Yaşlılık depremi şiddetleniyor!

Türkiye'de 65 yaş üzeri nüfusun toplam nüfus içindeki payının dramatik biçimde nasıl arttığını verilerle ortaya kondu. Bu gelişmeye uyum sağlanmazsa, yaşlı nüfusun yakın gelecekte barınma, sağlığa erişim ve emeklilik geliri gibi sorunlarının artacağını söylendi. Türkiye demografisi yaşlanıyordu. Toplumsal düzenimiz bu gelişmeye hazırlanmıyordu.

6 Şubat’ta TÜİK’in yayımlandığı “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt İstatistikleri” demografik depremin daha da sertleştiğini ortaya koydu. Buna göre nüfus artış hızı cumhuriyet tarihinde görülmemiş seviyede geriledi. Daha yavaş çoğaldığımız herhangi bir yıl olmamıştı. 2000’li yıllar boyunca yıllık nüfus artış hızı binde 12’nin altına inmeyen Türkiye’de bu oran ilk kez pandeminin ilk yılı olan 2020’de sert bir düşüş kaydederek binde 5,5’e düşmüştü. Bunu doğal karşılamak gerekir zira pandeminin geride kaldığı 2021’de tekrar binde 12,7’lik nüfus artış hızını yakalamıştık. Fakat Türkiye’ye her ne olduysa, 2022’de nüfus artış hızı binde 7’ye düştü. Ve 6 Şubat’ta öğrendik ki 2023’te nüfus artış hızı inanılması zor bir düşüş yaşayarak binde 1,1’e geriledi. Pandemide bile nüfusumuz 2023’ten 5 kat daha hızlı artmıştı. Bu cumhuriyet tarihinde daha önce gördüğümüz bir şey değildir. Her ne yaşıyorsak, bu bir sonuç ve bu sonucun nedenlerini ilk kez deneyimliyoruz. Demografik değişimin ne kadar sarsıcı olduğunu vurgulamak adına ifade edelim; 2000’li yıllar boyunca, nüfusumuz her yıl ortalama 759 bin arttı. 2023’te ise nüfus artışımız sadece 92 binde kaldı.

Sonsuza dek artar mı?

TÜİK’in “Nüfus Projeksiyonları” başlığında son derece enteresan bir çalışması var. Bu çalışmaya göre, Türkiye nüfusunun tepe noktası 107 milyon. Geçmiş istatistiklerden yola çıkarak yapılan çalışmaya göre 2070 yılına dek nüfusumuz artmaya devam edecek ve 2070’te 107 milyona ulaşacağız. Fakat bu tarihten itibaren, nüfusumuz yavaş yavaş azalmaya başlayacak. Elbette bunlar sadece tahmin.

TÜİK’in bu çalışması 2018’de yayımlanmıştı. Buna göre Türkiye nüfusunun 2023’te 86,9 milyona çıkması bekleniyordu. Gördük ki, tahminler tutmadı, 85,4 milyon kişiyiz. İstanbul nüfusunun 2023’te 16,3 milyon olması tahmin ediliyordu. O da tutmadı, İstanbul nüfusu artmak bir yana azalıyor. Dolayısıyla TÜİK’in 2070 için öngördüğü nüfusun tepe noktası, çok daha yakın zamanda gerçekleşebilir. 107 milyonluk nüfusu da hiç görmeyebiliriz.

Neden çoğalamıyoruz?

Nüfus artış hızımız neden düşüyor? Bu soruya esaslı bir yanıt akademi çevreleri tarafından saha araştırmalarından süzülerek verilmeli. Fakat biz eğilimi tespit edebiliriz. Nüfus artış hızındaki azalma 2023’e özel değil. 2022’de de nüfusumuz binde 7 ile ortalamanın çok altında artmıştı. 2023’te bu yavaşlama izaha muhtaç biçimde sertleşerek binde 1,1’e geriledi. O halde son 2 yıla odaklanmakta fayda var. Bu tip demografik şokların arka planında tek bir neden olmak zorunda değil. Bir kere 6 Şubat Depremleri’nin etkisi göz ardı edilemez. Ölü sayısının 53 bin olmadığı ortada. Bunun yanı sıra son 2 yılda ciddi büyüklükte bir dış göç yaşanmış olabilir. Bunu “Göç İstatistikleri” yayımlandığında öğrenebileceğiz. Ama bu demografik şoku sadece bu ceberrut düzenden kaçarak ülkeyi terk edenlere bağlamak zor. Türkiye’den yurtdışına göç eden Türk vatandaşlarının sayısında dramatik bir artış olduğu doğru ama bu artış hiçbir zaman nüfus artış hızını durduracak büyüklükte olmadı. Örneğin, 2022 yılında 139 bin Türk vatandaşı yurtdışına göç etmiş, buna karşın 94 bin vatandaş da dışarıdan yurda gelmiş. Göç edenler, 85 milyonluk ülkenin demografisi için önemli ama demografik şoku açıklayacak kadar büyük değil. 2023 göç verilerini ise henüz bilmiyoruz.

Enflasyon etkiliyor

Türkiye’nin nüfus artış hızının özellikle son 2 yılda sert şekilde düşmesi akla son 2 yılda çığrından çıkan enflasyonu getiriyor. Bu koşullarda çocuksuz bir ailenin çocuk yapmaya kalkmasının ya da tek çocuklu bir ailenin 2’nci çocuğa niyetlenmesinin önündeki en büyük endişe kaynağı enflasyon. Hele ki, yanlış bir biçimde “orta sınıf” diye nitelenen, kentli, ücretli, meslek sahibi kesimler için çocuk eskisinden çok daha masraflı bir çaba. Bir kere devlet eğitimindeki ideolojik dayatma nedeniyle çocuklarını özel okullara gönderme eğilimindeler. 2013’te ilk ve ortaöğretimde özel okula giden öğrenci sayısı 470 binken, 2023’te bu sayı 1 milyon 145 bine çıkmış durumda. Çocuk yapmadan önce, nerede eğitim aldırırım diye düşünen “orta sınıf” aileler, enflasyon karşısında çocuk yapma hayallerini yeniden gözden geçiriyorlar., ablaya kardeş istemek ise cesaret işi… Zira evlenme yaşı da büyüyor. Genç işsizliği de hesaba katarsak, aileler, dünyaya getireceği bir çocuğun bakımını en azından 25-30 yıl üstlenmek zorunda. Yani çocuk büyütmek eskisinden kat be kat daha masraflı hale geldi.

Demografik deprem!

Sadece çocuk yapmak değil, evlenmek de cesaret işi. Nitekim evlilik yaşı büyüdüğü gibi, bekar yaşayan hanelerin sayısında da artışlar gözleniyor. Sonuç, 15 yıl önce Türkiye’nin ortalama hane büyüklüğü 4,0 iken, 2023’te bu sayı 3,1’e düşüyor. Ortalamadan hareket ederek söylenebilir ki, artık tek çocuklu 3 kişilik aileler çoğalıyor. Abilik, ablalık istisna olmaya başlıyor.

Türkiye toplumu, yıkıcı Erdoğan düzenine adapte olmak adına türlü reaksiyonlar gösteriyor. Geleceksizlik ve güvencesizlik halkın en önemli endişe kaynağı. En temel hakların, barınmanın, eğitimin, sağlığın tasfiyesi geleceğe dönük karamsar bir tablo oluşturuyor. Çocuk yapmak geleceğe umutla bakabilen toplumların becerebileceği bir iş değil midir? Böyle bir Türkiye’ye çocuk getirmek istemeyen, Gallup araştırmasına göre dünyanın en mutsuz 2’nci toplumu, elbette çoğalmıyor. Demografik deprem şiddetleniyor.

Kaderine terk edildi

Bundan 20 yıl önce, ister Bağ-Kur, ister SSK ister Emekli Sandığı olsun, her emekli asgari ücretin üzerinde maaş alıyordu. Bugün 17 bin liralık asgari ücrete karşılık emeklilerin yarısından fazlası 10 bin TL aylık alıyor. Çok açık ki, dünün emeklileri bugünkü emeklilerden daha müreffehti. Veriler gösteriyor ki, bu düzen böyle giderse yarının emeklileri bugünkü emeklilerden çok daha zor şartlarda yaşayacak. Çünkü Türkiye gündemi tüm hızıyla akarken kimse ülkenin yaşadığı “demografik depremi” konuşamıyor.

Ortanca yaşımız yükselişte

Türkiye’de yaşayan herkesi yaşlarına göre küçükten büyüğe olacak şekilde, soldan sağa dizsek, tam ortadaki kişinin yaşına “ortanca yaş” adı veriliyor. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren 1990’a dek, Türkiye’nin ortanca yaşı 21’i geçmiyordu. 1980’e dek nüfusun yarısından fazlası köylerde, toprağa bağımlı bir toplumsal düzen içinde yaşıyordu. Bu toplumsal düzen, kaba doğum hızını artırıyor, nüfusun sürekli genç kalmasını sağlıyordu. Genç nüfus ise Türkiye için bir fırsat penceresi olarak değerlendiriliyor, dahası sosyal güvenlik sistemi de zorlanmıyordu. Zira gençler çalışıyor, nispeten az sayıdaki yaşlıları sübvanse edebiliyordu. Fakat 1990’lardan itibaren bu demografik hakikat değişmeye başladı. Kente göçün hızlanması, tarımın tasfiyesiyle devam etti. Demografik değişim 2000’li ve 2010’lu yıllarda ivme kazandı. 1935’te 16 milyonluk nüfusa karşılık, 65 yaşın üzerindeki nüfus 628 bindi. Kaba bir hesapla, her 25 kişiden 1’i 65 yaşın üzerindeydi. Ortanca yaşımız ise 21,2’ydi. İlerleyen yarım yüzyılda da bu tablo değişmeyecek, grafik yatay seyredecekti.

kutu1.jpg

DEMOGRAFİK DEPREM NEDİR?

Bir ülkenin sosyal güvenlik sistemi, olası risklere duyarlı olmak zorundadır. Örneğin, bir ekonomik durgunluk işsiz sayısını artırır, sosyal güvenlik sisteminin gelirlerini azaltır. Bu durumda, sistem Hazine yardımlarına daha fazla ihtiyaç duyar. Aksi durumda giderler karşılanamaz ve sistem tıkanır. Nitekim, pandemi gibi olağanüstü gelişmeler, sistemin sağlık giderlerini artıracak, gelir gider dengesizliğini tırmandıracaktır. Keza aynı şekilde, kayıt dışı istihdamdaki artışlar sistemin giderleri sabit kalırken gelirlerinin azalmasına neden olacaktır. Tüm bu örneklerde, sistemin yaşadığı stres kısa veya orta vadelidir. Durgunluk ya da pandeminin bitmesi, kayıt dışılığın azalmasıyla sorunlar çözülür. Fakat Türkiye’nin sosyal güvenlik sisteminin yaşadığı stres, bu örneklerin çok daha ötesine geçiyor. Çünkü Türkiye’nin demografisi sosyal güvenlik sisteminin aleyhine gelişiyor. Ve kötü haber; bu gelişmenin önüne geçebilmek neredeyse imkansız. Bu nedenle gelişmeyi durdurmak yerine, tıpkı deprem gibi, gelişmeyi kabullenip, yeni duruma adapte olmalıyız. Verilerle ilerleyelim…

kutu2.jpg

MİLENYUMLA GELEN YAŞLI ARTIŞLARI

Milenyumun başına gelindiğinde, nüfus 65 milyona çıkmıştı. Buna karşın 65 yaş üzeri nüfus 4,4 milyona dayanmıştı. 1935’te her 25 kişiden biri 65 yaş üzerindeyken, 2000’de artık her 14 kişiden 1’i 65 yaşın üzerindeydi. 2000’den günümüze dek nüfus yüzde 33 oranında artarak 64 milyondan 85 milyona çıktı. Fakat nüfus yüzde 33 artarken 65 yaş üstü nüfus yüzde 91 artışla 4,4 milyondan 8,4 milyona yükseldi. 2022 itibariyle artık her 10 kişiden 1’i 65 yaşın üzerinde. TÜİK’in nüfus projeksiyonuna göre 2030’da her 8 kişiden 1’i, 2040’ta her 6 kişiden 1’i, 2060’ta her 5 kişiden biri, 2080’de ise her 4 kişiden 1’i 65 yaşın üzerinde olacak. Cumhuriyetin ilk 70 yılında, 21 yaş altı genç bir nüfusa sahiptik ve ortanca yaş grafiğimiz yataydı. Son 30 yılda, grafik dikleşti ve ortanca yaşımız 13 yaş büyüdü. Üstelik son yıllarda yaşlanma hızımız artıyor. 1990’da 22,2 olan ortanca yaşımız, 2000’de 25,8’e, 2010’da 29,2’ye, 2020’de 32,7’ye yükseldi. 2022 itibariyle ortanca yaşımız 33,5. 2040’larda ortaca yaşımız 40’ın üzerine çıkacak. İşte Türkiye’yi bekleyen demografik deprem bu. Sosyal güvenlik sistemimiz ise bu depreme dirençli değil.

ORTA YAŞ (%) 1935: 21,2. 1970: 19. 1990: 22,2. 2010: 29,2.2020: 32,7. 2021: 33,1. 2022: 33,5.2030: 35,6. 2040: 38,5. 2060: 42,3 Sonuç olarak Sosyal güvenlik sistemi orta yaşın artmasına karşı dirençli değil.

buyuk-kutu.jpg

İKTİDARIN VİZYONU NEDİR?

İktidar, bu gelişme karşısında insani olmayan ve fantastik önlemlerle sorunu halı altına süpürüyor. Erdoğan’a kalsa, herkes 3 çocuk yapsın, konuyu kapatalım. Ekonomi yönetiminin bu deprem karşısındaki çaresi ise emeklilik yaşını daha da büyütüp, emekli ikramiyesi ve maaşlarını tırpanlamak. Böylece yaşlı nüfus kaderine terk edilirken, sosyal güvenlik sistemi üzerindeki stresi azaltmak amaçlanıyor. Fakat emeklilik yaşı ne kadar büyütülürse büyütülsün, bu demografik deprem karşısında, nüfusun içindeki emekli oranı artıyor. BirGün Yazarı Aziz Çelik’in 15 Ocak’taki yazısında derlediği verilere göre, 2008’de nüfusun yüzde 12,2’si emekliyken, bu oran 2022’de yüzde 16,3’e tırmanıyor. Fakat buna rağmen, emekli maaşlarının hepsini topladığınızda elde ettiğiniz tutar 2008’de Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 5,9’u ederken, 2022’de bu oran yüzde 4,5’e düşüyor. Demografik depreme karşı, iktidarın “deprem dirençli bir sosyal güvenlik sistemi” kurma vizyonu yok. Bu deprem karşısında iktidarın dayattığı çare, yaşlı nüfusu açlıkla ölüme terk etmek. Bu dayatma devam ettiği sürece, emekliler için yarın bugünden daha kötü olacak. Sadece emekliler için değil, Türkiye ekonomisi için de sürdürülebilir değil. Zira, genç nüfusa göre organize olmuş Türkiye’nin imalat sanayii, emek yoğun bir üretime alışmıştı. Yaşlı nüfusa sahip Avrupa ülkeleri, sanayilerini teknoloji yoğun hale getirerek kalkınıyorlar. Türkiye yaşlı nüfusuyla hazırgiyim, madencilik, inşaat gibi sektörlerde ne kadar büyüyebilir, şüpheli.

Sonuç olarak, halk kesimleri, nasıl ki, deprem dirençli kentler talep ediyorsa, demografik depreme dirençli sosyal güvenlik sistemi de talep etmek zorunda. Aksi halde hepimiz çalışarak öleceğiz.

Yarının emeklileri nasıl yaşayacak ?

1- Bugünün emeklileri, ikramiyeleriyle veya çalışırken elde ettikleri tasarruflarla ya köyündeki arsasını satarak ev alabildi. Bugün 65 yaş üzerindeki nüfusun ev sahipliği oranı yüzde 80’lerde. Yarın bu oran düşecek ve yarının emeklileri daha yüksek oranda kiracı olacak. Bu sosyal kriz, yaşlı bakım evleri talebini artıracak.

2- Bugünün emeklilerinin döneceği bir köyü, kasabası var. Bu sayede kuşa dönmüş maaşlarıyla, köylerinde mütevazı bir hayat sürebiliyorlar. Yarının emeklilerinin döneceği bir köyü olmayacak ve çalışmak zorunda kalacaklar. Bugünün genç çalışanları, bu düzen böyle giderse çalışırken ölecek, emekli olamayacak.

3- Bugünün emeklileri, dün işgücündeyken tarımsal üretim bugünden daha fazlaydı. Gıda fiyatları karşısında emeklinin alım gücü dün daha yüksekti. Yarının emeklilerinin barınmadan sonraki en büyük sorunu sağlıklı gıdaya erişebilmek olacak. Böyle giderse, gıda için hizmet sektöründe gençler yerine yaşlılar istihdam edilecek.

Bağımlı nüfus hızla artıyor

• 15-64 yaş arası olan aktif işgücü oranı giderek düşüyor. Bağımlı nüfus (-15 ve +65) oranı artıyor

• Cumhuriyet’in ilk 65 yılında ortanca yaş 21’in altında

• 1935’te her 25 kişiden 1’i

- 1975’te her 20 kişiden 1’i

- 2000’de her 14 kişiden 1’i

- 2022’de her kişiden 1’i

- 2030’da her 8 kişiden 1’i

- 2060’da her 5 kişiden 1’i

- 2080’nde her 4 kişiden 1’i 65 yaş ve üzeri olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi