Gülecek hal bırakmadılar

TÜRKİYE'nin kaderi bu olmamalı aslında ama iktidarın hatalarının, ekonomiyi  batıranların derdine derman yine garip gureba oluyor. Nasıl mı derseniz; yıllardır AKP iktidarı boyunca  yoksul halktan toplanan vergilerin devlet eliyle zenginlerin cebine akıtıldı. Bu da hala devam ediyor.  Mevduat sahiplerine ödenen kur garantisin bir kamu harcaması değildir. Bu nedenle vatandaşın vergisinden ödenememesi gerekir ama bunu yapacak muhalefet nerede, iktidar ise  işin keyfinde. Dostlar ! Aslına bu ülkenin yurttaşı olmasak keyifli, hiç güldürü oyunlaına para vermeye bile gerek yok ki. Biri jelibon rezervi bulundu der.Biri uçağa kafa atti şehit oldu der. Maliye ve Hazine Bakanı Nebati ekonomiyi gülerek karşılar. Gözümdeki ışıltıya bakın der. Çok komedyeni olan bir siyasi iktidar var ama ama bizde gülecek hal kalmadı.

Türkiye'de vergilerin hem toplanması hem de harcanması sırasında gelir dağılımının daha da bozulduğu bir gerçektir. Türkiye'de ne yazık ki vergi yükü yoksullar üzerinde oluşuyor. Çünkü vergilerin yüzde 70'i dolaylı yoldan, direkt gelirle bağlantısı olmayan yoldan toplanıyor. Her adım attığımızda vergi ödüyoruz. Doğalgazı, elektriği yoksul da kullansa, zengin de kullansa aynı vergiyi ödüyor. Enflasyon yükselince fiyatlarla birlikte halkın ödediği vergi de artıyor. Halk daha fazla yoksullaşırken devlet zenginleşiyor. Halbuki asıl vergileme kazanç üzerinden yapılmalıdır. O da ayrı ama bizde nerede bunu düşünecek ekonomist siyasetçi. Bizim anladığımı Nas ve Pas ama sonunda geldiğimiz nokta ise acı ama gerçek iflas...

Türkiye büyüyormuş!

Bakan Nebati;”Türkiye büyüyor”diyor. Bakın İşte büyüyenler; Enflasyon büyüdü, dolar büyüdü, cari açık büyüdü, halkın borcu büyüdü, işsizlik büyüdü, borç büyüdü,faiz yükü büyüdü, ithalat büyüdü. Ama ekmek küçüldü. Hergün daha da yoksullaşmaya devam ediyoruz. Ancak  bu işin kaymağını yiyenlerden bir Bdorum'da koy alır.Biri ABD'de çiftlik diğeri gemicikler alır.Bir başkası marina alır.Kimileri tez bile yazmadan profesör ünvanı alır. Alırı mı ? alır. Size ne. Biri altın madeni buluır. Sonra bunları desetkeleyenler ise markete 25 kuruş poşet parası vermemek için yanına poşet alır.

Yoksulluk aldı başını gitti

Ne yazık ki halkımızın çok büyük bir kesimi, son birkaç aydır özellikle Aralık 2021'den bu yana bir yoksullaştırma süreci yaşıyor. Özellikle vurguluyorum yoksullaşma değil 'yoksullaştırma'..Siyaset biliminde şöyle bir kuram vardır: Yoksullaştırılan, çaresizleştirilen, ezikleştirilen, seçeneksiz bırakılan insanlar kendilerine bu eziyeti, bu zulmü yapanların eteklerine yapışırlar. Stockholm sendromu diye bir sendrom. Kendine işkence ve eziyet yapanlara aşık bile olabiliyor hatta tapabiliyor bu sendromu yaşayanlar. Dolayısıyla Türkiye'de hala bunca korkunç yoksullaştırıcı zulüm politikalarına karşın, iktidar oylarının dörtte bir dolayından aşağıya inmeyişini bu kurama dayalı açıklayabiliriz.

Garibin vergisi

zengine ilaç oluyor

Kurdaki artışla birlikte halktan toplanan vergilerden kamu özel işbirliği (KÖİ) projelerine daha fazla para aktarılıyor. KÖİ yetmiyormuş gibi bir de halkın parasının mevduat sahiplerine garanti olarak ödenmeye başladı. Bakın Dostlar!  Ayşe teyzeden, Mehmet amcadan vergiyi topla, git mevduat sahibine öde. Herhalde biz bu konuda dünyada tekiz. ABD faizi artırdıkça kur daha da yükselecek, vatandaşın cebinden mevduat sahiplerine daha çok para akacak. Üstelik kamu harcaması olmadığı için bu ödeme yasal da değil.

Aktardığın para

kimi zenginleştiriyor?

Kamu harcamalarında şeffaflık ve hesap verebilirliğin kritik önem taşıyor. Bu iki unsurda da büyük eksiklikler yaşandığı da gözden kaçmıyor. Bütçe harcamalarının yeterince denetlenemediği , Sayıştay raporlarının eksik geldiği, ihalelerin yasa dışına çıkılarak yapıldığını ortamda  verginin toplanması da harcanması da gelir dağılımını değiştiriyor. Hiçbir harcama için ‘Ben yaptım, kime ne' denilemez. Aktardığın para kimi zenginleştiriyor? Parayı kimin için harcıyorsun? Halkın önceliğine göre harcamak ve hesap vermek temel kural. Kesin hesap komisyonu muhalefetin liderliğinde oluşmalıdır.

Mahalleler ‘küçük

Şam’a dönüştü!

Bu ülkede dert bina tane. bakın Meclis Göç ve Uyum Alt Komisyonu'nun hazırladığı “Türkiye'de Düzensiz Göç-Van Örneği” raporuna muhalefet şerhi yazan CHP'li üyeler, Türkiye'nin birçok noktasının “Küçük Şam'a” dönüştüğü eleştirisini yaptılar. Alt Komisyon üyesi CHP Ankara Milletvekili Servet Ünsal ve İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal tarafından hazırlanan şerhte, Türkiye'nin izlediği göçmen ve sığınmacı politikasına yönelik sert eleştiriler yer aldı.

AKP'nin izlediği ‘ensar-muhacir' söylemiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin, sığınmacılar, göçmenler, kaçkınlar için bir çekim merkezi haline geldiğine dikkat çekilerek, dünyanın en fazla sığınmacı, göçmen barındıran ülkesi haline gelindiği hatırlatıldı. İşte o rapora yazılan şerh yazısında öne çıkan tespitler:

İhvancı anlayış

Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün benimsediği ve başarıyla uygulanan Ortadoğu ülkelerinin iç işlerine karışmama ilkesini reddeden, yıllarca olumlu sonuçlar veren diplomatik hamleleri, Dışişleri Bakanlığı mekanizmasını etkisizleştiren, emperyalist ülkelerin gazına gelerek kendisini Arap dünyasının hamisi sanan, BOP'un (Büyük Ortadoğu Projesi) Eşbaşkanlığı görevine talip olan AKP iktidarı yüzünden ülkemiz, ağır yaralar almıştır, ağır yaralar almaya devam etmektedir.

İktidarın “Dostum Esad”dan “Katil Esad”a evirildiği süreçte, iktidar temsilcilerinin İhvancı dış siyaset anlayışıyla Türkiye hem bölgesinde yalnızlaşmış hem de ülkemiz yoğun sığınmacı dalgasıyla karşı karşıya kalmıştır.


 

PLANSIZ GÖÇ SONUMUZ OLMASIN

Türkiye'de yaşanan ağır ekonomik kriz bir yanda gündelik hayatı zorlaştırırken diğer yanda giderek daha geniş bir kesimi içine almaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler (BM) Gıda Programı (WFP) verilerine göre Türkiye'de yaklaşık 15 milyon kişi, yeterli gıdaya erişemiyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi'nden Pierre-Alain Fridez’in 2022 Mart’ında hazırladığı rapora göre Türkiye, çocuk yoksulluğu konusunda endişe verici ülkeler arasında. OECD’nin son verilerine göre de çocuk yoksulluğu konusunda üye ülkelerin ortalaması yüzde 12,8 olarak açıklanırken, Türkiye’de bu oran yüzde 20’nin üzerinde bulunuyor. Tüm bu veriler toplum sağlığının tehlikede olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, derin yoksulluğun aile, kadın, çocuk ve bebek üzerindeki etkilerini değerlendirdi. Saltık, şunları söyledi:

ÇOCUKLARA BIRAKACAK BİR ŞEYLERİ KALMADI

Anne babaların artık çocuklarına bırakacakları bir mal varlığı, bir maddi servet emekçi kesimler için büyük oranda artık yok. Aileler çocuklarına yoksulluğu miras bırakacaklar. Yanı sıra sağlıksız bir gelecek de bırakmış olacaklar. Anne karnından başlayarak yetersiz-dengesiz beslenmiş olacaklar büyük oranda. Türk-İş’in hesaplarına göre örneğin dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 19 bin TL'yi aştı. Oysa Türkiye’de asgari ücret 5 bin 500 lira. Dolayısıyla yoksulluk sınırının dörtte biri asgari ücret! Bu insanların günlük olarak yeterli-dengeli beslenmesini geçelim, karınlarını doyurmaları bile neredeyse olanaksız oluyor.

Yoksulluğun kısa ve uzun vadede halk sağlığını nasıl etkileyeceğine anne karnından başlayarak bakalım. Gebe bir kadın, gebe kalmayı planlayan bir kadın ve eşi, önceden birtakım sağlık incelemeleri yaptırmak durumunda. Örneğin diyabeti var mı, kalp hastalığı var mı, şeker hastalığı, hiper tansiyonu var mı, birtakım bulaşıcı hastalıkları var mı, aşıları tamam mı, beslenme durumu nasıl... Örneğin folik asit… Folik asit ucuz ve çok değerli bir besin ögesidir. Eğer gebelik döneminde bu vitamin eksik kalırsa gebelikten önce tamamlanmaz ise son derece ciddi doğumsal anomalilere yol açar folik asit eksikliği; nöral tüp defektleri... Omurga kanalının tam kapanmaması yüzünden omuriliğin açıkta kaldığı durum.

ANNE KARNINDAAÇ KALAN BEBEKLER

Gebelik döneminde anne yeterli-dengeli beslenmezse bebek aç kalır. Bebek, anne karnında aç kalır! Yani yaşama öyle handikaplı başlar ki daha annesinin karnında iken karnını doyuramayan aç kalan bir bebek. Yetersiz-dengesiz beslenme, ne denli handikaplı gördüğünüz gibi. Dolayısıyla bebek, 2 bin 500 gramın altında düşük doğum tartısı ile doğabilir. Bu, eğer gebelik zamanında tamamlandıysa gebenin o dönemlerde yeterli-dengeli beslenemediğini gösterir, açlığı gösterir! Gebelik döneminde annenin açlığını, bebeğin açlığını… Bu bebeklerin ölüm oranları çok yüksek. Hastalıklara dirençleri çok düşüktür, özellikle bulaşıcı hastalıklara, zatürreye, ishale yakalanma riskleri çok büyük ve yakalandıklarında da ölüm oranları oldukça yüksektir. Dolayısıyla büyük bir risk ve eşitsizlik söz konusudur. Büyük bir dezavantajla büyük bir eşitsizlikle dünyaya gelmiş olur bu bebekler. Yaşamda kalma şansları çok düşüktür, yaşarlarsa sağlık sorunları yakalarını bırakmaz, daha kısa ve düşük nitelikli yaşarlar.

Beyin ve zeka gelişiminin yüzde 95'i, yaşamın ilk 2 ila 5 yılında gerçekleşir. İlk iki yıl yeterli-dengeli beslenmeyen, aileden ve anneden yeterli sevgi ve ilgi görmeyen bebeklerin zihinsel gelişimlerinin çok yetersiz kalabildiğini yani zeka geriliğine bile uğrayabildiklerini söyleyebilirim. Son araştırmalara göre Türkiye'de zeka ortalaması geçtiğimiz yıllarda 90 IQ birimlerindeyken şu anda 87 IQ. Zeka düzeyimiz toplum olarak düşüyor. 87 IQ zeka ile 21. yüzyılda bir toplumun ayakta kalması olanaklı değil.

Bu bebekler yeterli-dengeli beslenseler, iyi eğitim alsalar, psikolojik destek alabilseler, zihinsel potansiyellerinin en üst sınırlarına erişebilecek 100-120 IQ veya daha yüksek zeka seviyesine ulaşabilecekler. Bir ülkenin çocuklarının beklenen zeka düzeyine erişememesi zeka fukarası, "geri zekalı" demeye dilim varmıyor, zeka yetersizliği yaşamaları bu tabloda kaçınılmazdır. Bu durum o ülkenin geleceğini tehdit eden bir sağkalım (beka) sorunudur. Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu bir toplumda, siz nasıl 21. yüzyılda ayakta kalacaksınız, Türkiye'yi nasıl bağımsız tutacaksınız, kalkınacaksınız, gelişeceksiniz?

Sığınmacılar gettolaştı

Suriye iç savaşının patlak verdiği Mart 2011'den itibaren ülkemize gelmeye başlayan Suriyeli sığınmacıları ilk etapta sınır illerindeki çadır kentlerde barındıran AKP iktidarı, bir müddet sonra ‘Başınızın çaresine bakın' anlamına gelen kararla 100 binlerce Suriyeli sığınmacının Türkiye'nin 81 iline dağılmasına sebep olmuştur. İktidarın dünyada eşi benzeri görülmemiş bu yanlış kararının etkisiyle Türkiye'nin birçok noktası, kamuoyundaki yaygın eleştiri tabiriyle “Küçük Şam”a dönüşmüştür. Belli yerlerde yoğunlaşan Suriyeliler, kendi gettolarını kurmuştur.

Özbek Afgan Afrikalı...

Gelinen aşamada Türkiye, dünyanın en fazla sığınmacı, göçmen ve kaçkın barındıran ülkesi haline gelmiştir. 2011 yılında Türkiye'de sadece 58 bin uluslararası koruma altındaki yabancı varken, bugün itibariyle baktığımızda ise yalnızca geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı resmi kayıtlarda 4 milyona yaklaşmıştır. Bunun yanı sıra Afgan göçmen sayısı, büyük bir sıçramayla 300 bini aşmıştır. Iraklı sayısı 150 bini, İranlıların sayısı 50 bini aşmıştır. Bunun yanı sıra Türkmenistan'dan, Özbekistan'dan, Fas'tan, Mısır'dan, Bangladeş'ten, Pakistan'dan, Afrika ülkelerinden ve dünyanın daha birçok yerinden göçmenler akın akın Türkiye'nin yolunu tutmaktadır.

Tiktok'ta yarışıyorlar

 İktidarın ‘göz yummak' olarak nitelendirilebilecek tutumu nedeniyle sınırlarımız yol geçen hanına dönmüştür. Yurda kaçak yollarla geçişlerin önüne geçilememektedir. Göçmen kaçakçılığını meslek edinen şahıslar, Türkiye'ye kaçak girenlerin bu yolculuğunu videoya çekip sosyal paylaşım sitesi TikTok'a yükleyerek, “Yüzde 100 giriş garantili” şeklindeki ifadelerle ‘müşteri' kazanmaya çalışmaktadır. TikTok, Facebook, Twitter ve İnstagram gibi sosyal medya platformlarında Türkiye Cumhuriyeti'ni aşağılayıcı, güvenlik güçlerimizle alay edici, halkı kin ve düşmanlığa sürükleyici, toplumda kargaşa çıkarmaya amaçlayan paylaşımlar konusunda adeta birbirleriyle yarışan yabancı uyruklu şahısların söz konusu hadsiz cesaretlerinin kaynağının iktidarın yanlış göç ve uyum politikası olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Kaos çıkarılacak iddiası

Türk vatandaşları ile kendi düzenlerini oluşturan Suriyeli sığınmacıların karşı karşıya gelmesi, endişe uyandırmaktadır. Şu an Türkiye'nin içinde bulunduğu zor durumun müsebbibi Suriyeli sığınmacılar değil, AKP iktidarıdır. Seçim sürecine giderken kaos ortamı oluşturmak isteyenlerin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını Suriyeli sığınmacılarla, Afgan göçmenlerle çatıştırma planları yaptıklarını bilmemiz gerekmektedir

Zeka düzeyimiz geriliyor!

Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, yoksulluğun kalıcı hale geldiğini buna bağlı olarak toplumun zekâ seviyesinin gerilediğini belirterek, "Bu bir beka sorunu" dedi. Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, beyin ve zeka gelişiminin yüzde 95'inin yaşamın ilk 2 ile 5 yılı arasında gerçekleştiğini belirterek, Türkiye'de zeka ortalamasının 90 IQ'den 87 IQ'ye düştüğünü anımsattı. Bu gerilemenin ülke için "beka" sorunu olduğunu vurgulayan Saltık, "Bir ülkenin çocuklarının beklenen zeka düzeyine erişememesi zeka fukarası, 'geri zekalı' demeye dilim varmıyor, zeka yetersizliği yaşamaları bu tabloda kaçınılmazdır. Bu durum o ülkenin geleceğini tehdit eden bir sağkalım (beka) sorunudur" diye konuştu.

SON SÖZÜM; Bugünkü yazıyı içinden geçtiğimiz günleri özetleyen Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 09 Kasım 1933 tarihindeki konuşmasından bir alıntı yaparak bitirelim : “Aldanmak gaflettir. Hususiyeten (özellikle) aldandığını beyan etmek, apaçık itimadı yitirmektir. Samimiyet ile ahmaklık münasebetini birbirinden ayıran yegane unsur ise, haysiyettir. Haysiyeti olmayan, yanılmaya, aldanmaya ve aldatmaya ilelebet mecbur kalacaktır…”


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi