Devrimci 100'ümüz cumhuriyet!

Cumhuriyet100 yaşında. Geçen 100 senede nelerle karşılaşmadı ki. Mustafa Kemal’in “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözü bugünkü halimizi de çok iyi tanımlamaktadır. Geçen 100 yıl içinde Cumhuriyet; defalarca saldırıya maruz kaldı. Darbeler yapıldı. Laiklik ve demokrasi ortadan kaldırılmak istendi. En son 15 Temmuz hain darbe girişimi ile Cumhuriyetimize kast ettiler. Kimsesizler yani bu vatanın aydınlık yüzlü laik Atatürkçü Cumhuriyetçi evlatları bizler her darbeyi sahipleriyle birlikte gömmeyi başardık. O'nun için Cumhuriyet vazgeçilmezdir. O'nun için Cumhuriyet Laiktir. O'nun için Cumhuriyet Devrimcidir. O'nun için Cumhuriyet Milliyetçidir. O'nun için Halkçıdır. O'nun için Cumhuriyet Devletçidir. Ve bu ülkenin Cumhuriyeti asla ve asla yıkılamayacaktır. Bunun aklından geçiren herkes tarihin çöplüğünde kendini mutlaka bulacaktır. Kısacası, derdimiz çok olsa da dermanımız hep Cumhuriyet olmuştur. Olmaya da devam edecektir..


Cumhuriyet ve cumhuriyetçilik
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyoruz. Her ne kadar, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e verdiğimiz sözü tutamasak da, çağdaş uygarlık düzeyini yakalayıp aşamasak da, demokrasiden hukuk devletine, eğitimden sağlığa, ekonomiden kentleşmeye dek pek çok alanda istediğimiz noktada olamasak da, umudu, arzuyu, coşkuyu, iddiayı, iradeyi, hedefi, azim ve kararlılığı canlı tutuyoruz.

O nedenle “Yaşasın Cumhuriyet” diyoruz.

O yüzden “Dedimiz çok olsa da dermanımız cumhuriyettir” diyoruz.

Bu kısa girişten sonra, hep birlikte Cumhuriyetçilik üzerine düşünelim biraz da.
Biliyoruz, Cumhuriyet; siyaset biliminde, monarşik olmayan rejimlerin ortak adıdır. Cumhur, Arapça halk, millet anlamındadır. Cumhuri; millete mahsus, halka ait anlamına gelir. Cumhuriyet; halka ait, millete mahsus anlamından dolayı, halkın yönetimi, halkın kendi kendini yönetmesi, halk idaresi, halka ait devlet anlamında kullanılır. Büyük düşünür Montesquieu de, Cumhuriyet için, “Ulusun tamamımın ya da bir parçasının yönetimi elinde bulundurmasıdır” der.

Şunu da biliyoruz, Cumhuriyetçilik; ezilen ülkelerde, Atatürk’ün tanımıyla mazlum milletlerde, emperyalizmle savaşan uluslarda sadece bir devlet yönetim biçimi değildir. Çok daha fazlasıdır. Özgürlüktür, bağımsızlıktır, aydınlanmadır, eşitliktir, uluslaşmadır, hukuk devletidir, kamuculuktur, toplum yararıdır, laikliktir, antiemperyalizmdir. O nedenle Cumhuriyetçilik, bu ülkelerde bir yönetim biçiminden öte, ilerici bir dünya görüşüdür, bir ideolojidir.

Asla unutmuyoruz, ülkemizde, Atatürk’le, Atatürkçülükle, Kemalizm’le birlikte anılır Cumhuriyet. Onlarla anlamdaştır, özdeştir adeta. Bu nedenle hem liberaller ve ikinci cumhuriyetçiler, hem etnik ayrılıkçılar ve mezhepçiler, hem de din tacirleri, inanç hortumcuları, iman bankerleri, en çok Atatürk’e ve Cumhuriyet’e düşmandırlar. En çok Atatürk’ü ve kurduğu Cumhuriyet’i engel olarak görürler.

Her zaman vurguluyoruz, cumhuriyet; ulus devlet konusunda kıskançtır. Yurttaşların eşitliği konusunda ödünsüzdür. Her türlü imtiyaza, her türden ayrıcalığa, doğuştan kazanılan üstünlüğe, dinsel, mezhepsel, etnik, bölgesel, sınıfsal ayrıcalık ve üstünlüklere karşıdır. İnsanı; insan olarak, birey olarak, yurttaş olarak tanır, tanımlar, görür ve muhatap alır. O nedenle erdemli ve insan onuruna yakışan bir yönetim biçimidir. O sebeple Atatürk; “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyerek, Cumhuriyet’in toplumsal, sınıfsal yönünün altını çizmiştir. Ve o yüzden Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Cumhuriyet fazilettir” demiştir.

Cumhuriyet nedir?
Cumhuriyet; Arapça kökenli bir sözcük. Cumhur; topluluk, halk, kamu anlamına geliyor. Bir yönetim biçimi olarak, “saltanat yönetiminin olmadığı”, “devlet başkanlığının babadan oğula geçmediği” rejim olarak öğretiliyor. Yaygın kullanımda ise “halk egemenliği”, “ulus egemenliği”, “halkın, seçtiği temsilciler eliyle yönetildiği” rejim olarak öne çıkıyor. Siyaset bilimi literatüründeki anlamlarından biri de “siyasal toplum” olan cumhuriyet; ille de mutlaka, kendiliğinden, kaçınılmaz olarak demokrasiyi doğurmuyor. Yalın tanımıyla cumhur, “yöneticisini kendisi seçen halk” olsa da demokrasi için daha fazlası gerekiyor. Hukuk devleti, özgür birey, bilinçli yurttaş, örgütlü toplum, katılım, düşünce özgürlüğü, basın hürriyeti gibi…

Cumhuriyet nelere kadir oldu
Ülkemizde demokrasi, Cumhuriyetin çocuğu olarak doğdu. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verilen Kurtuluş Savaşı, ulusal egemenliğe dayanan cumhuriyeti, cumhuriyet de demokrasiyi doğurdu. Bizde çok partili hayat, demokratik düzen, hukuk devleti, Batı’daki gibi, Sanayi Devrimi’yle ortaya çıkan iki çağdaş, kentli, akılcı, üretici sınıfın, yani burjuvazi ile işçi sınıfının mücadelesiyle ortaya çıkmadı. Batı’daki gibi, Aydınlanma Devrimi’yle gelişmedi. Batı’daki gibi, egemenlik kavgasının, hak ve hukuk arayışının, sınıf mücadelesinin ürünü olmadı. Birinci ve ikinci meşrutiyetin birikimini bilen, Jön Türk hareketinden gelen, İttihat ve Terakki içinde olgunlaşan Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki millici hareketin, yerel kongrelerin ulusallaşmasının ve İstiklal Harbi’nin sonunda, savaş ve devrim yaparak kurduk biz cumhuriyeti.

Cumhuriyet neleri beraberinde getirdi
Bizim cumhuriyetimiz; ulusal egemenliği, demokrasiyi ve hukuku doğurdu. Devletin ilkeleri; sınıf mücadelesinin sonucunda değil, Atatürk ve yol arkadaşlarının, sivil - asker öncü aydınların verdiği savaşla (aynı zamanda iç savaşla) saptandı, kurumsallaştı. Egemenlik bu süreçte el değiştirdi. Anadolu aydınlanmasıyla iç içe geçti, bütünleşti. Egemenliğin kökü, tanımı, anlamı, kaynağı, işlevi değişti. Gökten yere indi. İlahi, ruhani, dini olmaktan çıktı. Dünyevileşti, laikleşti. Kişiden alınıp ulusa verildi. İnanç devleti, soy, sop, ırk devleti olarak değil, bilinç devleti olarak kuruldu cumhuriyet.

Türkiye ulus devlet olarak doğdu
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, “Türk” adını, “Türk” kavramını daha çok Avrupalı yöneticilerin, gezginlerin, yazarların kullandığı düşünülecek olursa, Türkiye Cumhuriyeti, sadece özüyle değil, adıyla ve diliyle de bir ulus devlet olarak doğdu. Osmanlı’nın tebaası, halife sultanın kulu olan milyonlarca insan, Kurtuluş Savaşı’nda milletleşirken devletleşti, devletleşirken de milletleşti. Cumhuriyet sayesinde yurttaş oldu. Türkiye; yaşadığımız toprakları yurt yapanların, yurt sayanların, yurt bilenlerin vatanı olurken, devrimci, halkçı, devletçi karakteriyle de Atatürk’ün dediği gibi, “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olarak öne çıktı. Yurttaşlarına sunduğu eşitlikle gelişti. Mazlum milletlere ilham verdi. O nedenle bir kez daha haykırıyoruz: YAŞASIN CUMHURİYET.

Ulusal egemenlik nedir?
Ulusal bayramlar, kutlamalar, anmalar; coşkuları yanında, yurttaşlara düşünme, kıyaslama, özeleştiri verme ortamı da sunduklarından, biz de öyle yapacağız... Ulusal egemenliğin önemini, erdemini, benzersizliğini biliyoruz; vazgeçilmez, devredilmez, bölüşülmez. O nedenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Kuvvet birdir ve o milletindir” der.

Ulusal egemenlik üzerine düşünülünce cumhuriyet, demokrasi, ulus, halk, laiklik gibi kavramlar üzerine de düşünülür. Doğaldır, kaçınılmazdır. Ulus, yurttaşlardan oluşur. Cumhuriyet, yurttaşların eşitliğini esas alır. Yurttaşı önemser. Muhatabı yurttaştır. Yurttaşının cinsiyetine, dinine, mezhebine, ırkına, etnik kökenine bakmaz. Onun doğuştan edindiği ve sonradan kazandığı tüm kimliklere, mensubiyetlere, aidiyetlere karşı ilgisiz, duyarsız ve kördür. Cumhuriyet için kamusal alandaki tek kimlik, yurttaş kimliğidir. Ulusal egemenlik; diğer yönleri yanında, kendi kaderini eline alış, kendi geleceğini belirleyiş, kendi iradesinin üzerinde hiçbir güç ve otorite tanımayıştır. Halkın isyan ederek, savaşarak, devrim yaparak devlet kurması, yani milletleşmesi, milleti, Cumhuriyet konusunda çok kıskanç, çok ödünsüz, çok duyarlı kılmıştır. Laiklik; egemenliğin tanımı, anlamı ve işleviyle, devletin işleyişiyle; yasaların ve hayatın dünyeviliğiyle ilgili olduğundan, Cumhuriyetin tamamlayanı, olmazsa olmazı ve temel niteliğidir.

Milli egemenlik ve devrimcilik
Ulusal egemenlik, bir günde hayata geçmemiştir. Savaşın ve devrimin eseridir. Cumhuriyet öncesindeki Osmanlı birikiminin, Tanzimat’ın, Birinci ve İkinci Meşrutiyet’in zengin deneyimine rağmen kolay kazanılmamıştır. Atatürk’ün devrimci dehasının, özverili önderliğinin, kararlılığının ve kahramanlığının örgütlediği Kurtuluş Savaşı’nın eseridir milli egemenlik. Kuvayı Milliyeciler ve Müdafaa-i Hukukçular, Meclis’i açmış; Gazi Meclis Kurtuluş Savaşı’nı yapmış ve Cumhuriyeti kurmuş; Cumhuriyet demokrasiyi doğurmuştur. O nedenle bizim için ulusal egemenlik; kutsal bir isyanın, haklı bir savaşın, milli bir devrimin ürünüdür. Eşsizliğinin, benzersizliğinin, özgünlüğünün kaynağı da budur.

Cumhuriyet bizim için ne anlama geliyor?
Cumhuriyet ve Atatürk, öncelikle bir bütün. Mustafa Kemal Atatürk, sadece Milli Mücadele önderi değil. Sadece vatanı kurtaran kahraman bir komutan değil. Sadece Anadolu aydınlanmasının öncüsü değil. Sadece devlet adamı değil. Tüm bunların hepsi, daha fazlası. O öncelikle ve özellikle Cumhuriyetçi, antiemperyalist ve devrimci. Tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik için savaşmış bir kurtuluş önderi. Ekonomik, sınıfsal düzlemde emekten, eşitlikten yana; bütüncül kalkınmaya, planlamaya inanan; halkçı, kamucu, devletçi ekonomiyi savunan, toplumcu bir lider. Muasır medeniyeti yakalayıp geçmeyi amaçlayan çok seçkin bir düşünür ve aydınlanma savaşçısı.
O yüzden Atatürk’ün Cumhuriyeti, bizim için demokrasi, özgürlük, bağımsızlık, adalet, hukuk devleti, eşitlik, gelişme, tekil devlet, ulusal bütünlük, milli kültür anlamına geliyor. Alın teri ve emekle onurlu bir gelecek kurmanın temeli, aydınlık yarınların güvencesi olarak görüyoruz Cumhuriyeti. Hem fikir hem mücadele hem düşünce hem eylem demek Cumhuriyet. Akıl ve bilim deyince, üretmek deyince, çağdaşlık deyince, yüksek ahlak deyince, kadın - erkek eşitliği deyince, vatana adanmışlık deyince, insan hakları deyince, özveri deyince, kardeşlik deyince, uygarlık deyince Cumhuriyeti anlıyoruz.

Cumhuriyet; akıl, bilim, devrim
Dahası var. Cumhuriyet, asırlarca süren Osmanlı Devleti - Çarlık Rusyası arasındaki rekabet ve savaşları değil, Milli Mücadele’nin başlangıcında kurulan Türk - Sovyet dostluğunu, Kurtuluş Savaşı’na Sovyetler’in verdiği mali, siyasi, diplomatik desteği akla getiriyor. Mazlum milletleri çağrıştırıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıyan ilk devletin Afganistan olması, bir mazlum millete, dost ve kardeş Afgan halkına olan muhabbetimizi daha da artırıyor. Aklımıza barış geliyor, Cumhuriyetle birlikte. Cephede savaşıp yendiğimiz devletlerle, savaştan sonra kurulan dostane ilişkiler geliyor. Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos’un, 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi geliyor. Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi olarak 1934’te göreve başlayan Enis Akaygen’in, Atina’nın Ankara’ya yaptığı başvuru üzerine, Yunan vatandaşlarının İran’daki temsilcisi olarak da 5 yıl görev yapması geliyor. Kısacası ezeli düşmanlarla güvenilir komşuluk ilişkileri kurulabilmek geliyor akla. Hindistan, Irak, Suriye ve İran’daki ilerici hareketlere; Çin’de, Yugoslavya’da, Küba’da, Cezayir’deki devrimcilere ilham veriyor bizim Cumhuriyetimiz. O nedenle İran Şahı Rıza Pehlevi; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı (1937) imzalandıktan sonra, Atatürk’e yolladığı telgrafta şöyle diyor: “İmzacı devletler, sizin emperyalistlere karşı verdiğiniz mücadele sayesinde var olmuşlardır. Bu sonucu size ve Türk milletine borçluyuz.”

Cumhuriyet ve devletçilik
Cumhuriyet; insanı, bireyi, yurttaşı merkezine alır. Bu yönüyle aydınlanmayla, akılla, bilimle bütünleşir. Böyle olduğu için insanların eşitliğine inanır. İnsanları eşit kılmak için hayata müdahale eder. Jakobendir. Güçlünün güçsüzü ezdiği bir düzene karşıdır. Sosyal Darwinizmin karşısındadır.
Bu açıdan Türk Devrimi’ne bakıldığında, Cumhuriyet Devrimi’nin özeti ve simgesi olan altı ok, birbirinin bütünleyeni, tamamlayanı olduğu gibi, altı ok arasında devletçilik okunun, halkçılık okuyla birlikte, ekonomik içeriğiyle öne çıktığı görülür. Fakat şanssız bir oktur devletçilik. Atatürk sonrasında hep ihmal edilmiştir. Kasıtlı olarak önemsiz, çağ dışı, modası geçmiş olarak gösterilmiştir.

Rahmet ve özlemle andığımız önemli iktisatçılarımızdan Arslan Başer Kafaoğlu’nun “Doğan Avcıoğlu dışında Atatürk Cumhuriyeti’nin en önemli ilkesinin devletçilik olduğuna inanan pek az kişi vardır” (“Devletçilik ve Tam Bağımsızlık”, Aydınlık, 10. 02. 2008, s: 44) şeklindeki sözleri, Türkiye’nin uzun yıllardır yaşadığı bunalımın en önemli sebeplerinden birini ortaya koyar.
Erken Cumhuriyet döneminde, Atatürk yönetiminde, ekonomi alanında hem büyüme oranıyla hem sanayileşme hızıyla hem de bütüncül kalkınma anlayışıyla çok büyük atılımlar yapan Türkiye; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün halkçı- devletçi ekonomi modelinden uzaklaştıkça, tıkanmıştır. Dahası, küresel ekonomik bunalımlara karşı direnci zayıf, ekonomisi kırılgan, bünyesi güçsüz hale getirmiştir. Hem bölgeler arasında gelişmişlik farkı açılmış hem de sınıflar arasındaki gelir uçurumu derinleşmiştir. O nedenle Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye, eğer yaşadıklarından ders çıkaracaksa, işe devletçiliği yeniden gündemine alarak, devletçilik ile bağımsızlık arasındaki ilişkiyi hatırlayarak başlamalıdır.

Mutedil devletçilik
Cumhuriyetin devletçilik anlayışı, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün sözleriyle “mutedil devletçilik” sayesinde Türkiye; adeta bir ekonomi mucizesine imza atmıştır. Bu dönemde, Lozan Antlaşması gereği, ilk kez 1854 yılında, Kırım Savaşı sırasında alınan dış borçların ödenmesi yapılırken (borcun son taksiti 1954 yılında ödenmiştir), yine Lozan hükümleri gereği, Türkiye, 1929 yılına dek, gümrük tarifelerinde bir değişiklik yapmamıştır. Bunların yanında, 1925 yılında Aşar Vergisi’nin kaldırılmasına, 1929 büyük buhranına rağmen, Türkiye; çok önemli sanayi tesislerini hayata geçirmiş ve bankalar kurmuştur. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk, milli bağımsızlığın temelinin iktisadi bağımsızlıktan geçtiğinin bilincindedir. O nedenle henüz Lozan Antlaşması’nın imzasından ve Cumhuriyetin ilanından önce, İzmir’de İktisat Kongresi toplamıştır. “İktisatsız istiklal olmaz” demiştir. Mali egemenlik yoksa, milli egemenliğin de olamayacağının altını çizmiştir. Askeri ve siyasi zaferlerin, iktisadi zaferlerle tamamlanması gerektiğini vurgulamıştır.
Kısacası, Cumhuriyet; ekonomik düzlemde, kamuculuk ve planlama olarak öne çıkarken, yurttaşını düşünmüştür. Yurttaşı ya mürit ya da müşteri olarak gören liberallerin Cumhuriyet karşıtlığının sebeplerinden biri de budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi