Kadınlarımız ölüyor!

Şiddetin kökenleri ile ilgili yazdığı “Güç ve Masumiyet” adlı kitabında Rollo May şöyle der; "İnsanları güçsüzleştirdikçe şiddet duygularını kontrol etmekten çok arttırırız. Toplumdaki şiddet olayları büyük ölçüde özsaygılarını oluşturmaya, kendilerinin ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalışanlar tarafından yapılır. Şiddet zayıflığın ifadesidir."


    ***
Kadınlarımız ölüyor!


Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun kayıtlarına göre 2008-2020 yılları arasında 3621 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 2021 yılında ise öldürülen kadın sayısı 280 oldu. Şiddet sebebiyle yaşama veda eden 217 kadının ölüm sebebi ise, şüpheli olarak  kayıtlara geçirildi.
Neredeyse içinde kadın cinayetinin geçmediği gazete ve haber bülteni yok. Sadece geçtiğimiz Ekim ayında 19 ilimizde 38 kadın katledildi.


    ***


Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerine göre, dünyadaki her üç kadından biri hayatında en az bir kez şiddete maruz kalıyor. 2000-2018 yılları arasında 194 üye ülkede yapılan araştırmaya göre, dünyada 736 milyon kadın şiddet mağduru.
(DSÖ sonraki yıl raporlarını, pandemi sebebiyle şiddet mağduru kadınların ulaşabileceği kişi sayısının az olduğu ve verilerin yanlış olabileceği gerekçesiyle açıklamadıklarını belirtmişti.)
Aslında, toplumsal sebeplerden, korkudan, ekonomik sebepler yüzünden, veya çocukları nedeniyle, herhangi bir yardım kuruluşuna veya  adli makamlara başvuramayıp şiddetle  yaşamak zorunda kalan kadın sayısının çok daha fazla olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Şimdi istatisliklerden biraz çıkıp, olaylara mağduriyet ve özgürlük tarafından bakalım. Şiddeti sadece ölüm sayısı ile sınırlayamayız.
Kadınların gece sokakta dolaşamaması, istediği kıyafeti giyememesi, okula gönderilmemesi, tek başına tatile çıkamaması vs. gibi özgürlük kısıtlayan her baskıyı şiddet olarak değerlendirmek gerekir.


    ***

Son yıllarda çekilen ve izlenme oranları yüksek dizilere baktığımda, şiddetin ne kadar sıradan ve normal bir şekilde meşrulaştırıldığını ve toplumun bunları hiç yadırgamadan izliyor olmasına şaşkınlıkla bakıyorum. Örneğin birinde, iki kız babası bir adam hem eşini, hem de kızlarını canı sıkıldıkça tekme tokat dövüyor. Uyguladığı şiddet sadece bununla da bitmiyor, yemek ve içecek olarak ancak masada kalan artıklarla beslenmelerine izin veriyor. Zengin ailelerin çocuklarına da bu kızları adeta bir mal gibi satıp evlendirmeye çalışıyor. Üstelik bunları kendisi de bir kadın olan kız kardeşinin gözlerinin önünde yapıyor! Bir kadının, ailesindeki başka kadınların şiddete maruz kalmasını izleyip tepki vermemesi de düşünülmesi gereken başka konulardan.


    ***

Diğer bir kaç diziye de göz attığımda, ne yazık ki senaryoların benzer konular üzerine yazıldığını gördüm. Aldatan erkekler, başörtülü kadınların saçı görünenleri aşağılaması, açık olanların ise türbanlıların davranışlarını ilkel ve itici buluyor olması, vs...(Hayatımda ilk kez tarihi / belgesel niteliği olmayan bir dizide,  kadın karakterin diğerine “faşist” dediğini işittim ki, son zamanlarda siyaset arenasında başörtüsünün yeniden gündeme gelmesinden dolayı, acaba sipariş bir senaryo mu diye düşünmedim değil.)


    ***

İyi bir dizi ve sinema izleyicisi olarak, yabancı yapımlarda şiddeti olağan gösteren bir senaryo izlediğimi hatırlamıyorum! O halde, bunu medeni ve uygar bir toplum olma yolundan hızlıca uzaklaştığımız şeklinde düşünmemiz doğru olur. Başka bir açıdan değerlendirmek gerekirse, eğitimin kalitesizleşmesi, ekonomik şartların bozulması, işsizlik oranları, sanattan, felsefeden kopuşun getirdiği hayalsizliğin, yazılan seneryolarda da kendini gösterdiğini düşünebiliriz.
İçki sahnelerini yasaklayan, kadehleri buzlayan, küfür bile denemeyecek argo kelimeleri bipleyen denetleme kuruluşunun da bu tarz yapımlara esneklik göstermesi şaşırtıcı.


    ***

Aslında cinayetlere ve şiddet olaylarına baktığımızda sadece kadın olmanın bile şiddet için yeterli olduğunu farkedebiliriz. Zira; Kadınlar, ölümlerinden sonra bile suçlanmaya devam ediyorlar.
“Gecenin o saatinde dışarda ne işi vardı?”, “Ama şort giymişti, mini etekle geziyordu.”, “Kadının erkek arkadaşı mı olur?” gibi gerekçelerle, erkeklerin suçlarını hafifletmeye çalışan yasaların değişmesini sağlayamazsak, toplumsal eşitliğin sağlanması yolunda harekete geçmezsek, şiddetin önüne geçemeyeceğimiz muhakkak.


***

Artık, şiddeti ve şiddet gören kadınların sayılarını saymayı bırakıp, çözümlere odaklanmamız gerek.
Şiddetin sebepleri araştılmalı, kadınlara hakları konusunda eğitimler verilmeli. Devlet tarafından yasal destek ve yardımlar yapılmalı; mahkeme, avukat gibi giderlere ücretsiz ulaşabilmeleri ve güvenlikleri sağlanmalı. Barınacak yer ve psikolojik destek verilmeli. Meslek edinme / iş bulma / kreş konularında öncelik tanınmalı.
Resmi istatistiklerin sıralandığı bir makalede yer alan tespitlerden biri de, şiddet gören kadınların, polis sorgulamalarından çekindikleri için polise gidip ifade vermekten korkmalarıydı. Çözüm olarak da, emniyet ve yargı organlarında daha fazla kadın yetkiliye görev verilmesi gerekliliğinin altı çiziliyordu.


    ***

Sonuç olarak;


Kadına yönelik / aile içi şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve suçluların cezalandırılmasını içeren “Türkiye'nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir.“ gerekçesi ile Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilen İstanbul Sözleşmesine geri dönülmelidir.

Sevgiyle kalın
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi