Troya Müzesi ve Antik Kenti

“Bu coğrafyanın rüzgarını, toprağını, gökyüzünü, denizini, zeytin ağaçlarını ve taşlarını hafızanıza yazın. Troya hikayesinin gizemli dünyasına hoşgeldiniz”
***
Ünlü ozan Homeros’un İlyada Destanın’da bahsettiği Troya’dayım. Müzeyi ve Antik Kent’i buradan edindiğim bilgilerle size tanıtmaya çalışacağım.
Kent; Troia / İlion / Troas olarak da isimlendiriliyor.
Müze ve Antik kent, Çanakkale-İzmir yolu üzerinde Tevfikiye köyü istikametinde olup, 1998 yılından bu yana Dünya Mirası listesinde.
Yıllardır belli aralıklarla gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkan tümülüsler (Mezar / mezarlık içeren toprak yığını), Arkaik Döneme ait yazıtlar, erken Roma dönemine ait. Sergilenen eserler, burada yaşamış toplulukların gelenekleri, inançları, yaşamları, ölümleri ve sanatsal yapıları hakkında fikirler veriyor.
***
Müze binası 3 katlı olarak yapılmış. Katlara merdiven olmadan rampa ile çıkılıyor. (Rampa çıkmak istemeyenler için asansör mevcut)
Rampalardan çıkarken, Troya’ya ait mezar taşları, heykelleri, sahnelerin canlandırmaları ve fotoğraflarla Troya’nın izlerini takip edebebiliyorsunuz.
Müzenin çatı katında ise seyir terası bulunuyor. Binanın her katı tarihsel süreçlere göre sıralanıp düzenlenmiş.
***

k8.webp

Müze de sergilenen altın eserlerin bir bölümünün, adından sıkça bahsedeceğimiz Heinrich Schliemann adında “Priamuos Hazineleri’nin” peşinde olan, Antik Truva şehrini bulmak için Troya’da kazılar yapıp epeyce eseri yurt dışına kaçıran arkeolog’dan geriye kalanlar olduğu belirtilmiş. Schlieman tarafından yurt dışına kaçırılan eserlerin bir kısmı Londra ve Berlin’de bir süre sergilenmiş. Ancak tarihsel süreçte Almanya’nın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilişiyle bir süre ortaya çıkmamış. Bu eserlerden bir kısmının Puşkin Müzesi’nde sergilendiği ifade ediliyor.
***
Schliamann, kazılar sırasında çıkardığı içeri bilinmeyen buluntuları, 22 sepet, 3 çanta, 5 sandık içinde yunan gemisine yükleyerek Atina’ya yollamış.
Diğer kaçırdığı hazinelerin listesi, toplam 8833 parça olarak listelenmiş. İçlerindeki parçalar; Filigran sarkaçlı iki diyadem (antik dönemde kralların otoritesini simgeleyen, başa takılan taç), dört küpe, kolyeler, bilezikler. Ayrıca bir alınlık, 56 adet halka/küpe, altın ve gümüşten yapılmış çeşitli kap ve vazolar...
Bu sayıların ve içeriğinin nasıl tespit edildiğini bilmiyorum ancak Troya’ya ilgi çok büyük olduğundan, Schliamann’ın yurt dışında yayınlanan kazı çalışmalarına ait makaleleri oldukça ilgi görmüş. Sayıca ifade edilen buluntular kendisi tarafından yazılan makalelerde belirtilmiş olabilir.
Ziyaret edenlerin, müzenin 3.katında “Yitik Miras”olarak adlandırılan hikayeyi yakından takip edebileceği oldukça fazla fotoğraf ve döküman mevcut.
Diğer sergilenen eserler ise, Pennsylvania Üniversitesi Müzesi Koleksiyonunda bulunan, Troya’ya ait olduğu saptanarak iadesi istenen eserler.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün girişimleriyle 2012 yılında Türkiye’ye iade edilmiş.
***
Troya, Kaz dağı’nın (İda) eteklerinde tarih boyunca arkeologların, tarihçilerin ilgisini çekmiş. Buradaki en erken yerleşim katı, M.Ö.3000-2500 ile erken Tunç Çağına tarihleniyor. Sonrasında da sürekli yerleşim gören yer, Roma dönemi ile sona ermiş.
Bu coğrafya ile ilgili ilk katmanlardan; Antik dönemin ozanı Homeros İlyada destanında, Troya’yı “verimli toprakları, gür akan nehirleri, dağları ve ovaları” ile anlatmış. Onun yanısıra, kentin geçmişini kayda geçen grek tarihçi Heredot, coğrafyacı Strabon ve bu topraklarda yaşamış olan araştırmacı Dimitros gibi isimler eserlerinde bahsetmişler.
***
Aralıklı olarak gerçekleştirilen kazılarda, aynı yerde yedi kez farklı dönemlerde kent kurulduğunu gösteren 33 katman tespit edilmiş. Troya kentinde 20 kentin adına darp edilen sikkeler olduğu söyleniyor. Sikke betimlemelerinde bölgesel destanlar, mitolojik olgular yer alıyor.
Bronz Çağ’ında önemli bir yerleşim yeri olan bölgenin ünü aslında Akhaların Troya’yı kuşatmasını anlatan destandan geliyor. Antik dönem tarihçileri Troya Savaşını M.Ö. 1250-1135 yılları arasına tarihlemişler.
Homeros; İlyada’da, Troya Savaşı’nın Akhilleus’un öfkesi ile başlayıp, Hektor’un ölümüyle sona eren süreyi, Odysseia destanında ise, Troya’nın Tahta At hilesi ile ele geçirilmesini anlatır.
Olayı kısaca hatırlayalım; Akhalar ile Troya’lılar savaşa girer. Akhaların komutanı Agamemnonn’dur. Ordusunda, Spartalı Menelaos, Akhilleus, Odysseus gibi savaşçılar vardır. Savaşı tanrılar yönetmektedir.
Athena ve Zeus’un eşi Hera ile Hephaistos, Akha ordularının tarafındadır.
Hektor’un önceliğindeki Troya’lılara ise; Dardanos’lular, Sestos’lular, Trakya’lılar, Frigraya’lılar eşlik etmektedir. Dardanos’lu Aeneas, Likya’lı Sarpedon ordularının başındadır. Tanrı Apollon, savaş tanrısı Ares ve tanrıça Afrodit, Troya’lıların arkasında durur. Zeus uzun zaman Troya’lıların yenilmesine izin vermez ama aradan geçen on yıl ve tahta at hilesiyle kente giren Akha askerleri sonu belirler.
Antik Çağ’da Troya Savaş’ının sahneleri, şairlerin, ressamların eserlerine de yansımış.
***
Burada uzun süre antik bir kentin olduğu bilinmemiş. Troya kentinin kurulduğu zamanlarda, denize çok yakın bir yerde olduğu düşünülmüş. Fakat zamanla coğrafyada oluşan doğal değişiklikler nedeniyle denizden uzaklaşıp önemini kaybetmiş.
Tunç Çağ’ında, Ege Denizinden, Karadeniz’e giden ticaret gemilerinin geçmek zorunda kaldığı Çanakkale Boğazı, ticari anlamda bölgenin gelişmesi bakımından önem kazanmış.
***

k9.webp

Tunç Çağı’nda deniz ticareti tek ve dikdörtgen gemilerle yapılmış. Bu gemiler elbette bildiğimiz türden değil. Rüzgara karşı manevra kabiliyeti çok az olduğundan, Ege’den Çanakkale boğazına girebilmek için Mayıs-Eylül aylarını bekliyorlarmış. O süreçte Troya bu gemilere kılavuzluk yapıp, konakladıkları süre içinde gıda sağlıyor, karşılığında geçiş vergisi alıyormuş.
Troya’lılar aynı zamanda ticaretle gelen hammaddelerden ürünleri, takas yapmışlar. Bu sırada da mühür, ağırlık ve benzeri objeleri kullanmışlar.
***
Çanakkale Boğazı adı geçmişken, biraz efsanelerinden de bahsedelim.
Çanakkale Boğazının eski adı Hellespont.
Efsane odur ki; Antik Yunanistan’ın bir bölgesi olan Boeotia Kralı Athamas ve karısı Nephele’nin, Phriksos adında bir oğlu, Helle isimli de bir kızları vardır.
Kral bir süre sonra tanrısal varlık olan eşinden ayrılıp, İno adında bir kadınla evlenir. Bu evliliğinden de iki oğlu olur. İno, tahta üvey oğlunun geçeceği korkusu taşıdığından, onu yok edecek planlar yapar.
Kadınlara buğday tohumlarının kavrulması görevini verir. Bundan erkeklerin haberi asla olmayacaktır. Buğday tohumlarının kavrulması sebebiyle, toprak ürün vermez ve kıtlık baş gösterir. Kral endişelidir ve bu durumdan nasıl kurtulacakları hakkında yol göstermeleri için kahinlere başvurur.
Ancak, İno kahinleri de kandırmış ve krala yalan söylemelerini sağlamıştır. Kahinler krala, büyük oğlu Phriksos’un Zeus’a kurban edilmesiyle bu kıtlıktan kurtulabileceğini söylerler.
Bunu yapmaya mecbur kalan kral, oğlunu kurban sunağına götürür. Fakat, oğlunun ölüme götürüldüğünü gören anne, Hermes’ten yardım ister. Tanrıların en kurnazı ve en hızlısı olan Hermes, altın postlu bir koç gönderir. Koç, çocukları göğe çıkartır. Boğazın üzerine geldiklerinde Helle düşer ve boğulur. O nedenledir ki, Çanakkale Boğazı’nın adı “Helle’nin denizi”, yani Hellespont olarak anılır.
***
Çanakkale Boğazı’nın (Hellespont), bir diğer efsanesi Hero ile Leandros adlı iki aşığa ait...Boğazın Avrupa yakasında, Sestos’ta (Eceabat ilçesi yakınlarında) bir kulede yaşayan, Afrodit’in rahibelerinden Hero, karşı kıyıda yaşayan Abidos’lu genç bir adam olan Leandros’a aşık olur. Sevgilisini görmek için her gece boğazı yüzerek geçen gence yol göstermek için Hero kuleye çıkıp meşale yakar. Gizli aşkları yaz boyu devam eder.
Fakat kış geldiğinde o boğazda yüzmek mümkün olmadığından, aşıklar kışın ayrılıp, yaz geldiğinde tekrar buluşmak üzere sözleşirler. Bir kış gecesi Leandros kulede meşalenin yandığını görüp, yüzmeye başlar. Fakat fırtına meşaleyi söndürmüştür. Leandros, karanlıkta yolunu kaybeder ve boğulur. Hero sevgilisinin öldüğünü görünce kendini kuleden aşağıya atar. Sevgilililerin cesetleri birbirlerine sarılmış vaziyette kıyıya vurmuş olarak bulunur.
Bu olayın sahneleri Roma İmparatorluk dönemi sikkelerinde de betimlenmiş.
***

k0.webp

Troya’da kazıların seyrini değiştiren kişi Frank Calvert olmuş. Malta’dan gelip Çanakkale’ye yerleşen Calvert, bu coğrafyanın özelliklerinden dolayı arkeolojiye yönelmiş. Hisarlık Tepesinin Troya olduğunu arkeolojik araştırmalarıyla ilk öne sürenlerden olan Calvert’in çalışmaları 1861-1865 yıllarını kapsıyor.
Daha sonra Troya ile ilgilenen bilim adamlarının, araştırmacıların en çok aradığı kişi haline gelmiş. Heinrich Schliemann ile tanışması 1868 yılına rastlıyor.
1905 yılında, elde ettiği koleksiyondan bir kısmını (60’ın üzerinde parça olarak ifade edilmiş) Worcester Art Museum’a satmış. Ölümünün ardınan, koleksiyondan geri kalan parçalar, 1934-35 yıllarında ailesi tarafından Çanakkale Arkeoloji Müzesine bağışlanmış.
***
Almanya’da bir papazın oğlu olarak dünyaya gelen Heinrich Schliemann’ın arkeolojiye merakı, babasının noel hediyesi olarak verdiği “Çocuklar için dünya tarihi” adlı kitap sayesinde olmuş. Babasından biraz öğrendiği yunanca ile Homeros’un İlyada destanına hayranlığı büyükmüş.
Dünyayı gezip, zengin olmak arzusunda olan Schliemann, lisan öğrenme konusundaki müthiş yeteneği sayesinde, gezip çalıştığı ülkelerde Fransızca, İngilizce, İtayanca, Rusça, Portekizce dahil olmak üzere birçok dil öğrenmiş. Yunan medeniyetine olan ilgisi de onu yaptığı tüm işleri bırakarak Paris’te, arkeoloji ve filoloji eğitimi almaya yönlendirmiş
***.
Frank Calvert ile tanışmasıdan sonra Troya hazinelerinin peşine düşen Schliemann, defalarca yaptığı kazılardan ilk zamanlarda umudunu kesmiş olsa da, farklı zamanlarda tekrar tekrar incelemeye ve aramaya devam etmiş. Bu kazılar sırasında Troya’ya ait en eski katmanlara ulaşmış. Fakat bu sırada, 20 metre genişliğinde, 14 metre derinliğinde, tepenin 40 metre içine giren bir yarık kazarak Roma kutsal alanına büyük zarar vermiş. Bu alanın adı “Schliemann Yarması” olarak adlandırılmış.
Schliemann, bulduğu nesneleri Osmanlı idarecilerden ve hatta Frank Calvert’ten bile saklamaya başlamış.
Osmanlı Devletinde eski eserlerin toplanması ve kaçakçılıkla ilgili ilk ciddi düzenlemeler 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrasında başlatılmış olduğundan, Osmanlı bürokratları Yunan-Roma eserlerinin Avrupa’nın kültürel değerleri açısından öneminin farkına varamamışlar. Schliaman’ın hazineleri bulması ve kaçırması dünyanın ilgisini çekince Osmanlı Devleti’de hazineleri geri alma konusunda girişimlerde bulunmuş.
***
Schlieman’ın ölümünden sonra, önceleri onunla birlikte Troya kazılarında çalışan Wilhelm Dörpfeld devam etmiş. Daha sonrasında, Carl W.Blegen yönetiminde 1932-38 yılları arasında yedi sezon kazı yapılmış. Bu çalışmalar her açıdan dönemin en modern kazısı olarak tarihte yerini almış. 1950’li yılların başında sekiz ciltlik Troya kazı sonuçlarının günümüzde halen Ege Arkeolojisinin en önemli başvuru kaynağı durumunda olduğu ifade edilmiş.
Atatürk’ün verdiği izinle Troya çalışmalarını gerçekleştiren Blegen, tüm kazı sonuçlarını günlüğüne kaydetmiş.
***
Neolitik çağdan, tarihi çağlara kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapan, 1915 yılında gerçekleşen ve bir devri kapatan Çanakkale Savaşıyla, bu coğrafyanın hikayeleri, türkülere, şiirlere, filmlere konu olmaya devam ediyor.
***
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir / Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın bir vatan kalbinin attığı yerdir / Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda gördüğün bu tümsek Anadolu'nda, istiklal uğrunda, namus yolunda can veren Mehmed’in yattığı yerdir./
Bu tümsek, koparken büyük zelzele / son vatan parçası geçerken ele Mehmed’in düşmanı boğdugu sele, mübarek kanını kattığı yerdir / Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin yaptığı bu tümsek, amansız, çetin bir harbin sonunda bütün milletin hürriyet zevkini tattığı yerdir. (Necmettin Halil Onan)

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi