Ne kadar değerlisin?

Neden mutlu ve huzurlu bir yaşantıyı talep edemiyor? 
Konunun uzmanları değersiz hissetme konusunda birçok tanımlama yapıyor. Özetle; “Sizi değerleştirsizleşen insanları seçiyorsanız, bunu siz talep ediyorsunuzdur. Kendinizi değersiz hissediyorsanız, değersiz hissettiren kişileri seçersiniz” diyorlar.
    ***
Belki de yıllardır bizi yönetenlerin ağız dolusu hakaretlerinin sebebini kendimizde aramamız gerekiyor.
Değersizleştirme yönünde bir yol izlemekte, politik bir gerekçeyle yapılıyor olabilir.
Burada bence artık kendimize sormamız gereken soru şu; Ne kadar değerlisin?
Bu ülkede asgari ücretli sayısı net olarak belli değil. Ancak yüzde 67 civarında olduğu iddiası var. Açlık sınırının 9 bin 500 lira, yoksulluk sınırının 30 bin liraya dayandığı bir ülkede, değersizleşen biz değil, yöneticiler olmalı. 
    ***
“Gece yatağa aç girip sabah kılıcını kuşanmayan adama şaşarım” der Ebu Zerr. 
Bizim kılıcımız, kalkanımız yok elbette. Sadece bir oyumuz var.
Yokluktan, pahalılıktan tanzim çadırlarında patates, soğan kuyruğunda beklemek, birkaç lira daha ucuz olacak diye taze ekmek yerine bayat olanı tercih etmek, elektrik, doğalgaz faturası kabarmasın diye karanlıkta ve soğukta oturmayı göze almak gibi bir yaşam tarzını benimsemek kaderimiz olmamalı!
Bu ülkede sağlık çalışanları, eğitimciler, doktorlar, tarihçiler, mühendisler, cambazlıkla, çapulculukla, teröristlikle suçlandı ve hala bu hakaretler ahlaksız, adi, namussuzluk gibi yakıştırmalarla devam ediyor.
“Biz bu millete efendi değil, hizmetkar olmaya geldik” diyerek gelip bizi köleleştirenlere artık ne kadar değerli olduğumuzu anlatma zamanı çoktan geldi.
***
Değersiz hissetmek denilince benim aklıma birkaç acı olay gelir.
17 Mayıs 2014 yılında Manisa Soma’da maden faciası yaşanmıştı. 787 kişi yer altında kalmış, 301 kişi de hayatını kaybetmişti. İşte o acı kaza dan,  Murat isimli bir yurttaş saatler sonra kurtarılmış ve sağlık ekipleri tarafından hastaneye götürülmek üzere sedyeye taşınıyordu.
Sağlık görevlilerine;“Çizmelerimi çıkarayım mı?” diye sorması herkes gibi beni de alt üst etmişti o gün. Sonraki konuşmalarında bunu soranlara da,  “Devletin malına zeval gelsin istemedim” demişti. Onca saat karanlıklar içinde, ölümle burun buruna kalmış bir insan hangi duygularla sedyenin örtüsünü düşünebilir diye hala düşünürüm...
Altı ayda bir, toplam yılda iki defa dağıtılan çizmesi kayboldu diye üzülüyor, sedyeyi kirletmekten korkuyordu.
Halktan topladığı paralarla yardım ve hayır yaptıklarını söyleyen, ancak paraların akıbeti asla belli olmayan hayır ve yardım kurumları; bağış olan çadırları, battanileri, yiyecekleri satmaktan çekinmeyen yöneticiler, “devletin malı deniz, yemeyen domuz” düsturuyla hareket edenler acaba bu olayı hatırlayıp utanır mı?
    ***
Aklımdan silinmeyecek diğer bir olay da,  Pazarcık merkezli, Kahramanmaraş depreminden... 
Ailesi ile enkaz altında kalan Fatma Kurt kurtarılmayı beklerken bir video çekmişti. “Mustafagile 2 bin 500 lira borcum var. Ölürsek borcumuzu ödeyin. Kimsenin hakkını koymayın bende.” diyordu. Ayrıca yetim çocuklara buzdolabı almak için para topladıklarını, bu yardım paralarının da kendisinde olduğundan bahsediyor, ölmesi halinde sahiplerine dağıtılmasını istiyordu. Fatma Kurt kurtulmuştu ancak ne yazık ki, 12 yaşında bir çocuğunu o depremde kaybetmişti.
    ***
Evet, “Evinde yiyecek ekmeği olmadığı halde, isyan etmeyen adama şaşarım” diyordu Ebu Zerr. 
Şimdi karar verme sırası biz de!
Ne kadar değerlisin?
Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi