Nerede kaldı o insanlar?

Farkedersiniz sizde... Bir yerlerde dolaşırken, bu kişilere ait isimlerin verildiği okul, yurt, kütüphane, hastane, park, bakımevi vs. gibi kamu yararına yapılmış, hala kullanılan yapılar gözümüze ilişir.

Bugün sanki o hayırsever iş insanları birdenbire yok olmuş gibi, uzunca bir zamandır yeni isimlere rastlayamaz olduğumuzu düşündüm.

***

Elbette günümüzde de isimlerini bildiğimiz çok zengin iş insanları var. Ancak onların bir çoğunun nasıl zengin olduğunu, nerelerde, neler yaparak varlıklarını edindiğini pek öğrenemiyoruz. Bu sebeple de bakkallık, marangozluk, kasaplık, manavlık ile başlayan bir iş hayatının, büyüyerek devam etmiş ilham verici hikayelerini dinleyemiyoruz.

Hoş! Zaten yaşadığımız sıkıntılı ekonomik süreçte, çok çalışarak, küçük bir dükkanı / tezgahı büyüterek zenginleşmenin artık çok zor olduğunu da göz ardı etmiyorum.

Ancak, Sakıp Sabancı, Vehbi Koç denilince, onları hiç tanımamış, görmemiş olan biz ve bizim gibilerin, sanki tanıyormuşçasına, haklarında söyleyebileceğimiz bir şeylerin olduğunu düşünmek beni de şaşırtmıyor değil!

Örneğin; Vehbi Koç’un nasıl zengin olduğunu, akşamları bir kadeh viski veya cin-tonik içtiğini, sekiz saat uyuduğunu, sabah erkenden güne başlayıp, işinin başına geçtiğini...Hatta içinde ukde olarak kalan şeylerin; daktilo yazamamak, yabancı dil bilmemek, ve otomobil kullanamamak olduğunu...

***

Tahmin edeceğiniz gibi, bugün biraz “Kimler geldi, kimler geçti” diyeceğiz ve Türkiye Cumhuriyeti ile büyüyen, Türk Sanayinin en önemli ve en renkli isimlerinden biri olan, 1996 yılında kaybettiğimiz Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç’tan ve onun düşündürüp, gülümseten anılarından bahsedeceğiz.

***

Yıllar önce, Uğur Dündar’ın henüz çok genç bir gazeteci olduğu dönemlerde, TRT televizyonunda konuk alarak yaptığı yayınlar olurdu. Bu programlardan birine Vehbi Koç katılmıştı. Orada geçen ve bir sohbet ile başlayayım.

***

Uğur Dündar soruyor; “Vehbi bey, ortanca torununuz Ömer’i çok severmişsiniz. Bunun sebebi var mı?”

Varmış elbet...

Vakti zamanında Koç ailesi iki haftalık Akdeniz deniz gezisine çıkmışlar. Vapur Çanakkale’den çıkarken Ömer, Vehbi beyden gazoz parası istemiş. O da torununa istediği parayı vermiş. İki hafta sonra vapur Çanakkale’ye girerken gazoz parası hala Ömer’in cebinde duruyormuş.

Aslında, burada Vehbi Bey’in cimri oluşuna vurgu yapılmak istense de, işin aslının öyle olmadığını herkes biliyor. O, cimrilikten değil sadece lüzumsuz para harcamaya kızdığını defalarca dile getirmiştir.

Cimri diyenlere ise; “Ford arabama binerim, mersedese de binebilirim ama ben bunu kabul etmiyorum. Bir üniversite yaptıracaksın, memleketin hayrına olan biri işi yaptıracaksın, ondan parayı esirgemem. Ama 20 lira için de kıyameti koparırım.” dediğini bir çok defa duymuşuzdur.

***

Savaşlarda genç nüfusunu yitirmiş, yokluk içindeki bir Türkiye’nin, Cumhuriyetle birlikte yeniden ayağa kalkmasına tanık olanlardan biri olan Vehbi Koç’un yükseliş hikayesi, okulu bırakarak, Ankara’da bulunan evlerinin alt katında “Koçzade Hacı Mustafa Rahmi Firması” adı altında açtıkları bakkal dükanında başlıyor. Sene 1917. Bakal dükkanında satılan malzemeler ise; Ayakkabı lastiği, kaşar peyniri, zeytin, makarna gibi ihtiyaç malzemeleri.

***

Adına yapılmış bir televizyon belgeselinde o yıllardan şöyle bahsediyordu;

“Evimizde gaz lambası kullanırdık. Bu lamba şişelerinin numaraları vardı. Misafir gelmediği zamanlarda beş numara, misafir olduğu zamanlarda sekiz numara, en kabadayısı on dört numaralı olanı kullanırdık. Bir de idare lambaları vardı. O da karanlık yanardı ve tuvalette kullanırdık. Kömür sobası yoktu, odun sobası yanardı. Çamaşırlar çay kenarında yıkanırdı, kırk günde bir de hamama gidilirdi o zamanlar.”

Bakkallıktan, Holding olmaya uzanan meşakkatli yol...

***

Bir programda da en sevilen tiyatro sanatçılarımızdan biri olan Zeki Alasya konuk olmuş. O da Vehbi bey’in kibarlığını vurgulayan bir anısını anlatıyor;

“1977 senesiydi. Çekim yapılacağından arkadaşlar yolu kapatmışlar. Metin Akpınar’ın çekimi yapılacaktı ve ben kenarda duruyordum. Vehbi bey yürüyüşe çıkmış ancak çekim yapıldığını görünce sabırla bitmesini bekledi. Benim yanıma yaklaştı. “Beni tanıyor musun?” diye sordu. Önce tereddüt ettim ama “evet tanıyorum” dedim. Koluma girdi ve yürümeye başladık. Beni birine benzettiğini anladım ama belli etmedim.

Daha sonra beni Gazanfer Özcan’a benzettiğini anladık.

Aynı günün gecesi telefonla arayarak özür diledi. Benim belli etmeyişimi de kibarlığıma verdiler.

***

Aydın Boysan anlatıyor; “Bir gün yürüyüş yapıyoruz. Ona; “Ömür boyu size benzer bir yerim olsun istedim, bugün oldu” dedim.

Sordu; “Ne o?”

“Ayakkabılarımız benziyor” dedim.

On dakika kadar yürüdük. Sordu; “Kaça aldın onları?”

“30 dolar” dedim. Bir on dakika daha yürüdük. “Şu işe bak ya!” dedi. “Seninki 30, benimki 98 dolar, nasıl iş bu!”

***

Peki o dönemde siyasi iktidarla iş insanı olarak ilişkileri nasıl diye merak ederseniz; 1950’li yıllarda Adnan Menderes, Vehbi Bey üzerinde epey baskı kurmuş. Hatta Vehbi Bey hakkında epey soruşturma açılmış. Sebebi ise Vehbi Bey’in CHP’ye üye olması ve İnönü’ye bağlılığıymış.

O baskının sebebini de şöyle anlatmış; “Ford ile ortaklık ve üretim için görüşmek ve randevu almak istiyordum. Uzun çaba ve girişimlerden sonra randevu almayı başardım. Konuşmaya giderken, devletimizin de desteklediğini göstermek için Menderes tarafından Ford’a yazılmış mektubu da cebime koydum. Görüşmeler yapıldı, herşey tamamdı.

Ford, sermaye desteği de vereceğini de belirtti. Ancak, bunun için hükümet onayı gerekiyordu. Fakat, hükümet CHP’li Vehbi Koç’a sırtını dönmüştü ve 8.5 ay geçmesine rağmen Menderes’ten randevu almak mümkün olmuyordu. Çünkü, dönemin bakanları,“bizim partiye muhalif, Halk Partisini destekleyen bu adama nasıl mektup verdin” diyerek baskı kurmuşlardı. Menderes, Demokrat Partiye girmesi konusunda ısrarcı olunca, Vehbi Bey ona şu sözlerle karşılık vermiş; “Başbakanlık gücünüzü kullanıp beni batırabilirsiniz. Ben de Ankara’ya Keçiörendeki evime gider otururum. Hiç bir şey değişmez!” Sonunda CHP’den istifa eder, ancak Demokrat Partiye de yazılmaz.

Ford ile ortaklık meselesine gelince; “adamlar sadece teknik destek verebileceklerini ve ortak olmayacaklarını bildirdiler. Biz de kendi çabamızla işe koyulduk.”diye anlatıyordu.

***

Yine Aydın Boysan’ın Vehbi Koç ile ilgili iki anısı ile sohbetimize devam edelim; “Sene 1978 ve anarşinin şiddetli olduğu bir dönemde Abant’tayız. Bir gün gölün kenarında yaptığımız yürüyüşü tamamladıktan sonra, otelin kapısına geldik. Kapıda silahlı bir jandarma bekliyordu. Vehbi Bey, “evladım sen burada ne bekliyorsun?” diye sordu. Asker; “Vehbi Koç’u korumak için amca, tanıyorsan gösteriver” dedi. Şaşırdık tabi. Vehbi Bey bunun üzerine, “tanısalar bir türlü, tanımasalar bir türlü. Bazı yerlerde hemen tanıyorlar. Mesela camiye gittiğim zaman, İmam Hatipli talebeler birbirlerini dürtüp beni gösteriyorlar.” Ben de ekledim; “ Eh ihtisasa göre beyefendi, beni de meyhanede gösteriyorlar.”

***

Vehbi Bey çok tutumlu biri demiştik. Ama seyrek de olsa çevresindekilere hediyeler verirmiş. Vaktiyle bana da bir kutu verdi. Açtım, içinden bir masaçakmağı çıktı. Teşekkür ederek evirip çevirdim. Bir de gördüm ki çakmağın altında, “ Ford Bayiler Toplantısı” yazıyor. Benim gevşek gevşek güldüğümü görünce şöyle dedi; “Sen benim elime bedava geçen şeylerin bana kaça mal olduğunu bilemezsin ki”

***

Ülkemize sayısız katkısı olmuş bu değerli iş insanımızı sevgi ve rahmetle anıyorum.

Kaynaklar; 1992/ 32.gün Mehmet Ali Birand Vehbi Koç Belgeseli / TRT televizyonu arşivi/ Hayat Tatlı Zehir/ Aydın Boysan kitabı

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi