Kutsal ağaç; Adı, Zeytin

“Ege’de bir Zeytin ağacının altına gömün beni. Çevirin etrafını. Bir de yalan uydurun. Türbedir deyin. O zaman ne kadar zeytinlik varsa korurlar.”

***

İnsan kendisiyle daha fazla konuşmayı öğrendiğinde, başka birileriyle iletişim kurmaya çok ihtiyaç duymuyor.

Zira; kendinin anlatacağı, kendine dinletmek istediği o kadar çok şey oluyor ki! Herkesin kendi beni (!) ile karşılaşmak isteyip, dertleşmek istediği durumlarda, saklanmayı tercih ettiği bir alan, sığındığı bir mecra mutlaka vardır diye düşünüyorum.

***

İnceleme olanağı bulduysanız, filozofların, seyyahların, yazanların, çizenlerin genellikle yürüyen insanlar olduğunu farketmişsinizdir. Hatta buna “volta atmak” olarak tabir edilen, mahkumların gerçekleştirdiği eylemi bile ekleyebiliriz. Hala yapmadıysanız, bomboş, aylak aylak yürümenin güzelliğini, açacağı kapıların ardındakilerle mutlaka tanışmalısınız.

Yürümekle, endişelerimizden uzaklaşırız, yeryüzünde kapladığımız yerin ne kadar önemsiz olduğunu, bu koca evrende varlığımızın ne ifade ettiğini düşünüp sorgulamaya başlarız. Kısacası, yürümek sadece zorunlu işleri halletmek için oradan oraya taban tepmek değil.

Bazen kendine, içine bakmak için de yürümeli insan...

***

Siz hiç yaşıyor olup, mezarı kazılan savunmasız canlıları görüp, izleyebildiniz mi?

Bugün yeniden karşılaştığım manzarayı gördüğümde, yer olarak orayı ifade edebileceğim tanım şuydu; Toplu Mezar ve mezarlıklar; Ağaç mezarlığı...

Doğadan gelen afet ile değil, insan eli ile hazırlanmış onlarca mezarlık!

İşte o toprak yığının önünde karşılaştım onunla. Göz göze geldik. Devasa toprak yığınlarının önünde, yeşil elbisesi ile başını güneşe dikmiş, lila rengi kat kat şapkasıyla ne de güzeldi. Bir anda ayaklarım gitmedi ve yanıbaşına çöktüm. Ardında tonlarca toprak yığınının önünde, zeytin ağaçlarının dibinde narin bir çiçekti o...

Kimi kesilmiş, kimi yeni ev sahiplerinin deniz manzarası kapanması diye üstten traşlanmış, alçaltılmış zeytin ağaçlarının hemen önünde duruyordu. Oysa onlar evsahipleriydi buraların, bizlerdik gelip geçici olan...

Evsiz, yurtsuz kalan kelebekler, kaplumbağalar, sincaplar ve diğerleri geçti gözlerimin önünden.

***

Kendimle konuşmaya başlıyorum yine, dudaklarımdan bir Nazım şiiri dökülüyor; “Yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için değil, yaşamak ağır bastığından...”

İngiliz yazar ve filozof Aldous Huxley’de şöyle diyordu; “Ben ağaçların hepsini severim, ama zeytin ağacı bir başka. Her şeyden önce onun simgeledikleri; yapraklarıyla barış, altın sarısıyla mutluluk”

***

Çok eski zamanlarda, zeytin ağacının kesilmesinin kesinlikle yasak olup, bu yasağa uymayanların ölüm cezası ile cezalandırıldığı, barışın, bereketin, bolluğun, saflığın simgesi olan bu ağaçların kutsallığına kim dokunmuştu?

Yoksa biz insanların değerleri, kutsalları mı yok olmuştu?

Hemen hemen her kutsal kitapta yer alan, edebiyatçılara, felsefecilere, sanatçılara ilham olan bu ağacı, saygısızca söküp yok etmeye çalışanlar hangi dinin, hangi kültürün mensubuydu?

***

Hitit, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıklarında, zeytin ağacının, tanrıların insanoğluna bir armağanı olduğuna inanılırdı. Rahipler, krallar dini törenlerde zeytinyağı ile ovularak onurlandırılırdı.

Kutsal kitabımız da; “Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah insanları o nur ile doğru yola iletir” der.

Yine Tevrat ve İncil’de de şu bilgilere yer verilmiş; “Bir gün ağaçlar kendilerine bir kral tayin etmek istediler. Zeytin ağacına “gel bizim kralımız ol” dediler.

Ağaç; “İlahları ve insanları onurlandırmak için kullanılan yağımı bırakıp, ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim?” diye cevap verir.

Kral kim mi seçilir? Yazılana göre; Karaçalı.

***

Yine aynı kitapta, “Tanrının gazabını çekenlerin ekeceklerini ama biçemeyeceklerini, zeytin ezeceklerini ama yağını süremeyeceklerini, üzümü ezecek ama şarabını içemeyeceklerini, doğru yolda olanların dallanıp budaklanacaklarını, görkemlerinin zeytin ağacını, kokularının Lübnan sedirini andıracağını” hatırlatır.

İşte, kral olmayı reddedip insanlara faydalı ürünler sunmayı amaçlayan, gölgesinde serinlediğimiz, yaprağını, çayını, meyvesini, çekirdeğini, sabununu, yağını aldığımız o ağaçları acımadan yerinden yurdundan ediyoruz. Yok ettiğimiz yurdun, kendi yurdumuz olduğunu da unutarak!

Antik yunanda spor müsabakalarından önce kas gevşetici, yorgunluk giderici olarak kullanılan, müsabakayı kazanan sporcuların zeytin dalı ile ödüllendirildiği, yapraklarının kral tacı olarak kullanıldığı zamanlardan, zeytin ağaçlarının acımasızca katledildiği zamanlara nasıl geldik?

***

Antik Mısırda, Antik Yunan’da zeytin ağacı ile ilgili birçok efsane ile anlatılır.

En bilinen hikayelerini yeniden hatırlatmak isterim;

Deniz tanrısı Poseidon ile, zeka, sanat ve barışla anılan, tanrıların başı olan Zeus’un ilk karısı Metis’ten olma kızı, savaş tanrısı Athena arasında bir mücadele vardır. Atina ve çevresinde adı Attika adlı bir bölgeye ikisi de sahip olmak istiyordur. Bunun üzerine bir yarışma düzenlerler. Bahis şudur; Zeusun karşısında en iyi hediyeyi sunan o bölgenin koruyucusu olacaktır.

Poseidon üç başlı çatalını yere vurur ve tuzlu bir pınar ortaya çıkar. (bazı anlatımlarda bunun at olduğu söylenir) Bütün tanrılar Athena’nın hamlesini beklemektedir. Athena mızrağını yere saplar, yerden bir filiz çıkar ve büyür. Bu büyüyen ağaç zeytin ağacıdır. Zeus ve tanrılar, bu bereketli ağaca hayranlıkla bakarlar. Artık şehir Athena’nın olmuştır. O şehir, bundan sonra “Atina” olarak anılacaktır.

Kimi efsaneye göre Poseidon, bir tanrıçaya yenilmesinin üzüntüsü ile üç başlı mızrağını dağa fırlatır. Mızrak izlerinin hala izlenebildiği de efsaneler arasında.

Bir diğer efsanenin sonuna göre ise, zeytin ağacının heybetinden etkilenen Poseidon, Athena’nın üstünlüğünü kabul edip, ona bir zeytin dalı uzatıp aralarındaki husumeti sonlandırır.

***

Bir diğer efsane de, Nuh Tufanı'ndan geliyor. İnsanoğlunun kötülüklerini gören tanrı, Hz.Nuh’a bir gemi yaptırmasını ve yeryüzünde bulunan her canlı türünden bir çiftini o gemiye almasını söyler. Hepsi alındıktan sonra bir tufan başlar, dünya sular altında kalır. Aradan günler geçer Hz.Nuh suyun çekilip çekilmediğini anlamak için güneşe doğru bir güvercin yollar. Güvercin, ağzında bir zeytin dalı ile geri gelir. Suların çekildiğini anlayan Nuh , Ağrı Dağı’nda tüm hayvanları gemiden indirir. O büyük tufanda sağ kalabilen sadece zeytin ağacı olmuştur. Bir anlamda “ölümsüzlüğün simgesi” olarak anlamlandırılmış, güvercin de barışın sembolü olmuştur.

***

“Yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için değil, yaşamak ağır bastığından...”

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi