Zaman içinde zamansızlık

Sabahın çok erken saatlerinde gözümü açıp, doğanın uyanışını, gece yıldızların fener alayı gibi aydınlattığı gökyüzünün, yavaş yavaş ışıklarını söndürerek vazifesini güneşe devretmesini, bir ağaçtan diğerine neşe ile uçup, şarkılarını söyleyen kuşları izliyordum. Zeytin ağaçlarının, vişnenin, kirazın, elmanın yeşillenip çiçeklenmesini, meyve haline gelene kadar kat ettiği yolu mevsimlerle birlikte geçiyoruz.

İşte o anda aklıma gelip beni heyecanlandıran cümle şuydu; Zamanın içinde zamansızdım, ve bu tarifi imkansız bir mutluluktu!

***

Bahçede toprağı eşelerken, topraktaki solucanın etrafındaki hareketimle bir anda kendini koruma içgüdüsüyle yer değiştirmeye çabalamasını, etrafımda fır fır kanat çırpan kelebeğin neşesini, bıkmadan usanmadan aynı çiçeğe defalarca gelip bal toplayan arıları izlerken, doğanın ne kadar muhteşem bir uyum içinde olduğunu düşünerek heyecanlanlanmamak imkansız.

Bu heyecanım ve hayretim, yerde kendine mükemmel bir şekilde, adeta titiz bir mimarın inşaa edebileceği kadar milimetrik, silindir şeklindeki arıların yapılarına bakarak daha da artıyordu.

Filozof Jean-Jaques Rousseau’nun, yerde büyüteçle incelemekte olduğu mor renkli yara otunun polen kaplı erciğinin, uzun ve çatallı olduğunu farkedip, bunun üreme belirtisi olduğunu anladığı anda “mutluluğa boğulduğunu” söylemesi gibi, içten içe bir sevinç ve şaşkınlık yaşıyordum.

***

Türlü türlü otlarla tanışırken, isimlerini öğrenirken, doğanın ne kadar büyük, sabırlı, verici ve aynı zamanda ne kadar güçlü olduğu fikri düşüncelerimi başka alanlara taşıyordu.

Doğa ile bağımızı ne zaman kaybetmiştik? Bu bağı yeniden kurabilir miydik?

İşte bunu başardığımızda, belki de unutmakta olduğumuz vicdan, merhamet, özgürlük geri gelecek diye umutlanarak toprağa bakıyorum.

***

Karıncaların sürüler halindeki aceleci hareketleri, her an bir insan tarafından ezilebilecekleri ihtimali olmasına rağmen şevk ve azimle çalışmalarını izlemek, insanı ve yaşamı sorgulamaya zorluyordu.

Şimdi kendimi; “Kendimi anın izlenimine bırakıyorum”

Elime kitabımı alıp bir zeytin ağacın şefkatli, bereketli ve koruyucu gövdesinin altına uzanıyorum.

İnsanlar tarafından sevilmeyen, kendini entellektüel hayatın içinde, şehirlerde yalnız hisseden Rousseau’nun satırlarını düşünüyorum.

Bazı filozoflar onu kaba, kavgacı ve kültürsüz olarak tarif ediyorlardı. Oysa filozof Jean-Jaques Roussseau’nun şu sözleri onun neden doğada daha mutlu olduğunu, insanlardan uzaklaştığını, çok iyi ifade ediyor ; “İnsanlara karşı içten gelen iyi niyetim; nefret etmeyi, incitmeyi hatta bunu istemeyi bile başaramıyor oluşum”...

***

O doğada mutluydu. Çünkü; Bir Prunelle (yara otu) onun fikirleri ile, giyim kuşamı ile, ilişkileri ile alay etmiyordu. Dedikodu yapmıyordu. Onlar aklından geçen kötü fikirleri uzaklaştırmasına yardımcı oluyordu. Doğa, medeni hayatın karmaşasından çıkarıp, hiç kimseyle ilişki kurmadan kafasını dağıtmasını sağlıyordu. Hayatının geri kalanını bu şekilde geçirmek arzusunda olduğunu şu sözlerle anlatıyordu; “Bu adanın topraklarındaki bitki çeşitliliğini incelemek bana ömür boyu yetecek bir eğlence olacaktır.”

Sevgiyle kalın

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sevim Güney Arşivi