Elimizde mızrak, kıçımızda yaprak...

Evrene ne mesaj yollarsan seni bulurmuş derler. Son birkaç yıldır, siyasilerin “eskiden o yoktu, bizden önce bunlar da yoktu” söylemlerine karşılık, halk röpörtajlarında bu söz çokça dillendirilir oldu. Henüz mızrağımız yok ama sanki yaprağına az kaldı gibi.

Paramızın değeri yok olmuş. Enflasyonun önüne geçilemiyor. Eh, evrene mesajı da vermişiz, korkarım bir sonraki yılı “elimizde mızrak, kıçımızda yaprak” ile karşılayacağız!

Neyse, yine de böyle kötü şeyler düşünmeyelim...

***

Yeni umutlarla, yeni hedeflerle pırıl pırıl bir seneye merhaba diyeceğiz. Ülkece pek tadımız yok maalesef. Pahalılık bir yandan, çürümüşlük bir yandan devam ederken, sevinecek bir şey bulmakta zorlanıyoruz.

Her şey o kadar değişti ki...

En basitinden bir örnek vermem gerekirse; Diyelim ki bir dostunuza armağan aldınız. Hediye paketi isterseniz üç lira ek ücret isteniyor.

Oysa böyle özel günlerde sizin söylemenizi beklemeden “hediye paketi olacak mı?”diye sorarlardı satış elemanları. Eskidendi, çok eskiden tabii...

Bu defa sormadılar.

Ben böyle eskilere dalmışken, satış elemanının, “poşet istiyor musunuz?” sözü ile silkelendim.

“Elbette isterim.”

Marketlerin delik poşetleri ile hediye verecek halimiz yok! O da üç liraymış.

İster istemez aklım o iki liraya gidiyor. Hangi iki lira mı?

***

Herkesler merakla bekliyordu. Toplandılar, bir daha toplandılar, sonra yeniden toplandılar. “Enflasyona ezdirmeyeceğiz” diyorlardı ya, bu toplantılar neticesinde geçinebilecek kadar bir rakam çıkar diye umut ediyorduk.

Günler süren toplantılarda hangi rakam üzerinde pazarlık yapılıyordu, onu da bir türlü öğrenememiştik.

Sonunda açıklandı. Eskisi, 11 bin 402 liraydı, üzerine biraz koydular, küsüratı olan 400 lirasını attılar, iki lirasını bıraktılar. Yeni asgari ücret 17 bin iki lira oldu.

O iki lirayı nereye koyacağımızı bilemedik...

***

Sahiden ya! Yoksulluk sınırının 50 bin liraya yaklaştığı ülkede, insanların 17 bin lira ile geçinmesini beklemek nasıl bir şey? Bu paraya kiralık ev bulmak bile zor.

Bu komisyon aylardır hangi rakam üzerinden pazarlık yapıyordu? Ne istediler, ne kadarını alamadılar?

Her neyse! Bunları daha çok konuşuruz.

Aklıma gelen bir fıkra ile bu yılın son yazısına bir nokta koyalım.

***

Şehzadenin biri, roman bir kıza âşık olmuş. Tutturmuş,“ille de bu kızı isterim” diye.

Padişah emir buyurmuş ve sadrazamını kızı istemek için yollamış. Sadrazam gidip kibar dille istemiş kızı.

Roman baba dinlemiş, cevap vermiş; “Süle o padişaana, ona vercek kızım yok benim!”

Sadrazam saraya dönüp padişaha iletmiş. Padişah öfkeden deliye dönmüş tabi. Ama yılmamış. Bu defa vezirlerinin hepsini birden kızı istemeye yollamış.

Ne yazık ki onlar da elleri boş olarak saraya dönmüşler. Padişah, şehzadenin istediği kızı alamamaktan dolayı epey üzgün, mutsuz bir şekilde dolaşır olmuş.

Onun bu durumunu gören sarayın bilgesi, “sultanım, neden bu kadar üzgünsün?” diye sormuş. Padişah anlatmaya başlamış. Bilge çok üzülmüş.

“Padişahım, iznin olursa bir de ben gidip isteyeyim” demiş.

Sevinerek izin vermiş padişah.

Bilge adam, kızın evine varmış. Öyle kapı çalma falan yok! Bir tekme atıp dalmış içeri. Ailece yemek yiyorlarmış.

“Ulan amk ş.parı” demiş.”Sen ne cüretle kızını padişahımızın evladına vermezsin lan?”

Kızın babası hemen fırlamış sofradan ve iki elini göbeğinin üzerinde birleştirmiş. Başı önünde cevap vermiş; “İstemesini bilmediler be agacım, aha işte büle isteseydiler, vermez miydim?”

***

Neyse, yeni yıldan iyi şeyler dileyelim, her şey gönlünüzce / gönlümüzce olsun.

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi