Hep beraber alkışlıyoruz!

Ben de zaman zaman hepimizin yaptığı gibi kitaplık düzenlemesi yaparım. Bunun için de geniş bir zaman ayırırım. Zira, o kitapları yere döktüğümde her birinin sayfalarını yeniden karıştırıp, eski bir dosta rastlamışçasına okşamak isteyeceğimi bilirim. Yıllar içinde evden eve dolaşırken üzerine sinmiş kokuları hissederim. Kiminin hafif nemlenmiş sayfası, o kitabı okuduğum tatili anımsatır. Okuduğum bir şiir çok uzaklardan bir esinti gibi dolar yüreğime...

***

Hele geçmişte okurken altını çizdiğim satırlarda biraz daha fazla oyalanırım. İkinci el kitaplarda, altı başkası tarafından çizilmiş paragrafları, cümleleri, alınan notları okurken de, nerelerde yaşadığını bilmediğim okuyucunun hissiyatını ve önemsediği şeyleri düşünerek o insanla bu kitap hakkında tartıştığımı bile hayal etmeye çalışırım.

İşte böyle bir günde, özlediğim kitapların ne kadar çok olduğunu gördüm. Oturduğum yerde, düzenlemeyi bıraktım, birini elime alıp yeniden okumaya başladım.

***

Bugün o kitaplardan birinden bir makale seçtim. Kitap, Haluk Şahin imzalı. “ Türk olmak kolay değil ”

İletişim yayınlarından çıkmış kitabın ilk baskısı 1985 yılında yayımlanmış. Yazar Haluk Şahin’in Nokta dergisinde çıkan yazılarından oluşuyor. Salih Memecan’ın çizimleri ile de kitap şenlenmiş.

Bugün oradan seçtiğim yazının başlığı; “Birlikte alkışlıyoruz”

***

“ Büyük kentlerimizden birinde adamın biri doktora gitmiş. “Doktor” demiş, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Göğsümde ağrılar var.”

Doktor; “Göğsünüzde kızartılar var mı?” diye sorar.

“Evet, var.”

“Sağ kolunuzda, bileğin üstünde hafif bir morarma?”

“Evet, var.”

“Yerel seçimlerde oyunuzu ANAP’a mı verdiniz?”

Hasta şaşırmış; “Hayret, bunu nasıl bildiniz?”

“Böyle bir salgın var.” demiş doktor. “Son zamlardan sonra çok yaygınlaştı. Neyse ki tedavisi kolay. Bundan sonra sabahları yataktan kalktığımızda, “Ah be! Ne ettim de oyumu Özal’a verdim! ” deyip göğsünüzü yumuklamayı, “ sandığa o oyu atan bu eli kesmeli! ” diye sağ bileğinizin üstüne vurmayı bırakın. Kızartı da morartı da kısa zamanda geçer.”

***

Yazar, bu fıkranın Atina’da Sosyalist PASOK için anlatıldığını belirterek, dönemin hükümeti serbest piyasacı ANAP’a cuk oturduğunu belirterek devam etmiş.

“Dalgalar halinde gelip, orta direğin başını narin sazlar gibi eğen zam seli vatandaşı sersemletip duruyor. İnsan sabahleyin gazeteleri açmaya korkuyor. Şuna zam, buna zam, bir daha zam, bir daha, bir daha...Tüm fiyatlar yeni bir yükseltide hizaya gelme yarışına girmiş gibi.

***

Önceki hafta yüz liraya aldığım pilleri geçen hafta 200 liraya satan, 950 gram pirinç için 400 lira isteyen bakkal arkadaş; “Ağabey, müşteriye fiyat söylemeye utanıyorum.” diyor ve ekliyor; “Aradaki fark benim cebime girmiyor ki?”

Aradaki fark kimin cebine giriyor? Gerçekten can alıcı soru bu bence. Şöyle bir yanıt önereyim; Aradaki fark lira (TL) kesiminden dolar kesimine akıyor.

***

Türk ekonomisine baktığımızda iki ayrı paranın egemen olduğu iki ayrı kesimden söz edebiliriz. Başta petrol olmak üzere bazı malların fiyatı dolara bağlanmış. Dolar yükseldikçe, bu malların TL olarak fiyatı da artıyor. Petrol fiyatları, ithal malları fiyatları ve onlara bağlı olan diğer fiyatlar...Buna bir de “kur farkı” uygulamasını, yani devletin bazı durumlarda liranın değer yitirmesinden ileri gelen farkı sanayici ve ihracatçılar için üstlenmesini ekleyin...

***

Öte yanda, geliri dolara göre yükselmeyen geniş kitleler var. Toplu sözleşmeliler, memurlar, emekliler, aylıklar. Ceplerindeki TL ile doların yükselmelerine ayak uydurmaya çalışanlar. Bunlar yükselip giden bir balona erişmek isteyen çocuklar gibi çaresiz zıplayıp duruyorlar.

Kısacası, dolar kesimindeki zenginleşmeye karşılık lira kesiminde bir yoksullaşma söz konusu. SSK verilerine göre, Türkiye’de 1978 yılınında sekiz doların üstüne çıkan günlük ortalama ücretler, 1984 yılında üç dolara kadar gerilemiş. Türkiye düşük ücrette dünya şampiyonluğuna adaylığını koymuş durumda. Eskiden Güney Kore, Taiwan, Singapur ve Hong Kong gibi bazı Uzakdoğu ülkelerine ucuz emek cenneti gözüyle bakılırdı. Şimdi buralardaki ortalama ücret (dolar olarak) bizdekinin en az üç katı.

***

İşin kötüsü, bu yoksullaşma eğiliminin dibi görünmüyor. Özal, 24 Ocak Kararlarını uygulamak üzere Türk ekonomisinin yönetimini ele aldığında dolar 47.5 liraydı. Şimdi 350 liraya yükseliyor. Bir iktisat profesörüne göre gerçek kur 550 lira olmalı...Bir dolar 550 lira!...

Yo, o kadar fantastik bir şey değil bu. Çok geçmeden bunu da göreceğiz. Tabii buna bağlı olarak, zam dalgalarının da orta direği bir daha, bir daha dövdüğünü de.

Bir sihirbaz düşünün. Topu topu iki hüneri var. Şapkadan ya kuş çıkarıyor ya yumurta. Özal da öyle. Ne sihirdir ne keramet ya zam çıkıyor şapkasından ya da devalüasyon.

Zam, devalüasyon, zam, devalüasyon, zam...

Ve, hep birlikte alkışlıyoruz!”

***

Yıl 2022. Ne değişmiş? Hala gazeteleri açmaya korkuyoruz. Vatandaş hala zamların altında inim inim inliyor. O zamanlardan değişen şeyler var elbet ama olumlu yönde değil! Mesela bugün “orta direk” diye adlandırdığımız kesim kaldı mı? Toplum; zenginler ve fakirler olarak iki guruba ayrıldı.

Şimdi siz de düşünün! Bir sihirbaz var. Şapkadan ya tavşan çıkarıyor, ya da yumurta!

Sene 2022. Hep beraber alkışlıyoruz!

***

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi