında kendi parası kalmadı.
Bunca paraya rağmen döviz kuru yine patladı. O Merkez Bankası Başkanı da kovuldu. Maliye Bakanı da istifa etti. Yenileri geldi. Haydi, faiz yine yükseltildi. Yüzde 19’lara çıkarıldı. Amaç kura hâkim olmak ekonomiyi soğutarak enflasyonu düşürmekti.
Saray beğenmedi. O da gece yarısı gitti. Yerine gelenin ne dediği ne yaptı belli olmadı. Piyasaya sürekli yalan söyledi. Sonuçta kuru (dolar/Euro) serbest bıraktığı, enflasyonla mücadeleden vazgeçtiği ortaya çıktı. Sorum şu: Bu üç, hatta dört farklı politikayı aynı kişi uyguladı. Deneme yanılma yöntemiyle…
 

Ne yaparsan yap sorumluluğun yok
Bu sebeple bu ülkeyi yönetmek kolay. İstediğini yap sorumluluğun yok!
İhalelerde de öyle. Hesap etmişler 13 şehir hastanesine 2024 yılına kadar ödenecek kira ile benzer 59 hastane yapılabiliyormuş. Bu parayı neden saçtınız diye hesap soruluyor mu?
Daha kaç örnek vereyim. Verilen garantinin yüzde 90’i bile gerçekleşmeyen Zafer Havaalanı’nı mı anlatayım, daha uçak inmeyen yine yolcu garantisiyle yapılan Balıkesir havaalanından mı söz edeyim.
Ölür biteriz, beka meselemiz, hava savunma sistemimiz yok acil koduyla 2.5 milyar dolara alarak hangara kilitlediğimiz S/400 füzelerini mi söyleyeyim. Çok uzattım. Sayfalarca örnek verilebilir.
Sözün özü şu. Ülkeyi böyle yönetiliyorsa tabii yüzlerce hatta binlerce kişi talip olur.
Kafana göre takıl
Kafana göre takıl, ruh haline göre karar ver, hazinenin parasını kendi paran gibi harca, Uçaklar al, araçlar al, saraylar yaptır; ne karışan var ne hesap soran. Osmanlı padişahları bile bu kadar rahat değildi. Mesele tek adamın sorumsuz olması. Sorgu sual edilememesi. Aldığı her karardan, yaptığı her icraattan sorumlu olsa o makama aday olmak için özgeçmiş bırakan zor çıkar
Faturayı yine halk ödüyor
Türkiye’deki ekonomik kriz iktidarın yanlış ekonomi politikası nedeniyle her gün biraz daha derinleşiyor. Ülke kaynaklarının iktidarın tercihine uygun olan etrafındaki bir avuç sermaye grubuna aktarılmasının, bu aktarım sırasında siyasetin finansmanı adı altında bir bölüşüm mekanizmasının işlemesinin faturasını dar gelirli halk ödüyor.
 

Zengin daha zengin yoksul daha yoksul
İktidara yakın bir çevre, hazine kaynaklarından dövizle garanti edilen ancak hukuka, hesaba, kitaba sığmayan ihaleler ve fahiş fiyatlandırmalarla zenginliğine zenginlik katıyor.
Son dönemde, devlete rüşvetle yüksek fiyattan mal satma iddialarından, bazı devlet görevlilerin de dahliyle ülkenin uyuşturucu cennetine dönüştüğüne, rektörlerin üniversitelerine eş, dost, akraba yerleştirip, koruma görevlilerini, sekreterleri akademik kadroya atamalarından, kara para aklama faaliyetlerine kadar iktidara güveni sarsan haberler birbirini kovalıyor.
Ancak siyasi veya bürokratik yetkililerden hiçbiri bu iddiaları üzerine almıyor, kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapmıyor.
Merkez Bankası’nın siyasi direktifler nedeniyle yanlış kararlar almasıyla Türk Lirası’nın değeri hızla düşüyor. Ücreti veya geliri Türk Lirası olan vatandaşların satın alma gücü hızla eriyor. Doların yükselmesiyle, gıda başta olmak üzere enerji ürünlerine iki üç günde bir zam geliyor. Ekim ayında gelen elektrik faturası ocak ayında gelen faturaya göre yüzde 60 civarında daha yüksek. Aynı şekilde doğal gaz faturaları da her ay artıyor. Döviz artıkça iğneden ipliğe her ürüne zam geliyor.
Hayat pahalılığı tahammül edilemeyecek bir düzeye geldi.
Dar gelirli veya işsiz vatandaşlar pazarlardan daha çok artık toplamaya başladılar. Sabit geliri olanlar market market gezip en ucuzu bulmaya çalışıyorlar.
Asgari ücret 2 bin 825 lira ancak açlık sınırı 3 bin100 lira. Çalışanların önemli bir bölümü asgari ücret veya asgari ücretin biraz üzerinde maaş alıyor. Asgari ücret ortalama ücrete dönüşmüş halde.
Vatandaşın temel sorunu geçim derdi.
Her ne kadar iktidar sözcüleri ABD’de, Avrupa ülkelerinde rafların boş olduğunu, yiyecek bulmakta sıkıntı çekildiğini, benzin bulunmadığını ancak Türkiye’de bolluk bereket olduğunu söyleseler de gerçek böyle değil. Türkiye’de vatandaş ne yaşadığını, nasıl geçinmeye çalıştığını biliyor.
Bu ekonomik tablo iktidarın başarısızlığıdır. Başarısızlığın temel nedeni kötü yönetimdir. Genel olarak sermayeyi özel olarak ise yakın çevresinde zenginleştirdiği sermayeyi koruyan, faturayı ise fakir halka çıkaran iktidarın ekonomi politikasıdır.
Pandemi sürecinde ekonomide oluşan gerilemeyi Avrupa ülkeleri sosyal devlet politikasıyla aşmayı başardılar. Esnafa, dar gelirliye, işsize milyarlarca euroluk kaynak aktardılar. Halkın faturalarını ödediler, vergi indirimine gittiler. Bazıları enerji üzerindeki vergiyi sıfırladı.
Buna karşın Türkiye, pandemi döneminde kepenk kapatanlara, işini kaybedenlere ciddi miktarda ve sürekli bir yardım yapamadı. Sosyal devlet ilkesini uygulayamadı.
Buna karşın Millet İttifakı’nın adayı olarak seçilen CHP’li belediye başkanlarının sosyal belediyeciliği başarıyla uyguladıkları görüldü. Bir yandan belediye kaynaklarını pandemiden olumsuz etkilenen, işsiz kalan kesimlere aktararak bu kesimlerin krizi atlatmalarını sağladılar. Diğer yandan sosyal dayanışma anlayışı içinde, kimsenin onurunu kırmadan “askıda fatura,” “komşunun bakkal borcunu kapat” gibi kampanyalarla maddi durumu iyi olan vatandaşların iyi olmayan vatandaşlara yardımcı olmasını sağladılar. Kimin kimin borcunu ödediği ortaya çıkmadan, siyasi reklam aracı yapılmadan ekonomik ve sosyal yaralar elden geldiğince sarıldı.
Sosyal belediyecilik anlayışı muhalefet açısından bir iktidar modeli de ortaya çıkardı. Muhalefet bu modelle iktidara talip.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu; Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Adana, Mersin, Antalya gibi büyükşehirlerde belediyelerin uyguladığı bu modeli iktidarın da uygulaması gerektiği çağrısında bulundu.
İktidara, acilen bir Kara Kış Fonu kurulmasını ve bu fondan geçinme zorluğu çeken, kirası, elektrik, doğal gaz faturasını ödeyemeyen, kömür alamayan ailelere yardım yapılması gerektiğini savundu.Ancak iktidar bu öneriye kulağını kapadığı gibi gıda ürünleri, elektrik, doğal gaz, benzin, motorin, mutfak tüpü birkaç günde bir zamlanıyor.
İktidar yanlısı yayın organları zamları haber yapmıyor. Yok sayıyor. İktidar da kendisi değil de marketler sorumluymuş gibi onlara ceza keserek göz boyuyor.
Kılıçdaroğlu, belediyelerin Kara Kış Fonu benzeri bir uygulama yapacaklarını şu sözlerle açıkladı. “CHP'li belediyelerin olduğu yerlerde, Kara Kış Fonu benzeri bir çalışmayı büyük ölçüde tamamladık. Bir vatandaşımız, doğal gaz, elektrik faturasını ödeyemez noktaya gelirse belediyelerimiz devreye girecek. Onların yapmadığını biz yapacağız. Gönül isterdi ki biz iktidar olalım, bütün Türkiye'de sıkıntı ile karşı karşıya olanlara biz yardım edelim.” CHP’li belediyeleri başarılı kılan bu yaklaşım ve uygulamalardır. Seçimde iktidarı en çok zorlayacak olan da budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi